1- Küçümse, eleştir 2- Aşağıla 3- Konuşmayı reddet 4- Tahammül etme

Sonunda bunu da gördük. Evliliğe hazırlık envanteri çıkardılar. Evlenmeye niyetlendiğinizde gidiyorsunuz, iki aday, 176 soruyu cevaplandırıyorsunuz ve Davranış Bilimleri Enstitüsü size, bir değerlendirme yapıp ne kadar uyumlu bir çift olabileceğinizi söylüyor.

Gerisi size kalmış. Bilgi Üniversitesi mezunu, doktorasını Hacettepe Üniversitesi’nde yapmakta olan klinik psikolog Hejan Hepözdemir’le bu projeyi, evliliği ve boşanmayı masaya yatırdık

Davranış Bilimleri Enstitüsü olarak bir yeniliğe imza attınız. Nedir bu?

- Evliliğe Hazırlık Projesi.

‘Evliliğe hazırlık’ diye bir şey gerçekten var mı? Olabilir mi?/images/100/0x0/55ead61ff018fbb8f899d76e
- Elbette, neden olmasın?

Peki nasıl bir şey, anlatın lütfen...
- Bu, bir envanter. Bir değerlendirme paketimiz var, bir de müdahale. 176 sorudan oluşuyor. Samimi olarak yanıtlıyorsunuz. Bir saat filan sürüyor. Nişanlınız, eşiniz, her kimse, o da yanıtlıyor. Verdiğiniz şıkları bilgisayara yüklüyoruz, özel bir algoritmaya göre hesaplanıyor ve ortaya çift olarak sizin ‘uyum puanı’nız çıkıyor. Duygusal uyum, cinsel uyum gibi farklı alt boyutları var.

Bir adamla sevgiliyim, evlenmeyi düşünüyoruz. Size geliyorum ve ileride başıma gelecekleri öğreniyorum. Böyle bir şey mi?
- Böyle de denebilir. Ama evliyseniz de yapılabiliyor. İnsanlar, ilişkilerinde kayalara değil, küçük taşlara çarpıp yuvarlanıyorlar. Bu projede, o taşların neler olduğunu öğreniyorsunuz. Terapi odasından çıktı. Tamamen ihtiyaçtan.

Nasıl yani?
- Bilmem kaç yıldır evliler ve birtakım sorunları var. Bir bakıyorsunuz, evlenmeden önce de o sorunlar var. “Bilmiyor muydunuz?” diye soruyorsunuz, “Evlenince düzelir diye bekledik” diyorlar. O zaman biz de dedik ki, “Acaba bu sorunları ortaya dökülmeden önce tespit edebilir ve önleyebilir miyiz?” Evliliğe Hazırlık Projesi, işte böyle çıktı.

Şimdiye kadar kişiye uyguladınız?
- Önce 133 çiftle pilot çalışma yaptık. Sonra bir araştırma şirketiyle anlaştık. Toplam 2 bin kişiyle görüşüp bir sürü ilginç veri elde ettik.

EN STRESLİ DÖNEM NİŞANLILIK

İnsanlar size daha çok neden müracaat ediyor?
- “Bu adamla evleneyim mi, evlenmeyeyim mi?” Ya da “Boşanayım mı, boşanmayayım mı?” diye...

Bunu başkasının öğüdüyle mi yapacak?
- Terapide onlar adına karar vermiyoruz, kararı kendileri veriyor. Evliliğe hazırlık, stresli bir süreç. Özellikle Türkiye’de. En çok da nişanlılık. Bence nişanlılık çok uzun tutulmamalı. Türkiye’de iki kişi evlenmiyor, iki aile evleniyor. Nişanlıların vay haline. Onun annesi avize almaya gelmemiş... Kayınpeder de Babalar Günü’nde geç arandığı için alınmış... Bir sürü mesele... Sevgiliyken romantik romantik dolaşan ikilinin, nişanlıyken yaptığı en romantik şey, el ele buzdolabı bakmak. Bizim envantere göre, uyumun en az olduğu dönem nişanlılık. Evliliği baltalayan bir şeye bile dönüşebilir, dikkat etmek lazım.

Bizde evlilik ne anlama geliyor?
- Sosyolojik ve psikolojik bir sürü anlamı var ama en sıkıntılı olanı “Cinselliğin meşru kılındığı kurum”.

Bu acıklı değil mi?
- Acıklı ama maalesef doğru.

Evliliğin matematiği filan var mı?
- ‘Şu formül doğrudur, şu çift idealdir’ diye bir şey yok. İdeal diye gördüğümüz pek çok çift, evin içinde birbirini yiyor.

Etrafta, evliliğin demode olduğuna dair bir sürü laf var...
- Demode değil ama şöyle bir sorun var: Ortalık 30 yaş üstü, çocuklu çocuksuz, boşanmış insanlarla dolu. Neredeyse ayrılmak beklenir şey, istisna olan evliliği sürdürmek gibi. Biz de, “Ailenin güçlendirilmesi için bir şeyler yapmamız lazım” dedik. Bu projeye giriş nedenlerimizden biri de bu.

Boşanmaya karşı mısınız?
- Hayır, hayır. Çiftler anlaşamıyorsa, o evlilik yürümüyorsa, boşanmak bence en iyi çözüm. Ama şöyle bir sorun var: Tahammülsüzlük had safhada. Çözülebilecekken hemen pıt diye boşanıyoruz. Bu kadar çabuk pes etmek de, o evliliğe, bütün o geçmişe haksızlık.

“Bu kadar kolay ayrılabildiklerine göre gerçek hisler beslemiyorlarmış birbirlerine” diye düşünemez miyiz?
- Bu işlerde ‘2 artı 2 eşittir 4’ gibi formüller yok. Tamam, ilişkinin başındaki ve sonrasındaki motifler birbirinden farklı olabiliyor ve ilişkinin başındaki o yoğun duygu çok önemli...

Aşk yani...
- Evet. Ama o, yaşadığımız bir periyot. Ünlü bir yazar var, “Aşk, bir projektif idantifikasyondur” diyor.

Pardon?
- Söylediği şu aslında: “Sen Ali’ye değil, Ali’nin sana hissettirdiklerine aşık oluyorsun.” Ama o periyot bitince, perde kalkıyor ve deliler gibi aşık olduğun adamın yemek yemesi bile sana batıyor.

68’LİLERİN EVLİLİKLERİ DAHA UZUN SÜRÜYOR

Peki ne yapmak gerekiyor?

- Sadece göz göze bakmak yetmiyor. Ne kadar çok paylaşırsanız, kullanma süresini o kadar uzuyor. ‘Tüketim toplumuyuz’ ya, doğru. İlişkileri de tüketiyoruz. Oysa eskilere bakıyorsunuz, evlilikleri yıllarca sürmüş. Eğitim düzeyi arttıkça da boşanma artıyor.

Demek ki eskiden eziliyordu kadın. Şimdi itiraz ediyor...
- Bu, güzel bir şey. Ama ifratla tefrit arasında gidip gelmemek gerek. Bir tarafta ezilen gıkını çıkaramayan insanlar, bir tarafta da kimseye eyvallahı olmayan tipler var. Oysa, bir denge gerekiyor. Denge, siyahta ya da beyazda değil, grilerde. İlginçtir, 68 kuşağının evlilikleri daha farklı, daha uzun sürebiliyor. Çünkü onlar dava arkadaşı. Birçok şey paylaşmışlar, geçmişleri, tarihleri var. Anne ve babalarımız bizden daha tahammüllüydü. Ama bir de şu var: Bugün evlenseler, belki yarın boşanırlar. Çünkü değerler değişti.

En kolay kimler boşanıyor?
- Annesi-babası boşanmışlar. Size sihirli evliliğin formülünü veremem ama boşanmanın formülü açık. Dört şeyi yapın, mutlaka boşanırsınız: 1- Eşinizi küçümseyin, hakaret edin. 2- Eleştirin, aşağılayın. 3- Tartışmalardan sonra konuşmayın, duvar örün. 4- Tamir etmeyin...

Aşağılamak, hakaret etmek, en az fiziksel şiddet kadar feci. Öyle değil mi?
- Evet. Dilimizi nasıl kullanacağımızı bilmiyoruz. Çoğu kez kişiliğe saldırıyoruz. Mesela adam çoraplarını köşeye atmış. Kadın dönüyor adama, “Hayatım, buraya çoraplarını atma!” demek yerine, “Sen ne kadar pasaklı bir adamsın!” diyor. Bu alenen kişiliğe saldırı. Problemli çiftlerde kadınların erkeklere hissettirdiği duygu, ‘yetersizlik’, erkeklerin kadınlara hissettirdiğiyse ‘değersizlik’.

Seks ilişkideki ana direk mi?
- Seks, gerek şart ama yeter şart değil.Birlikte bir şeyler paylaşabilmek, ortak zevkler yaratabilmek, konuşabilmekl azım. Hayat sabahtan akşama yatakta geçmez, bütün gün de sevişemezsin!

SİZİN UYUMUNUZ NE ALEMDE

Aşağıdaki sorulara benzer 176 soru var, ‘Kesinlikle katılıyorum’, ‘Katılıyorum’, ‘Kararsızım’, ‘Katılmıyorum’, ‘Kesinlikle katılmıyorum’ şeklinde yanıtlar veriyorsunuz. Her şıkkınız da puanlanıyor. Ve özel bir algoritmayla sizin ve eşinizin yanıtları değerlendiriliyor ve ortaya ‘çift olarak uyum puanınız’ çıkıyor. Yer olmadığı için ancak bu kadarını yayınlayabiliyorum. Klinik psikolog Hejan Epözdemir’le soruların üzerinden geçtik, parantez içindekiler onun değerlendirmeleri...

Eşim bana olan ilgisini sözle, davranışla belli eder...
(Çok önemli. ‘Kesinlikle katılıyorum’ cevabı en sağlıklısı. Duygusal uyum söz konusu olduğunda, karşınızdaki insanın sevginizi hissetmesi gerekir)

Eşimle cinsel birleşme olmadan da birlikte olmaktan zevk alırız...
(Evet çünkü el ele tutuşmaktan cinsel birleşmeye kadar, her şey cinsellik. Öpüşmeler, koklaşmalar. İlle de cinsel birleşme gerekmiyor)

Eşime duygularımı açıkça ifade edebilirim...
(“Aman canım, seni sevdiğimi bilmiyor musun!” diyorlar, yanlış. İnsan sevdiklerine duygularını sözcüklerle de ifade etmeli)

Eşimle cinsellik üzerine konuşmakta zorlanırız...
(Önemli sorunlardan biri. Çiftler genellikle cinsellik konuşmaktan kaçınıyorlar. Mesela cinsel ilişki esnasında bir şey var, kadın keyif almıyor ama söyleyemiyor. Kaçıyor, erkek de tırmalayan taraf oluyor. Haliyle uyum düşüyor)

Eşimle birçok konuda kararları birlikte alırız...
(Evlilikte kararları birlikte alıyor olmak önemli. Sorumluluklar paylaşılmalı. Örneğin, para yönetimi söz konusu olduğun da kararlar ortak alınmalı. Ama ne var ki bizde para konuşulmuyor. “Sonsuza kadar para konuşun” demiyorum ama aile bütçesini birlikte planlamak önemli)

Manevi ihtiyaçlarımızı nasıl uygulayacağımız konusunda anlaşırız...
(Siz içeride rakı içebiliriniz, eşiniz arkada namazını kılabilir. Buna okey diyorsanız tamam. Yani ille de aynı inançlara sahip olmanız gerekmiyor. Ama birbirine saygılı olmanız şart)

Eşimin nasıl bir anne/ baba olacağı konusunda şüpheliyim...
(İyi bir sevgili, iyi bir eş ama baba değil. Neden böyle düşünüyor? Bu bir sorun. OBirlikte konuşup çözüm bulmak gerekiyor. “İyi bir anne/baba olacağından şüpheliyim” demesi sağlıklı değil)

İlişkim, anne ve babamın evliliğindeki gibi olmalı...
(Genellikle böyle bir şey tasvip etmiyoruz. Ne siz annenizsiniz ne de o babanız)

EVDE BİR ‘KAKA ODASI’ YAPIN PROBLEMLERİNİZİ ORADA TARTIŞIN

Evlilik ‘gelişimsel kriz’. Kriz deyince aklımıza olumsuz şeyler geliyor, doğal afetler, ekonomik kriz gibi. Oysa kriz, rutini bozan şey demek. Mezuniyet de bir kriz, evlilik de. Ama sonuçta bizi geliştirecek olgular.

Boşanma çocuğu yaralamaz. Yaralayan, boşandıktan sonra durumu yönetemeyen anne-babalar.

İlk beş senede boşanmalar çok, sonra azalıyor. 20 artılarda tekrar tavan yapıyor.

“Haftada üç kez sevişmek lazım, ayda bir kötü” filan gibi şeyler yok, size iyi gelen neyse, doğrusu odur. Aradığınız şeyi, 55-60 yıl aynı adamda bulabilirsiniz. Hayatınıza birçok erkek girer ama ömrümüz boyunca öyle bir adam bulamayabilirsiniz de.

Bazı kadınlar ve erkekler ilişkide bir türlü bağlanamıyor. Hep bir kaybetme kaygıları var. Onların çocukluğuna baktığınızda, anneyle kurulan ilişkide de güvenli bir bağlanma olmadığını görüyorsunuz.

Erkekler çoğu kez çift terapisine gelmek istemiyor. Terapistin onu azarlayacağını filan zannediyor. Hele aldatma varsa. Oysa, alakası yok.

“Aranızda güven bunalımı olduğu için, dürüst davranın eşinize” diyoruz, “Üçüncü kadın hakkında size her şeyi sorabilir.” Fakat inanılmaz gereksiz detaylar anlatıyorlar. Bunun da yapılmaması lazım. Eşinizi aldattığınız kadının, kaç gün adet gördüğünü ya da onunla nasıl seviştiğinizi bilmesine gerek yok.

Ve herkes, bu telefon mesajlarıyla yakalanıyor. Nasıl oluyor anlamıyorum. Sanki yakalansınlar diye özellikle silinmiyor o mesajlar.

Çoğu kez söylediğim şey aslında şu: “Aynı eve yeniden girmek bir uç, boşanmak bir uç. Hadi gelin size bir geçiş süreci planlayalım. Bu sürede sizi anlamaya çalışalım. Sonunda isterseniz, hayatınıza kaldığınız yerden devam edersiniz, istemezseniz de tatlı tatlı boşanırsınız.” Tatlı tatlı boşanmak dediğim anlaşarak boşanmak, birbirinin ciğerini almadan. Bunu becerenler var, hatta arkadaş kalanlar bile.

Problemli çiftlere, “Birbirinizi yanlış anlama kapasitesiniz çok yüksek” diyorum ve rica ediyorum, “Zihin okumaktan vazgeçin!” “Ondan dolayı şunu yaptı, ben biliyorum” diyor. Nereden biliyorsun? Zihin okumak yerine, kendini ifade etmeyi becermek gerekiyor.

40’lı yaşlardaki birtakım adamlar bakıyorsun acayip fit. Kendini geliştirmiş. Kariyerinde ilerlemiş. Kadınsa evlilik, annelik derken kendini bırakmış, yerinde saymış. Bu çağda, maalesef yerinde saymak, geriye gitmek demek. Evlilikte uçurumlar oluşuyor, sonra da aldatmalar başlıyor.

Yatak odasına kavgayı sokmamak gerekiyor. O özel alan. Başka bir odaya gidin. Çiftlere evlerinde bir tartışma odası yaratıyoruz. “Evin her tarafı kirlenmeyecek, orası kaka odası, gidin problemlerinizi orada tartışın” diyoruz.
Yazarın Tüm Yazıları