37'den sonra fahişe bile olamıyorsun!

5 yılın var. Keyfini çıkar. Erkekler 45 yaşındaki bir kadınla kolay kolay yatmak istemez" diyen arkadaşınızın, yine de insaflı davrandığını düşündüm!

Sizin gibi Dubai’de yaşıyorum.

Bundan 3 yıl önce bekar bir kız arkadaşım için vize başvurusunda bulunduk.

Dubai’ye ilk defa gelecekti.

Vizeyi alacak olan şirket bize dedi ki, "Arkadaşınız bekar mı? Sorun çıkabilir."

"Neden?" dedim.

"Fahişelik hikayelerinden dolayı bekar kadınlara kolay kolay vize vermiyorlar!"

Stresli bir bekleyişe girdik.

Derken bir gün, şirket, heyecan içinde aradı:

"Hallettik" dedi.

"Şahane" dedim, "Nasıl becerdiniz?"

"Arkadaşınız 37 olduğu için problem çıkmadı!"

Gülmeye başladım.

Ve kız arkadaşımı aradım.

"Sana bir iyi, bir de kötü haberim var. İyi haber vizeyi aldık. Kötü haber, kızım bu yaştan sonra bizden orospu bile olmayacağına karar vermişler! (Ezgi S.)

*

- Selam Ezgi. Anlattığın olay, fıkra gibi. Çok eğlendim okurken. Sağ ol, var ol. Mailinin devamını yayınlamıyorum. Ama merak edenlere söyleyeyim: Ezgi, ileri yaşlara kadar kendilerini "çakı" gibi görüp, kadınları 35’ten sonra "disposable" (atılabilir) olarak değerlendiren erkeklerle dalgasını geçiyor. "Yine de arz talep meselesi" diyor, "25-30 yaşında bir erkek, 50 yaşında bir kadınla yatmak istemeyebilir ama 40- 60 yaşında bir adam hálá isteyebilir. Acaba 50 yaşındaki bir kadın, 60’ındaki bir adamı ister mi?"



HAMİŞ: Yarın üç gün devam edecek bir yazı dizisine başlıyorum. 40 yaş kadınıyla ilgili. Okuyun, şahane şeyler öğreneceksiniz.

Ben yaşlı horozu alayım

Geçenlerde Clint Eastwood’un "Grand Torino" filmini izledim.

Bin yaşında filan galiba Eastwood.

Boynu olmuş horoz gibi, çizik çizik. Ama o film bitirdi beni.

Son zamanlarda izlediğim hiçbir filme benzemiyordu.

Her şeyden bağımsız, apayrı, kendi halinde bir hikaye.

Nasıl basit, nasıl güzel bir hikaye.

Hayran oldum filme, dolayısıyla Eastwood’a.

Evet kırış kırış.

Ama kırışığı kim takar?

Beyni yeter.

23 yaşındaki genç bir adam mı, Eastwood mu?

Ben yaşlı horozu alayım!

Helin Avşar ve Deniz Seki

1. Kelebek’in manşetiydi "Helin Avşar’a atom tedavisi." Çok uğraştım ama bir türlü içime sindiremedim. Ve haberi okurken, kendimi yutkunurken hissettim. Helin Avşar, Mete Düren’e tiroid ameliyatı olmuş. Ben de aynı şeyleri yaşadım. Benimki temiz çıktı, atom tedavisi görmedim. O görecek. Evet, abartılacak bir şey değil belki. Ama haklı olarak tedirgindir. Oraya dana gibi "Tiroid kanseri olmuş, atom tedavisi görecek" diye yazmanın ne manası var. Kız bir sağlık sorunu yaşıyor. Aynı şey, hepimizin başına gelebilir. Siz, hariç değilsiniz!

2. Deniz Seki’nin mektubunu okurken içim acıdı. Bu ülkedeki haksızlıkları düşündüm. Baklava çaldıkları için bilmem ne kadar zaman hapse atılan çocuk mesela. Manisa’daki küçük çocukların dramı mesela. Neden böyle diye düşündüm. Deniz Seki’ye yapılan da böyleymiş gibi geliyor bana. Bir sürü insan aynı durumda. Ama serbestçe elini kolunu sallayarak dolanıyor, hayatın tadını çıkarıyor. Hepsinin adına günah keçisi olarak Deniz Seki orada bedel ödüyor. Neden?

Emniyet kemeri takmak zorunlu hale getirilsin

Bu trafik meselesine iyice sardırdım, haberiniz olsun.

Yine yüzlerce mail geldi sizden.

Ve bir sürü iyi fikir.

Isıtıp ısıtıp karşınıza getireceğim.

Bakarsınız, farkındalık yaratabiliriz.

Bir araya gelip, bir şeyler yapabiliriz.

Dün de Ahmet Utlu’dan bir mail geldi, o da yol güvenliğiyle kafayı bozmuşlardan.

Şöyle yazmış:

"Türkiye’de onlarca kampanya düzenlendi, oluk gibi paralar aktı ve çabalar... Doğuş’un, ’Trafik Hayattır’ sloganı gibi sığ yerlerde kaldı. Araba plakalarına, ’Trafik Hayattır’ yazıp duruyorlar. Bu laf ne işe yarayacaksa? Veya ’Trafik canavarı olma’ salaklığı... Yurtdışındaki kampanyaları görsen, lezzetine dilin uçuklar... Abdullah Gül, ’Cumhurbaşkanlığı himayesinde trafik kampanyası’ dedi. Buna da, ’Trafikte dikkat, 10 bin hayat’ diye bir slogan buldular. ’Kampanyada ne yapıldı?’ diye soranlara, ’Üzerinde ’Trafikte dikkat, 10 bin hayat’ yazan 100 bin sticker dağıttık’ diyorlar. Bu mudur yani? Yasada var aslında, ’Emniyet kemeri takmak zorunluluktur’ diyor. Polis uygulamıyor. Bunu İstanbul Emn. Md. Yrd. Ali Kemal’e sordum, ’Neden uygulanmıyor?’ diye. Aldığım cevap şu oldu: ’Polis çok meşgul, bir de bununla uğraşamaz!’ Cumhurbaşkanlığı bu yasayı uygulatsın, yeter. Başka bir işe kalkışmasın. Dünyanın hiçbir yerinde devletle olamadı bu işler. Bu konuda saatlerce yazabilirim, konuşabilirim. Dünya ve Türkiye ile ilgili çok derin arşivim ve bilgim var. Neye ihtiyacın olursa, nereye kadar gideceksen söyle, varım!"

OKU OKU OKU OKU OKU OKU OKU

Eğer kemer takmıyorsanız, sadece 50 kilometre hızla giden bir arabanın yaptığı kazada göreceğiniz zarar, bir apartmanın 3. katından düşmekle aynıdır.

Bir kaza sırasında kucağınızdaki çocuğu tutmanız imkansızdır. Bu seçiminizle çocuğunuzun yaşama şansını yüzde 70 azaltırsınız. Çocuklar mutlaka arkada ve çocuk koltuğuna bağlı olarak oturmalıdır.

Arka koltukta kemersiz oturan çocuk, otomobil 45 kilometre süratle duvara çarptığında bir yavru fil ağırlığı ile öne doğru fırlar. Ön cama çarparken başına aldığı şiddet tam üç tondur.

Otomobilin içindeki her şey otomobille aynı hızı yapmaktadır. 50 kilometre süratle duvara çarpan bir otomobilin içindeki su şişesi bile bir tuğla ağırlığına ulaşarak ölümcül zararlar verebilir.

Kaza riski eve yaklaştıkça artar. Ölümlü trafik kazalarının çoğu seyahatin bitimine 30-35 kilometre kala ve hız, 60 kilometrenin altındayken gerçekleşir.

Otomobil kullanırken cep telefonu ile konuşanlar, bir küçük şişe rakı içip direksiyona geçenlerle aynı ölüm riskini taşır.

Hava yastığına güvenerek emniyet kemeri kullanmıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Hava yastıkları ancak emniyet kemeri ile birlikte koruyucu olabilir.

70 kilometre hızla bir yayaya çarptığınızda yayanın hayatta kalma olasılığı neredeyse hiç yoktur. Ancak 30 kilometrenin altında yayanın yaşama şansı olabilir.

Kaza sonrasında bilinçsizce yapılan yardımlar, ölümlere ve kalıcı sakatlanmalara neden oluyor. İlkyardım eğitimi almadıysanız yaralıya kesinlikle dokunmayın. Acil yardım telefonu 112’dir.

İster kabul et, ister etme...

BU TOPRAKLARDA AHMET’LER MEHMET’LERİ AYŞE’LER DE FATMA’LARI HEP SEVMEYE DEVAM EDECEK

Uluslararası bir şirkette orta düzey bir yöneticiyim.

"Kırık" bir tavrım olmadığından, kolay kolay kimse bana eşcinsel demez.

Hatta, benimle flört etmeye çalışan bir sürü kadın dahi oluyor.

Ama eşcinselim.

Ne ailem ne arkadaşlarım biliyor.

Sevgilim de benim gibi Türkiye’de tanınmış bir şirkette çalışıyor.

Özgürlüğümüzü ancak birlikte yaptığımız yurtdışı seyahatlerinde doya doya yaşıyoruz. İnsanın kendi ülkesinde, dilediği gibi yaşayamaması çok büyük haksızlık.

Hani İran’a gidenler, jeanleriyle, mini etekleriyle geldikleri havaalanında, tuvalete gidip üzerlerini değiştirip başlarını örterek uçağa biniyorlar ya.

Her seyahat dönüşü ben de resmen bu ikilemi yaşıyorum.

Biliyorum ki İstanbul’a doğru alçalmaya başladığımda, 1 haftalık özgürlüğüm elimden alınacak.

Biliyorum ki her ne kadar dış görünüşlerinde kara çarşafları olmasa da, akılları kara çarşafla kapanmış insanların arasında yaşayacağım kapalı kapılar ardında, bize ayrılan barlarda, gece kulüplerinde...

Biliyorum bu satırları okuyan Nazi kafalar, "Gidin kardeşim, o özgürce yaşadığınız ülkelerde yaşayın!" diyecekler.

Evet, demesi ne kadar kolay...

Ben 5 sene yurtdışında eğitim gördüm, orada iş de buldum.

Ama ben seviyorum bu ülkeyi. Hem de çok. Ailemi de. Eşcinsel olduğumu öğrendikleri anda beni tefe koyacak olmalarına rağmen. Geri döndüm.

Haykırmak istiyorum o Nazi kafalara. "Bu memleket ne kadar seninse kardeşim, o kadar da benim. Dedem, bereketli bağlarını, bahçelerini bırakarak bu memleket uğruna sürüldü yaşadığı kentten ve bir avuç toprak verilmeden geldi sırtında bir bohçasıyla. Mis kokulu anneannem burada yaşıyor. Çocukluğum geçti İstanbul’un mahallelerinde. Yüzmeyi Kınalıada’da öğrendim. İlk limonlu Roma dondurmasını burada yedim. İlklerimi yaşadığım bu ülkede, sonuna kadar yaşayacağım.

Ve sen, ister kabul et, ister etme, bu topraklarda Ahmet’ler Mehmet’leri, Ayşe’ler de Fatma’ları sevmeye devam edecek... (Ali T.)



- Oley! Ali, ne güzel yazmışsın. Sana tamamen katılıyorum. Yüzde 100 destek veriyorum. Deli misin ne gideceksin? Kal ve savaş. Ailene gay olduğunu açıklayacağın, dilediğin gibi yaşayabileceğin günler de gelecektir. Yeter ki, olmadığın biri gibi davranma. Mahalle baskısı yüzünden gidip karşı cinsten biriyle evlenme. Onun da hayatını mahvetme...
Yazarın Tüm Yazıları