Paylaş
Seni kucağıma verene kadar biz hiç bilemedik kız mıydın, erkek miydin?
Gerçi baban söylendi durdu, “Hanım kesin bu oğlan” diye, “Baksana, karnın sivri, aynı anamın da böyleydi bizim tekne kazıntısı son kardeşimiz Ahmet’te.”
Evladım, sonra gülüşmüştük babanla, demiştik ki, “Aman sağlıklı olsun da...”
Baban, öyle çok sarılan falan bir adam da değildi aslında. Ama o gece, şöyle bir sıvazladı sırtımı ve dedi ki, “Tamam Fatma Hanım, ama oldu ki bize bir oğlan geldi, beşibiryerdeyi şimdiden boynunda bil.”
Ay anam, o sabah çektiğim sancıyı vallahi de billahi de unutmam. Her yer, diz boyu kar. Ebe Hacer Kadın’ı babanla, dayın zar zor eve getirdi. Az acıtmadın canımı, az bağırtmadın beni, ama seni verdiler ya kucağıma... O açmaya çalıştığın çapaklı gözlerinle karşılaştım mı oğlum... İşte o zaman bende ne kaldı sancı, ne de bir ağrı... Baban oracıktan işaret ediyordu. Önce anlamadım, ne diyor diye. Meğer “Boynunu” diyormuş, “donatacağım altınla.”
Sen, 7-8 yaşlarında bir gün yine bahçede top koştururken, babanla kavga ettik be oğlum, belki de ilk kez.
Baban dedi ki “Bu bizimki, futbolcu olacak kesin.”
“Hadi oradan, bey,” dedim, “Ben oğlumu koşturmam tüm hayatı boyunca bir top arkasında. Ne olursa olsun da, aman topçu olmasın. Baksana elinden kitap da düşürmüyor. Yine hoca hanımdan almış, eve bir sürü kitap getirmiş. Okuyacak bu çocuk, bak göreceksin sen de. Aman elleşme, aklını da çelme.”
Okudun evladım. Hem de çok güzel okudun sen.
Akşamları, mahallenin tüm çocuklarını etrafına toplardın; “Ahmet Abi, şuna yardım et, bana bunu anlat, ödevim var yapamadım” diye sararlardı etrafını.
Bizim köyde hoca dediğimiz, her şeyi danıştığımız, evliya gibi gördüğümüz Hasan Ali Efendi, ben bir gün çeşmeden su alırken yanıma geldi.
“Fatma Hanım, eşine de söyle” dedi, “Sizin bu oğlanda çok ama çok iş var. Şehirden kitap sipariş ettim, sakın söylemeyesin haa! Ona sürpriz olacak...”
Ah be oğlum, imkânlar çok sınırlıydı buralarda, seni hakkını vererek okutamadık. Şehre, büyük okullara yollayamadık.
Senden sekiz sene sonra, bir de kızımız oldu ya bizim; Zeynep... Aman, sayende ben ne rahat ettim bir bilsen.
Seyrederdik babanla, senin kardeşine nasıl baktığını. Baban derdi ki, “Hanım, sakın ha! Zeynep nasıl büyüyecek falan diye dert etme, bak abisi her daim yanı başında...”
Liseli günler
Lise diplomanı aldığın gün, kollarımızı kabarttın, a be oğlum. Senin adını ilk başta okudular.
Baban bir an dedi ki, “Bak ilk bizimkini dediler acaba bi halt mı etti?”
Meğer şaka yapmış, okulunu birinci olarak bitirmişin, benim güzel oğlum.
Senin okulu birincilikle bitirdiğini duyan kim varsa hayırlı olsuna geldi.
Hep beraber, tüm mahalle doluştuk bizim bahçeye. Konu komşu ne pişirdiyse getirdi. Yedik, içtik eğlendik.
Baban, ilk kez rakı satın almıştı o gün, “Hanım kutlama gecesi bu gece” dedi.
Akşam yemekte, alt sokakta oturan Hatun Hanım beni sıkıştırdı durdu, bütün gece. Kızı var ya Esma...
Ben de pek gururluyum, dedim ki, “İnşallah Hatuncuğum, artık gençler karar versin.”
Haa, sen de az değilmişsin meğer. Esma’yı da beğenirmişsin.
Üç beş güne kalmadı, anladım ben de durumu. Dayanamadım, babana da çıtlattım. Baban da dedi ki, “Kısmetse olsun inşallah. Hele bizim oğlan bir askerliğini yapıp gelsin de...”
O gün geldi. Seni askere yollama günü.
Çok zor geldi be oğlum senden ayrı kalmak, sadece bir süreliğine olsa da.
Hep düşündüm, seni yolcu ederken; orada yer mi, içer mi, karnı doyar mı? Başı ağrısa, eline bir hap verirler mi? Bizimki alışıktır, her gün yıkanmadan rahat etmez, kitapları, kalemi, kâğıdı başının ucunda olmasa ne eder diye...
Baban daha rahattı benden, bütün gece bağrındı durdu. “Oğlum asker” diye...
Ve askerlik
Günler çok zor geçiyordu sen yokken yanımızda. Çok özlüyorduk seni. Ortalık da karışıktı ya, ne zaman televizyonu açsak benim kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu, bugün de şehit verdik mi diye...
Anayım ya a be oğlum... Gelmene 10 gün kala ateşler düştü yüreğime.
Geceleri gözüm uykusuz, gündüzlerim ise sanki kâbus.
Baban senin için hazırlık yapıyordu, geleceksin diye. Ben ise büyük bir belirsizlik yaşıyordum.
Sanki içim diyordu ki, “Ahmet bir daha hiç geri gelmeyecek.”
Sonra dedim ki kendime, “Saçmalama, yine yapıyorsun vesvese...”
Baban, yine bir şişe rakıyla geldi eve, şaşırttı beni. İçmezdi ki normalde. “Bu ne?” dedim. “Oğlumun gelişini kutlamak için” dedi. Koydu buzdolabına.
Akşam, nohut pilav yapmıştım. Geçtik masaya, açtık haberleri. Tam babanla Zeynep, turşumun kötü olduğunu tartışırken, sesimiz soluğumuz kesildi hepimizin.
İsimler okudular oğlum, televizyonda. Senin adını, soyadını duyduk. Ben bağırdım, oğlumun adını söylediler diye.
“Doğru mu?” dedim, babana baktım. O koca adam sandalyesinde değildi, yere düşmüştü.
Evin dışı insan sesleri, çığlıklar... Sonrasını ben, uzun süre hiç hatırlayamadım be oğlum...
Ayakta durmak için çok savaş verdik. Olmadı be koçum.
“Şehit oldu, ülkesi uğruna öldü, gurur duy” dediler. Olmadı be koçum!
Elbette, her şey feda olsun şu vatana ama işte evlat başka.
Öyle büyük bir acı ki bu, gözün ne vatanı görebiliyor artık, ne de önünü... Çok zor be evladım, çok zor...
Güzel uyu benim melek oğlum. Güzel uyu.
Paylaş