Celal Korkut. Hürriyet Gazetesi İstihbarat Müdürü. Bütün haberciler Celal Korkut’u yakından tanır. Bütün polis adliye ondan sorulur. Çok tecrübelidir. Bir başka deyişle, bizim Celalettin Cerahımız’dır! Münevver Karabulut olayında, onu aradım ve elinden yüzlerce cinayet haberi geçmiş usta bir gazeteci olarak tecrübelerinden faydalanmak istediğimi söyledim. Beni kırmadı. Aşağıda okuyacağınız yazıyı kaleme aldı...
YIL 1979. Tam 30 yıl önce. 6 Şubat günü
İstanbul Fatih-Karagümrük’teki
Vefa Stadı’nda antrenman yapmaya gelen atletler, girişin yakınında bir poşet gördüler. Düzgün bir şekilde bağlanmış poşeti açtıklarında dehşete kapıldılar. Poşetin içinden iki kol çıkmıştı.
Ama asıl dehşet yeni başlıyordu.
Aynı gün öğleden sonra
Karagümrük, Dolaplı Bostan Sokak’tan geçen yaşlı bir adam, kan sızan büyük bir poşet görünce polise haber verdi. Torbanın içinden polislerin kanını donduran bir manzara çıktı. Birkaç kat naylona sarılıp torbaya konmuş kadın vücudu duruyordu karşılarında. Ama sadece gövde bölümü. Bacaklar ve baş yoktu.
Her gün bir parça7 Şubat günü
Fatih Parkı’nda naylona sarılı olarak sağ bacak bulundu.
8 Şubat’ta ise
Fatih’teki
Renk Sineması’nda gösterimden sonra salon temizlenirken, 10’uncu sıradaki koltuklardan birinin altında bir poşet daha bulundu. Temizlikçilerin paniğe kapılmasına neden olan poşetin içinde, iki gündür parçaları bulunan kadının başı duruyordu. Ancak kafa derisi yüzülmüş, burnu kesilmişti. Anlaşılan, katil kurbanının tanınmamasını istiyordu.
O yıllarda, 2’nci Şube olarak bilinen
Asayiş Şube, Sirkeci’deki meşhur
Sansaryan Han’daydı. Binanın en üst katındaki
Cinayet Masası da,
Başkomiser Ahmet Ateşli yönetimindeydi.
Amansız takip başlıyorİstanbul’u dehşete düşüren
"parçalanmış kadın soruşturması", Başkomiser Cazip Işık ve Başkomiser Fikret İşletici’ye verildi. İkisi de son derece usta dedektiflerdi. Böylece amansız bir takip başladı.
O zamanki polislerde, şimdiki gibi ne araç ne de teknolojik imkánlar yoktu.
Polis, kadın kurbanın kimliğini belirlemeye çalışırken, 10 Şubat günü
Fatih-İskenderpaşa Camii’nin tuvaletinin penceresi kenarına bırakılmış bir paketten, maktülün sol baldırı çıktı.
12 Şubat günü
Saraçhane Parkı’nın bir kenarında da sol ayağı bulundu.
Karagümrük-Kurtağa Çeşme Sokak’taki
Sayın Apartmanı’nda oturan
Hatice Ergenli, 13 Şubat’ta eski eşyalarını koyduğu çatı katına bakır tenceresini almak için çıktığında bir torba içinde kanlı kadın giysileri görünce hemen polise haber verdi.
Torbadan, parça parça bulunan maktulün 36 beden ekose eteği, bluzu, gömleği, kanlı külodu ve parlak çantası çıktı. Ancak kimliğini gösterecek hiçbir şey bulunamadı. 15 Şubat günü ise katil, yüzdüğü kafa derisini
Fatih’te mezarlığı yanına bıraktı.
Ve vücut tamamlandıParçalar tek tek bulunmuş, genç kadının vücudu tamamlanmıştı. Tam bu günlerde, parmak izi uzmanları kurbanın kimliğini belirlediler. 24 yaşındaki
Sultan Ardıç’tı.
Sultan’ın gizli fuhuş suçundan parmak izi kaydı çıkmıştı. İçkili lokantalarda ’
hostes’ olarak çalışıyordu.
Polis, çalıştığı yerleri buldu. Ancak,
Sultan hamile olduğu için son haftalarda işe gitmiyordu.
Merter’de bir evi olduğu belirlendi.
Balta, jiletle doğramışDedektifler
Merter’i sokak sokak tarayıp evi buldular.
Sultan Ardıç’ın beraber yaşadığı sevgilisi
Yusuf Torun evi kiraya verip altı aylık peşin aldıktan sonra kayıplara karışmıştı.
Sanığın kimliği belirlendikten sonra araştırmalar genişletildi. 20 yaşında olduğu belirlenen
Torun’un
Adanalı olduğu,
Topkapı’daki bir otobüs yazıhanesinden bilet alıp, (O dönem otogar Topkapı’daydı) memleketine gittiği tespit edildi.
Başkomiser Cazip Işık ve
Başkomiser Fikret İşletici, izini kaybettirmek için askere gitmeye çalışan
Yusuf Torun’u 18 Şubat günü,
Adana’da saklandığı akrabasının evinde yakalayıp
İstanbul’a getirdi.
Olayı büyük bir soğukkanlılıkla anlatan
Yusuf Torun, aralarındaki tartışmanın hamile olmasına rağmen Sultan’ın içki içmek istemesinden çıktığını söyledi.
"Ben votkalı bira içiyordum. O da içmek istedi. Ben izin vermeyince çekip gideceğini söyleyerek kapıya yöneldi. Engel olmak için üstüne atladım. Bu sırada başını çarptı. Baktım kalbi atmıyordu" dedi.
Genç kadını banyoya sürükleyen
Torun, burada balta ve jiletle saatlerce uğraşıp parçalara ayırdığını anlattı.
30 yıl önce 30 yıl sonraYukarıdaki olayı neden anlattım?
Çünkü mesleğe başladığım yıllarda yaşadığım bu olayın etkisini uzun süre üzerimden atamadım. Tam 30 yıl sonra 3 Mart gecesi,
Münevver Karabulut’un başı gitar çantasında, vücudu bir valiz içinde çöp konteynerinde bulununca da aynı dehşeti yaşadım.
30 yıl önce, günümüzün teknik ve teknolojik imkanlarına sahip olmayan
Cinayet Masası dedektifleri, cinayetin failini 12 günde yakalayıp adaletin karşısına çıkarttı.
30 yıl sonra ise
Münevver Karabulut’un kafasının kesilmesi üzerinden 56 gün geçti ama
İstanbul Polisi, cinayetin bir numaralı sanığı
Cem Garipoğlu’nu ne yakalayabildi, ne de izini bulabildi.
Mobese kameraları ile gözlenen
İstanbul’da,
Cem Garipoğlu sırra kadem bastı.
Yer yarıldı içine girdiGünümüzde teknik takip ile cep telefonundan, kredi kartından suçlulara çok kolay bir şekilde ulaşılırken,
Cem sanki yer yarılıp yerin içine girdi.
Cem’in yıllarca yaşadığı
Fransa’ya kaçtığı, ya da ailesinin iş yaptığı
Rusya’ya kaçırıldığı iddiaları ortaya atıldı.
Olaydan sonra gözaltına alınan annesi
Tülay Makbule G. ve babası
Mehmet Nida G., mahkeme tarafından serbest bırakıldı.
Sonra onlar da kabuklarına çekildi, görüşme taleplerini hep geri çevirdi. Bir televizyon kanalında konuşan amcası
Hayyam Garipoğlu "Cem’in yapıp yapmadığını bilmiyoruz. Babası ömrünü verdi. Cem’i Çin’e, Rusya’ya götürdü. Altı-yedi lisan öğretti. İnanmıyoruz. Höt deseniz kaçar. Kavga ettiğini duymadım. Sakin, kendi hayatını yaşayan bir çocuktu" diyor.
Polis niye suskun İşadamı
Üzeyir Garih, Eyüp Mezarlığı’nda öldürüldükten beş saat sonra
İstanbul Polisi, "Faili yakaladık" diye ortaya çıktı. Polise inanan dönemin İçişleri
Bakanı da yanıldı. Bakan zanlının yakalandığını açıklayıp
İstanbul Polisi’ni kutladı. Katil zanlısı olarak yakalanan çevrede
’Deli Fuat’ diye tanınan 16 yaşındaki
F.D.’ydi.
Ancak yapılan araştırmalar, polisin çok aceleci davrandığını ve
F.D.’nin olayla hiçbir ilgisinin olmadığını ortaya çıkardı.
Garih’in katil zanlısının yakalandığının açıklanması konusunda çok hevesli davranan
İstanbul Polisi, Cem Garipoğlu’na gelince, anlaşılmaz bir suskunluğa büründü. Hepimiz bunun sebebini merak ediyoruz.
Hem de çok.
Münevver’in en yakın arkadaşı DAMLA KELEŞ
İyi kalpli Münü"MÜNEVVER... Münüm. 7 yıllık arkadaşım. Kardeş gibiydik. Aynı zamanda komşuyduk. O bize gelirdi ben onlara giderdim, beraber kalırdık, her şeyi paylaşırdık. Çok sosyaldi. Ve başarılı. Sürekli kendini geliştirmeye çalışırdı, kitap kurduydu. İyi kalpli, yaşının üzerinde olgun ve güvenilir. Dışarı çıkmak istediğimde babamdan Münü izin alırdı, Münevver ve Enver geliyorsa tamamdı, ben de çıkabilirdim. Öyle uçuk kaçık, aklı havada biri değildi. Herkesin derdini dinler, sorun çözerdi, yerine göre hareket etmesini bilirdi. Zor zamanlarımda hep benimleydi. Cem, hayatına girdikten sonra zamanının büyük bir bölümünü Cem’le geçirmeye başladı. Ama mutluydu. O mutluysa ben de mutluydum, onu hep gülerken görüyordum, neden şüphelenebilirdim ki? Arada soruyordum, ’Her şey bu kadar güzel gidemez ki. Hiç mi eksileri yok?’, ’Yok kuşum, Cem’le çok mutluyum. Çok düşünceli, beni de çok seviyor’ diyordu. İlk erkek arkadaşıydı ve onun için çok değerliydi. Benim kardeşim, iyiliğinin kurbanı oldu. Şu an bile çok şaşkınım. Olan bitene inanamıyorum. Beraber fotoğrafçılarda gelin resimlerine baktığımız arkadaşım. Bütün ’ilk’lerimi paylaştığım Münüm. Seni çok özlüyorum. Hiçbir şey seni geri getiremez ama sana bu kötülükleri yapanların bir an evvel yakalanmasını için her gece dua ediyorum."
Münevver’in halası SÜLEYHA KARABULUT
Çığlıklar duyduğunu söyleyen oldu"İNSAN üçüncü sayfa haberlerine bakıp ’Vah vah!’ der. Hiç başına gelmeyecek zanneder. Biz de öyle diyorduk. Ama işte kendimizi bir üçüncü sayfa haberinin içinde bulduk. 53 gün oldu, tık yok, Cem yok, gün geçtikçe umudumuz da azalıyor. Yaradan aşkına bir şey yapılsın. Çünkü bugün bizim, yarın sizin çocuğunuz. Bahçeşehir’de ve Etiler’deki Mutlu Sitesi’nde bir sürü kamera var. Ama o güne ait güvenlik görüntüleri yok. Nasıl olur anlamıyorum. Müge Anlı’nın programına bağlanıp, o gün o evden çığlıklar duyduğunu söyleyenler oldu. Ama isimlerini vermiyorlar. Lütfen görgü tanıklarına çağrı yapın."