Paylaş
Öncelikle makyaja olan merakım, ilgim nasıl, ne zaman, nereden ve niye peydahlanıverdi onu anlatayım sizlere.
İlk olarak kendimi makyajsız, maymundan hallice ama makyajlı “vay be Ayşe” şeklinde algılamamla birlikte bu rengârenk dünyaya dalıverdim.
Dalıverdim dediysem, dalabilmek için çok debelendim ama yaş 13 olduğundan her seferinde ana, baba engeline takıldım.
Ama benim adım Ayşe, kolay kolay pes etmem öyle, başladım kendimce çareler üretmeye.
İlk olarak annemin odasına dalıp 13 senelik hayatımın ilk hırsızlığını yaptım. Bir fondöten süngeri, bir de yokluğu fark edilemeyecek kadar küçük bir allık çaldım.
Sonra bunları doğduğumdan beri yanımdan ayırmadığım bebeğim Zühtü’ye bir ameliyatla monte ettim. Kendisi kumaştan olduğundan arka bacaktan biraz kesip, malları içeri yerleştirdim, iki parmağımın gireceği kadar yer bırakıp geri kalanını diktim.
O akşam bir misafirliğe gidiyorduk ve ben hiç olmadığım kadar kendimi güzel hissediyordum. Çünkü arabanın arka koltuğunda Zühtü’deki mallarla çaktırmadan yanaklarımı boyuyordum.
Arabadan inince babam; “Kızım artık 13 yaşında oldun, artık Zühtücüğünü evde bırakma vakti geldi bence” dedi.
Ama annem; “Dur ne Zühtüsü, bunun galiba ateşi var. Baksana yanakları kıpkırmızı” dedi ve panikledi.
Ellerini suratımda gezdiren anacığım ateşim olmadığına sevindi ama ellerinin boyanmasına, yanağımdaki allığa aynı sevinci göstermedi.
“Bu ne Ayşe?”
Ay sanırsınız, namus gitti elden. Bin tane laf işittim ve bir süreliğine makyaj yapmaya ara verdim.
Tabi ki bu arada boş durmayıp yanaklarım için çareler aramaktaydım.
Ve buldum. Gezmeye giderken yine arabanın arka koltuğunda yol boyunca başladım yanacıklarımı sıkıp mıncıklamaya...
Ay bir kızarıyorlardı inanamazsınız vallahi, üstelik ellediğinde de suç yok, ar namus yerinde.
Baktım yavaş yavaş dönüyor normale “mıncıkla Ayşe mıncıkla” şeklinde takıldık bir süre.
Bir süre takıldık dedim çünkü her gün arka arkaya bu kadar çok mıncıklayınca ten tabi verdi tepki. Benim yanaklar dönüverdiler mor renge. Ana da tuttu kolumdan, doğru doktora; “Ay doktorcum, bunun yanaklar hep böyle mosmor, nesi var acaba?”
Kimseyi üzüp uğraştırmayayım dedim ve itiraf ettim; “Ben mıncıkladım” diye. (İlk psikolog ziyaretim de o günlere rast gelir)
Neyse geçti seneler, oldum bir genç kız. Sabah aynaya bakıyorum yine maymundan hallice ama sonra bir boyanıyorum Allah sizi inandırsın ben diyeyim Angelina, siz deyin kimi isterseniz.
Bir de zayıfladım mı? Zayıflarım tabi, okul harçlıklarını makyaja yatırmaktan, koca bir yılı aç geçirdim, hiç unutmam.
Biraz daha büyüyüp harçlıklar da çoğalınca biraz da babamı daha sık yolmayı başarınca, benim oda oldu makyaj salonu. Aman Allah’ım isterdim görmenizi. Yok yok, daha da abartıyorsam ne olayım.
Her geçen gün makyaj becerimi de başladım geliştirmeye. Kalın burnuma koyu renk kalemle gölge yapıp incecik göstermeyi becerdim. Gıdığımı iki gölge hareketiyle yok ediverdim. Dudaklar hem beyaz kalem, hem ten rengi, hem de kahverengi kalemler yardımıyla oldu fırtlak fırtlak.
Kendimi nasıl güzel hissediyordum, size anlatamam.
Ve yaş 19, bir gün yine boyanmışım olmuşum taş(!!!) alışveriş yaparken bir adamı cezbediverdim, zavallım dayanamadı kapıldı bana, 6 ay sonra da evleniverdik zaten, anlayın artık o derece yani işte.
Çıktı mı benim koca naturellikten yana, “sade daha güzelsin” diyip durdu mu defalarca?
Makyaj malzemelerine harcadığım paralara başladı mı bas bas bağrınmaya?
“Boyanmazsam çıplak hissederim kendimi, yeni çıkan bir malı almazsam da hasta olurum valla” dedim ama dinletemedim.
Gündüzleri sokağa bordo rujum, siyah eye linerimle çıkıp onun geliş saati eye lineri silip dudağımı da ten rengi tonlarına boyayıp bir süre öyle takıldım. (Yavaş yavaş hem sinir olmaya, hem de yorulmaya başlamıştım. Ulen makyajsız bir halta benzemiyorum, ondandı derdim, makyajsız taş bebek suratlı olsam ben de bin saat uğraşmazdım herhalde.)
Ayrıca çok da güzel makyaj yapıyordum, düğüne derneğe gidecek eş dost hep bana gelirdi, boyar boyar yollardım, böylece içimdeki bastırılmış duygularım da rahatlarlardı.
Sonra yıllar geçti, ben de yaş alma emareleri boy gösterince koca bana karışmaz oldu, boya küpüne düşsem ses çıkarmadı.
Ama benim tıpatıp aynım, aynı huyda aynı suda bir 13’lük, yani kızım babasına ve bana bir gün rimel ve rujla yakalandı.
Ben; “Daha çok gençsin, çabuk sil o suratını, bir daha görmeyeyim” dedim.
Babası daha fazla tepki gösterip cezadan falan bahsetti. Neyse öyle böyle konuyu kapadık, krizi atlattık.
İçeri gidip Begüm’ü yanıma çağırdım.
“Kızım sen ne yaptığını sanıyorsun ha?”
“Ne var ki anne bunda?”
“Çok şey var; bir kere yeşil rimel olmamış ya mavi ya siyah süreceksin ki turuncu ruj dişleri sarı gösterir, ten rengi ve vişneçürüğüne takılacaksın, ha bir de babanın geliş saatlerine dikkat et, ikinci sefer yanarız valla”
Çocuk şok olmuştu. Ben ise onu o kadar iyi anlıyordum ki sarıldık ve benim makyaj inime gittik, kullanmadıklarımdan kızıma bir koleksiyon yapayım diye.
İşte böyle öpüldünüz benim canım okur dostlarım.
Meraklısına not: Hala kokoşum.
Paylaş