Paylaş
Hal böyle olunca, yani ben bir sürü hastalık yaşayınca, tabi ki ne oldum? Bildiniz; panik atak.
Eh panik atak olunca haliyle hem hayat kaliten düşüyor, hem de çevrendekilerin sabırlarını zorluyorsun. Bu sabır zorlamadan en çok pay alan da haliyle eski kocam oldu.
“Çabuk eve gel, ölüyorum.”
“Ambulans çağır, nefes alamıyorum.”
“Beyin kanaması geçiriyorum, bu sefer kesin öldüm, çocuğumuza iyi bak” ve bunlar gibi bir sürü şeyle eski kocamın kafasını yıllarca yedim durdum.
Kendisi ilk başlarda bir kaç sefer panik yapsa da panik atağım tescil edilince artık benim bu hallerimi görmezden, duymazdan gelmeye başladı.
“Ölüyorum…”
“Eh, ne yapalım Ayşe, herkes bir gün ölecek nasıl olsa.” “Şaka şaka, ölmüyorsun; panik atak yine ama bir gün ben öleceğim çünkü çok sıkıldım yaaaaaaa”
İşte bu şekilde yuvarlanıp giderken, bilmem kaç sene evvel bir temmuz ayı, Antalya’ya seyahate gidelim dedik. Tatilde her şey cillop tadında devam ederken olan oldu yine.
Sabah bir uyandım ana, her şeyi iki tane görüyorum. Şimdi ana diyorum da o zaman korkudan altıma ediyordum tabi ki. Başladım bağırmaya; “Savaş uyan, ben çift görüyorum.” (Kocanızı çift gördüğünüzü düşünsenize esprisi yapmadan geçemeyeceğim)
“Of Ayşe of, ne var yine? Ya hu bari seyahatte bir dur be kadın.”
“Savaş bu şaka değil, valla çift görüyorum ben.”
“Ben mi dedim sana bir şişe şarap iç diye, yat uyu geçer; şaraptandır.”
Adamı bir türlü ikna edemedim, malum adım çıkmış dokuza, inmez sekize. Kolumdan çeke çeke beni kahvaltıya götürdü. Çift görüyorum ama diye ağlamaya başlamıştım ki suratıma bakıp; “Hemen hastaneye gidiyoruz” dedi.
“Aaa niye?”
“Meraklanma ama gözün kaymış Ayşe, inanmadım sana kusura bakma ama korkma canım, tamam mı?”
“Mok korkma! Çift görmek beyinde bir halt olduğuna işarettir!”
Hastaneye vardık, hemen beyin mrı ve tahliller... Bir ara bir doktorun kocama; “Muhtemelen pıhtı atmıştır, yani anevrizma” dediğini duydum.
Çığlıklar içinde mra girdim, “Buraya kadarmış Ayşe” dedim.
Mr bitti, incelemeler yapıldı, tahlil sonuçları alındı. Sonuç; beyinde ve kanda hiçbir şey yok, her şey normal, doktorlar şokta. Eeee peki o zaman neden gözlerim kaydı ve çift görüyorum, işte buna kimse bir cevap bulamıyor.
Cevabı kocam buldu, hem de internetten. “Bunun adı; Miller Fisher Sendromu.” (Ballı herif kendi adını vermiş, o da aynısını yaşamış, biraz erken davransaymışım şimdi bu sendrom benim adımla anılacaktı)
Bağışıklık sistemi zayıflayınca gelirmiş bu sendrom, çift görürmüşsün ve kaslarda güçsüzlük olurmuş. Ben zaten çift görüyordum, kaslardaki zayıflık da iki güne kalmadı, geldi.
Kalem tutmak bile zor, bir de denge olayı fena. Zaten dengesiz bir tiptim, hala da öyleyim, hastalık sırasında tümden dengesiz oldum çıktım.
Beni bisiklete falan oturtun, tak yerdeyim. Merdiven çık deyin; “Haha oldu” diyeyim. Öyle salak bir durum işte. Neyse gelelim sadede, altı ay çift gördüm sevgili okur dostlarım, bir gözümü kapayınca tek görebiliyordum. Bir gözlük aldık, tek camını siyaha boyadık, altı ay onunla takıldım.
Peki, bu zıkkımın kökünden bana miras kalan bir durum var mı? Var; denge.
Şu anda da beni bisiklete koy, yerden toplarsın. Hadi bisiklet hayatımda yok da merdiven dedin mi bitiyorum işte.
Eeee peki nereden peydahlandı şimdi bu yazı, denge, merdiven falan olayı? Şuradan;
Cumartesi günü telefonum çaldı, arayan Figen; kankam.
“Ayşe galiba bu sefer aradığım evi buldum, benle gelsene ne olur, sana göstermek istiyorum.”
“Tamam” dedim, gittim. Gittim, bir de ne göreyim; hatun İstanbul’un en yüksek binalarından birinin 16. katındaki daireyi beğenmiş. Neyse o yükseklikten korkmuyorsa no problem.
Asansöre bindik, daireye vardık. Ay bayıldım valla billa güzeldi, fiyat da makul. Ev sahibinin bu binada 56 dairesi varmış, kira da uçmamış. (Allah’ım bizlere de nasip eyle, bir tane de olsa yeter, fazlasında gözümüz yok, değil mi sevgili okur dostlarım?)
“Kaçırma bu evi, valla güzel”
“Beğendin değil mi? Ben de bayıldım valla Ayşe, dur emlakçıyı arayayım hemen.”
Arkadaşıma hayırlı uğurlu olsun dedim, evden çıktık, asansörün önüne gelip düğmeye bastık. Evet, tahmininiz doğru, asansör de tık yok. Arkadaşım cep telefonundan bina güvenliğini aradı, cevap;
“Yetkili servisi aradık, yoldalar.”
Başladık beklemeye, bekle bekle bana sinir geldi; “Hadi, bir daha ara, bakalım vaziyet ne?”
Güvenlikten cevap;
“Bir parça değişmesi gerekliymiş ve ellerinde yokmuş. Başka bir bayiden temin etmeye çalışacaklar, eğer o da olmazsa, yurt içindeki diğer bayilerden isteyecekler ama o da bugüne yetişmeyecekmiş. İsterseniz hiç beklemeyin, merdivenlerden inin.”
“Ohoo anasının nikâhı, kalk Ayşe, merdivenlerden inelim.”
“Figen şaka yapıyorsun herhalde, ben bir katı zor inerim, o da tutuna tutuna birine, 16 kat delirdin galiba!”
“Eee ne yapacağız o zaman?”
“Bekleyeceğiz.”
“Kızım ellerinde parça yoksa neyi bekleyeceksin?”
O an aklıma Levent sanayideki arkadaşım geldi.
“Alo, bak şimdi, durum bu…”
“Tamam, ne parça eksikmiş öğren, araştırtayım.”
Güvenliği aradık;
“Yetkili servisten bir arkadaşla görüşebilir miyim?”
Görüştüm, Levent sanayideki arkadaşın numarasını verdim, başladık beklemeye.
Figen; “Sen valla delisin” falan derken, güvenlik aradı; Ayşe Hanım’ın arkadaşı aranan parçayı temin etti, yarım saate burada olacak, en fazla bir saate asansör çalışacak.”
Ben Apaçi dansı yaparken Figen; “Valla senden korkulur kızım, halledemeyeceğin iş yok senin” diye iltifat etti.
“Yok, tabi ki oradan girer, buradan çıkar, hallederim.”
Tekrar eve gittik, yere oturduk, halimize gülüp eski günlere dair muhabbete girdik. Baktım hava kararıyor, manzara desen peh peh peh…
“Figen ya benim cafesi olan arkadaşım var ya, onu arasam mı? Yakın da buraya, bize bir şişe şarap, biraz peynir yollasın.”
“Ayşe delirme!”
Delirdim, zaten de deliyim. Arkadaşımı aradım, şarap ve peynir geldi.
16, bunları bize ulaştırmak için tam 16 kat tırmanan genç adam Ali Özsoy’a sonsuz teşekkürler. (Bak Ali yazacağım dedim, yazdım seni.)
Şarap marap derken bir baktık saat dokuz olmuş, asansör çalışmaya başlayalı da en az iki saat ama dünya umurumuzda değil, iki arkadaş bağdaş kurmuş, şarap içip dertleşiyoruz.
Figen’le üniversiteden beri arkadaşız, beraber gitmediğimiz, gezmediğimiz ülke, lokanta, o, bu yok denecek kadar azdır ama hiçbiri bu seferki kadar keyif vermemişti. Sağol Miller Fisher.
Paylaş