Paylaş
Yorgunluk diyorum çünkü bir kere daha, kati olarak anladım ki; Türkbükü’nde dinlence mümkün değil.
Ha kendimi tutamadım da her gece sabahlara kadar o bar senin bu bar benim gezdim sanıyorsanız yanılıyorsunuz. İlk geceki bir saatlik Mipahoy maceram dışında sadece bir gece Fatih Ürek’e gittim, onun dışında burnumu otelden dışarı çıkarmadım.
Eee o zaman neden dinlenemedin derseniz cevabım şu; su uyur Türkbükü uyumaz.
Öğleye kadar kafanı dinledin dinledin, yoksa akşamüstü saat dörtten itibaren Türkbükü akıllara zarar. Neymiş “happy hour” yani “mutlu saat”. Akşamüstü oldu mu çevredeki tüm barlar adeta birbirleriyle sözleşmişçesine aynı anda basıyorlar müziği ama ne müzik; ses sonuna kadar açık, bangır bangır bağırıyor ve çalanlar hep aynı ritim; “cıstak cıstak”.
Müziğin başlamasıyla, tüm gün boyu çoğunluğu akşamdan kalma olduğundan yerinden kalkamayıp şezlonglarda yatan çıtırlar, tüyü yeni bitmiş genç adamlar, estetiğe bir dünya para döktüğü belli olan orta yaşlı hatunlar ve saçlarına ak düşmeye başlamış, çoğu eşlerinden ayrılmış, çapkınlığa gelmiş orta yaşlı adamlar bir anda canlanıyorlar. Nedeni de malum “happy hour” dedin mi içki zamanı demek, ee akşamdan kaldığına göre de çivi çiviyi söker hesabı, attın mı iki tek, bir gece önce kaldığın yerden devam etmece.
Erkeklerin işleri her zaman olduğu gibi kolay, yine üstlerinde ne varsa aynı şort aynı mayoyla mutlu saatlere katılmaca. Ama kadın ve çıtır kısmının işi hayli zor, çünkü mutlu saatlerin mayoları, bikinileri özel. Genellikle tercihleri mayolar, renkler ya siyah ya beyaz ve hepsi çok seksi, üzerine de pullu payetli pareyo şart. Bir de illa ki ruj, bunlar yoksa karizmanın çizilmesi an meselesi.
İşte millet böyle mutlu saatlerde, iskele üzerinde taa sabahın dördüne kadar, hoplayıp zıplamaya başlayınca senin de tatil bitiveriyor orada.
Şimdi diyeceksiniz ki “Eh sen de Türkbükü’nün böyle olduğunu bilmiyor muydun ki gittin orada bir otele yerleştin, salaklık sende.” Ben de diyeceğim ki salaklıktan değil arkadaşlar benim de çıtır bir kız çocuğum var. Kızcağız haliyle eğlenmek istiyor, tüm arkadaşları buralarda.
Eee hal böyle olunca benim adım olur “anne jandarma”.
Türkbükü’nü kollamakla yükümlü olan bir jandarma ekibi var, altı kişiler. Sabahtan başlıyorlar sahilde dolaşmaya, ertesi sabaha kadar da bir o tarafa bir bu tarafa, hiç durmadan görev başındalar. Ben de onlara benzedim.
Bir ara kızımın arkadaşları geldiğinde ve gece dışarı çıktıklarında, bir o yana bir bu yana başladım sahil boyu dolanmaya, “Tamam şu anda şu bardalar, Begüm kola içiyor, dur bakalım Elif ne içiyor, hımm o da soda, helal olsun kızlara. Aaa dur bak garson geldi Kaan sipariş veriyor, ay umarım içki değildir.” şeklinde bir nevi dedektiflik yapmaya.
Yine böyle bir gece oturmuşum bir sandalyeye, çocuklar göz hapsimde, bir baktım bizim muhteşem jandarma ekibi yanı başımda. Hemen daldım lafa “Sayın komutanım nasılsınız?” diye. Başladık sohbete, dertleşmeye.
Komutan dedi ki “Ben bir süre daha buralardayım, sonraki görev yerim muhtemelen doğu, iki çocuğum var. İnşallah sağ salim gider gelirim.” O sırada komutanın yanındaki jandarma eri de girdi sohbete; “Ben yeni geldim buraya” dedi “Daha önce Bodrum’a gelmemiştim, buradan önce Şemdinli’deydim.”
Merak içinde sordum “Peki Şemdinli’den sonra burada olmak nasıl bir duygu?” diye. “Valla hanımefendi inanın şoktayım; orada silah sesleri, burada müzik sesleri, oralarda acı korku, burası sanki başka bir dünya, sanki Türkiye değil.”
Detaylara girmeyeceğim ama gözlerim yaşardı, sadece iyi ki varsınız diyebildim. Ben de onlara biraz kendimden bahsettim, anne jandarmalığımdan. Yürekleri o kadar büyük ki, “Senin kızın bizim kızımız” dediler. “Sen sadece bize hangisi olduğunu göster, sonra da git oteline, hiç aklın kalmasın, evvelallah biz hep buralardayız.”
İstanbul’daki müziğin erken kesilmesi durumu bu sene Bodrum’da da geçerli, en geç üçte müzik susuyor, tam kıvama gelmişlerken. Tabi ki eğlenmeyi seven, gececi tatilciler bundan hiç memnun değil. Onun da çaresi bulunmuş, Türkbükü’nde kapalı diskolar peydahlanmış, üçten sonra oralara gidiliyor, sabahın altısına, yedisine kadar.
Ha kapalı yere tıkılmak istemiyorsan da sokak çalgıcılarına takılıyorsun, sabaha kadar iskele üstü fasıllar yapılıyor.
Olan kime oluyor? Tabi ki yine bize, yatağa yattıysan bile uyuma ihtimalin sıfır, sağa dön sola dön kafana yastıkları geçir, pikeyle başını sar derken zaten oluyor sabah. Ama her ne kadar tam dinlenemediysem de, evimdeki sessizliğe hasret kaldıysam da, şu on gün benim için çok özeldi.
Çünkü:
1)17 yaşındaki ergen kızımla 39’luk menopoza doğru ben, ilişkimizi kankaya bağladık. Boşa güreştiğimiz günlere güldük. “Anne bana her konuda güven” dediğinde, ne kadar haklı olduğunu ve ona rahatlıkla güvenebileceğimi anladım. İlk kez kızımın biri için kalbinin hızla atmasına şahit oldum, ilk kez kalbimin birisi için hızlı attığı günlerim aklıma geldi.
2)Fidel Osman: Bu sene seni daha da yakından tanıma fırsatım oldu, sen çok özel bir adamsın. On gün boyunca kendi otelimde kalıyor hissettim kendimi, ilgine sonsuz teşekkürler. Sabahlara kadar yaptığımız sohbetler, babamla ilgili anıların benim için çok özel. Şu kitabı yazmaya devam et, yoksa iki elim yakanda bilesin.
3)Gül Abla: Hayatta hiçbir karşılaşma tesadüf değilmiş ya, bence de öyle, iyi ki hayatıma girdin. Bir ömürlük şey paylaştık seninle şu on günde, sırdaşım oldun canım oldun ve hep öyle olacaksın.
4)Otel ekibi: Hepiniz cansınız, bana dediniz ki otele renk katıyorsun. Esas sizler benim tatilime renk kattınız; Sema, Hasan, Uğur, Nurten ve diğerleri, şimdiden özledim sizi, ben giderken bana verdiğiniz begonvilleri babamın kitabının içine koydum.
5) Gül Ablamın kardeşi: Benim diğer gülüm, soyadını yazmıyorum sansasyon olmasın diye. Üç çocuklu, bol torunlu dünyanın en güzel anneannesi nam-ı diğer babaannesi. Seni seviyorum bilesin. Su üstü evine her an gelebilirim, yemekler benden güzel kadın.
6)Dev boyu çakmak satan Murat: Murat 15 yaşında, doğulu bir genç adam. Hayatımda gördüğüm en özel adamlardan biri, 5 liralık bir çakmağı satmak için üşenmez yarım saat dil döker, daha doğrusu stand up yapar “Bu çakmak yemeğinize lezzet katar, kocanla aran mı bozuk mumları yakar, romantik yapar, ailene neşe katar, arka tarafındaki ışık, karanlık gecelerini aydınlatır, koca görüntülü bu çakmak boyundan büyük işler yapar”, vs, vs . Ardından Murat bir de türkü tutturur.
Dün gece 18 çakmağını birden aldık arkadaşlarla, Murat’ın suratını, o parayı koklamasını, giderken de “Abla be, ne ailemi ne kendimi dara zora, metre-namerte *!?!*?? ettirmeyeceğim. Allah sağlık versin son nefesime kadar helal için çalışacağım” dedi. Murat be helal sana seni çok sevdim.
7) Üçkâğıtçı piyangocu: Şu tatil boyu bir sana gıcık oldum, adını bilsem aha şuradan yazacağım. İskele iskele gezip “Bugün 10 trilyon çekiliyor, beşinci hafta olduğu için artık katlanmayacak, beş bilen parayı kapacak, hatta kredi kartlı satışlarım var” diye yeme bizi, eşe dosta haber saldım aman ha uyarayım, kimseyi dolandırayım demeyesin.
8)İtiraf ediyorum bu tatilin benim için pek mühim olma sebeplerinden biri de ilk kez kazandığım, kazanmak için ter döktüğüm kendi paramla tatile çıkmış olmamdı. Şimdi anladım paranın kıymetini ve kendi paranı harcamanın hem çok zevkli hem de bir o kadar zor olduğunu. İlk kez hesap gelince içilen kolaları saydım, yenilen dürümlerin adedini. Yapana kızardım bir zamanlar, bu da bana ders oldu. Kıymet neymiş bir kere daha anladım. Ha bir de sanırım bu seyahat bana artık büyüdüğümü anlattı ki bu çok mühim.
Paylaş