Uludağ final – “B.E?”

Âlemsiniz vallahi canım okur dostlarım.

Haberin Devamı

Ne çok mail geldi; “Cumayı bekleyemem, çatlayacağım; ne olur finali söyle ya da ipucu ver” diye ama olmaz ki “memura maaşı, kadına yaşı, yazar kısmına da yazısının neticesi sorulmaz” der, kaldığımız yerden devam ederim.

 

Bildiğiniz gibi en son yan oteldeki Çin lokantasına gitmek üzere Veli’yle yürümeye başlamıştık. O adam gibi yürürken ben tekilaların etkisiyle kısa patinaj halindeydim.

 

Lokantaya varınca haliyle en güzel masaya oturduk, her zaman olduğu gibi. Lavaboya gidip suratımın son şekline bir bakayım dedim, ağlamıştım ya.

 

Haberin Devamı

Gittim, gördüm, tam tahmin ettiğim gibiydi; Çıfıt çarşısı yani. Akan boyalarımı sildim, yanımdaki far ve kalemle gözlerimi tekrar kedi moduna getirdim.

 

Masaya vardığımda Veli yine elinde telefon, suratında o pislik gülümseme, mesajlaşıyordu. Bir an şeytan dedi ki; al elinden telefonu, oku yazdıklarını, sonra da bir tokat at suratına; “Sen de mi şerefsiz? Sen de mi beni aldatıyorsun?” diye adamı lokantanın ortasında rezil et, otele git, üçüncü odaya yerleş, kaderine ağla dur. Sabah da pılını pırtını topla, inine geri dön.

 

Ama yapmadım, yani şeytana uymadım. Gayet sakin masaya oturdum. Baktım Veli’nin dünya umurunda değil, mesajlara devam...

 

“Acıktım ben.”

 

“Menüyü iste o zaman canım.”

 

“Elindeki telefondan bir kurtulsan sen istersen diyorum.”

 

“Dur o zaman iki dakika bekle, sen o sırada bir tekila daha iç, işle ilgili canım, çok mühim.”

 

“Bir tekila daha içersem uyuyacağım ya da bayılacağım Veli!”

Haberin Devamı

 

“Bir şey olmaz, çivi çiviyi söker.”

 

Adamın resmen umurunda değildim, çaktırmamaya çalıştım gözlerimden düşen yaşları.

 

“Battı balık yan gider Ayşe” dedim, “Senin erkeklerden yana şansın yok” dedim, “Olan şansının da içine ne güzel ettin” dedim. Garsonu çağırıp bir bardak şarap istedim.

 

Bir an yan masadan bir kadın; “Pardon rahatsız ediyorum ama sormazsam çatlayacağım; siz Ayşe Aral mısınız?” dedi.

 

Az kaldı “Ayşe Aral’dan arta kalanlar” diyecektim; “Evet benim, ya siz?”

 

“Ay inanmıyorum ya, ben sizi çok seviyorum; yani seni. Siz diyince kızıyorsun biliyorum, seninle ilgili her şeyi biliyorum, o kadar doğalsın ki”

 

Sarıldık, öpüştük. Aslı’ymış adı, dünya şekeri. (Bak yazdım Aslı’cım seni, söz verdiğim gibi.) Kalabalık bir gurup gelmişler, on çift; yarısı evli, yarısı sevgili.

Haberin Devamı

 

“Ya Ayşe, ne olur beş dakikalığına bizim masaya gelir misin? Ne olur, nasıl olsa daha yemek de söylememişsiniz. Tabi beyefendiye ayıp olmazsa, gerçi olacak gibi de durmuyor; kendisi telefonuyla pek meşgul.”

 

İşte budur, benim okur dostum böyle olur.

 

“.............., ben yan masada bir şey içip geliyorum.”

 

Burada tabi noktalı yerde Veli’nin gerçek adını kullandım ve o adı artık Aslı da biliyor.

 

“Ha tamam canım, on tane mail var, onları da okuyayım; ben sana haber veririm.”

 

Aslıların masasına gidince ortalık karıştı haliyle. Tanışma faslından sonra herkesten değişik tepkiler, sorular gelmeye başladı.

 

“İlk Uludağ yazısını okuduk burada cep telefonundan, adama sinir olduk. Acaba Ayşe gerçekten Uludağ’da mı dedik, yarın yeni yapılan otele gelip resepsiyona soracaktık valla.”

Haberin Devamı

 

“Ay Ayşe seni çok moralsiz gördüm, dur ya emin misin aldattığına? Sadece telefonda konuşurken duydun değil mi, o kadar yani?”

 

“Ah ah, hani ilk yazıda Veli kestirmeye gelmişti odaya, adam kestirirken neden telefonunu kurcalamadın? Valla ben olsam kesin kurcalardım.”

 

“Kusura bakma Ayşe ama adama az çektirmedin.” Bunu diyen arkadaşın ağzını Aslı eliyle kapattı; “Saçmalama be, kadın zaten üzülmüş, neyse ne; olmuş bir kere.”

 

Kızların kocaları ve sevgilileri de beni okurmuş. Sağ olsunlar, çok iltifat ettiler bana. Aralarından Asım yazılarımı karısının silah zoruyla okumaya başladığını söyledi. Onların arasında o kadar mutluydum ki bir an Veli’yi unuttum gitti, ta ki...

Haberin Devamı

 

“Maillerim bitti, gel canım” diye cep telefonuma mesaj atana kadar.

 

Yuh, adam bir nevi telefon sapığı haline dönüşmeye başlamıştı, ulen yan masadayım sadece!

 

“Kızlar gidiyorum” dedim.

 

“Ya hayır, kod adı Veli de gelsin, ne olur beraber yemek yiyelim.” dediler.

 

Veli gıcığına mesaj attım; “Ne olur beni kırma, bu masaya gel. Hepsi benim okurlarım, çok tatlılar, beraber yiyelim diyorlar.”

 

Veli geldi. Masa hemen haremlik selamlık şekline girdi. Biz kızlar sohbet, dedikodu; erkekler borsa, futbol, ıvır zıvır…

 

Yemekler yendi, içki deseniz gırla. Canlı müzik de başlayınca danslar da başladı. Bizim kızlardan Rana -gerçek adını yazıyorum çünkü kendisi yaz dedi- bir anda ayağa kalkıp; “Gecenin anlam ve ehemmiyet veren konuşmasını yapacağım” dedi.

 

Kocası; “Otur aşkım, kafan iyi” dedi.

 

Rana dinlemedi.

 

“Efendim ilk önce sevgili Ayşe’yle bir gece geçirmek harika, valla billah kadın aynı yazdığı gibiymiş, bizdenmiş vallahi. Kadehimi Ayşe’ye kaldırıyorum, şerefe.”

 

“Sağ ol canım” dedim, öptüm.  “Dur daha bitmedi” dedi.

 

“Efendim şimdi bir şeyler daha söyleyeceğim sevgili kocacığım ve arkadaşlarım. Sayın Veli Bey, özellikle de siz dinleyin lütfen.”

 

Veli diyince bizim ki anlamadı tabi; yazılarımı da okumuyor bildiğiniz gibi.

 

“Evet, siz siz. Sizin bizim bildiğimiz adınız Veli. Siz Ayşe’nin meşhur boy firendisiniz.”

 

Veli salaklaştı, ben yerin dibine battım.

 

“Şimdi Veli Bey, siz bu kadını aldatıyormuşsunuz, öyle bir duyum aldım. Yazık değil mi bu kadına ya hu, zaten yaralı. Tamam, az çektirmedi biliyoruz, kızıp mail bile attık ona; “Saçmalama Ayşe, kaçırma adamı” diye ama şimdi sizinki olmadı. Nasıl yaparsınız ya hu? Aşkım, sevgilim, istediğin evi seç; paran hemen hesabına yatıyor ne demek Veli Bey, ne demek?”

 

Bitmiştim bitmiş, Veli’nin suratına zar zor baktım; adam kim bilir nasıl sinirlenmişti ve de haklıydı. Baktım ve şok! Veli kıs kıs gülüyor.

 

Rana konuşmaya devam etti; “Hiç yakıştıramadım Veli Bey size ya da adınız her neyse.”

 

“Aaa yeter, ayıp artık Rana. Otur aşkım artık.” Rana’nın kocası olaya el attı.

 

Diğer kızlar ve ben şoktayız, ne olacak diye de beklemede.

 

Bir süre kimseden ses çıkmadı, bir an bir baktım Veli garsonun kulağına bir şeyler söylüyor. Garson gidince Veli ayağa kalktı.

 

“Ben de bir şeyler söylemek istiyorum. İlk önce şunu söyleyeyim; - Ayşecim sen özellikle dinle- ben Ayşe’nin yazılarını okuyorum, okumuyorum diyordum ki rahat yazsın. Yani arkamdan dönen her türlü dolaptan haberdarım. Gelelim aşkım, bebeğim, ev konusuna... Ayşe haftaya bir düğün var mı?”

 

Ben artık bitik vaziyette; “Var” dedim.

 

“Peki, kimin düğünü var Ayşe?”

 

“Yeğenin Leyla’nın”

 

Dan dan dan, o an jeton düştü.

 

“Ayşe, Leyla bana amcamdan yadigâr kalan tek insan. O benim aşkım, bebeğim, her şeyim, canımın diğer yarısı. Bebek’teki o ev de ona aldığımız düğün hediyesi. Aldığım demedim, aldığımız dedim; dikkatini çekerim.

 

Ve ışıklar söndü, bir anda her yer mum ışıklarıyla aydınlanmaya başladı, arkada da Love Story çalıyor.

 

İnanılmaz bir pasta geldi, inanılmaz diyorsam inanın bana inanılmaz; bizim masa kadar bir kalp şeklinde ve üzerinde benim bebeklik resmim.

 

Veli beni yanına çağırdı ağlayarak gittim, daha doğrusu böğürerek, benimle beraber kızlar da böğürürken Veli cebinden bir kutu çıkarttı, açtı, bana uzattı.

 

“Aldığımız demiştim ya bundandı; BENİMLE EVLENİR MİSİN AYŞE CADISI?”

Uludağ final – “B.E”

Yazarın Tüm Yazıları