Paylaş
“Biri Beni Gözetliyor”dan hiç farkı yok ki! Sürekli takiptesin; aşağı tükürsen sakal, yukarısı bıyık mıydı, ne, onun gibi... Kendini yazarsın, yaşanmışlıklarını, kadınlığını... Bir mail gelir, bırak bu işleri bana halkı yaz, politikaya bak, derler... Politik fikirlerini yazarsın, bıktık bunlardan bize hayatı yaz, derler... Ne yazsan yaranamazsın; birileri beğenir, birileri nefret eder... Ertesi gün o beğenen gıcık olur, beğenmeyen seni iltifatlara boğar... Bir kısmı da saldırıya ve yargıya o kadar hazır ki: Yazı yerine “Nutuk”u yayımlasan yine saldırır, “Bu ne lan!” diye...
Politikacılar bile bu kadar azara, tehdide ve kıyamete maruz kalmaz, eminim. Bizlerin mail adresi var ya... Karısına kızan, patronuna kızan hıncını senden almaya kalkar; daha yazını okumadan, söver durur... Bazen ne anan kalır ne bacın; o kadar hain olabilir yani bazısı... Sana yazılanlara bazen cevap veresin gelir, insansın, belki sen de moktan bir gün geçirdin her insan gibi... Yok ki öyle bir şansın; senin adının yanında, yazdığın gazetenin adı var, sorumluluğun var işte... En fazla, dersin ki “Çok ayıp, size hiç yakıştıramadım, sevgiler...” ya da “Okumayın efen’im beni!” gibi...
Yazmaya başladığım ilk günlerde yaşadım bu tip şeyleri; ha, hâlâ yok mu, var; ama, ay boyunca bir elin 10 parmağını geçmez şu sıralar... Ben hâlâ gelen mailleri tek tek okur ve cevaplarım. İlk günler bana gelen, “Sen de nerden çıktın, soyadın ‘Aral’ olmasa nah yazardın (soyadımı kullanmak isteseydim de, bu torpil Hürriyet gazetesinde zaten geçmezdi, bu bir; farz edin ki geçti, salak mıydım ben babamın-amcamın vefat etmesini bekledim; neden onlar hayattayken bu işe girişmedim!)!”, “Patronla aran galiba çok iyi, ‘dahi’ anlamına gelen ‘de’ ayrı yazılır...” ve hatta, yazamayacağım kadar taciz yüklü mail atan şahısları bir bir not ettim defterime... Üç beş de cevap verdim, ne yalan söyliyeyim...
Okur-Yazar Olayı Bir “Sit Com” Gibi...
Bir gün bana inanılmaz güzel bir mail geldi, koltuklarım kabardı ve cevapladım tabi, “Ay ne tatlısınız iyi ki varsınız...” gibi... Sonra bir gün kuzenim benim bilgisayarda temizlik yaparken şöyle, dedi: “Haha, abla sen de kafayı yedin galiba, ‘Aynı şahsa 5 gün önce sıkı geçirip şimdi de teşekkür edip kocaman öpüp iyi ki varsın!’, demişsin!” Bu kadar komik şeyler olabiliyor yani...
Hürriyet’te yazmaya başladığım ilk günlerde bana gelen bir iki mail üzerine oturup ağladım bile: “Ay, dedim bi durun yaa; ben daha yeni geldim, bu saldırı niye!” (O saldıranlar şu an en iyi okuyucularım; o da başka...) Anneme, kardeşime, arkadaşlarıma dert yandım; ama onlar tabi ki kesmedi beni, bu konuda tecrübeli değiller çünkü... Aklıma, daha bana ilk gün hoş geldin, diyen “Dört Yapraklı Yonca” geldi (Tokbaş)... Yonca’ya mail attım, dedim ki: Durum bu, saldırıyor bazısı bana, şöyle böyle, diyorlar, moralim bozuldu; sana da böyle şeyler oldu mu? Yonca’dan cevap geldi: “Ayşe, bunlar ne ki!” dedi; birtakım şeyler anlattı ve “Meraklanma, dertlenme sen yoluna devam et!” dedi...
Not: Kendi kendime güldüm şimdi, insanların köşe yazarlarından ne çok beklentileri var, diye... Korkar oldum valla, yarın öbür gün üst kattaki komşu çağıracak beni: ”Hey, sen, köşe yazarı kızım; bi zahmet bakkala gidip bana iki ekmek, 12 tane de yumurta al getir!”, “Güzel yazmışsın Allah’a emanet ol!”, “Bu ne biçim yazı, Allah tependen baksın e mi!” (Köşe yazarı joker, her yerde geçer [tepe tepe kullanın yani])...
Halkın saati saatine uymaz! Der ki: “Sana ne el âlemin özel hayatından, yazma bunu!” falan filan... Aynı şahıs, yarın yine yazar sana, “Ay canım benim, Ahmet’le Ayşe beraber mi, bilgin vardır senin; meraktan çatlıycam, cevap versene bana canım yazarım!” diye...
Not 1: Köşe yazarı, kesinlikle psikoloji okumuş olmalı; insandan anlamalı...
Not 2: İlk yazmaya başladığım günlerde, bir kişi bana sürekli mesaj attı durdu; son derece efendice ve asil: “Hanımefendi, “de”ler “da”lar... o kelimenin gerçeği şudur budur, gibi... Kendisi, yurtdışında yaşıyor... Ben de iyi yerlerde okumuş, çok okuyan ve bunlara da dikkat eden biriyim güya... O dedikten sonra daha da çok dikkat ettim; hatta yazılarımı arkadaşım olan bir öğretmen ve bir yazara edit ettirdim. Beyefendi, yılmadı ve yine devam etti imla hatalarına dair... Tabi ki artık pek hata kalmamıştı; ama o yine de bir virgüle bile takılmaktaydı: “Sayın hanımefendi-köşe yazarım, burada virgül koymak kanımca pek doğru değil, olabilir ama olmasa daha iyi...” Artık sabrım taştığından, ben de kendisine şöyle bir mail attımmm: “Sayın beyefendi, valla bizden bu kadar! Üç kişi uğraşıyoruz, hata olma sın, diye; ama maalesef başaramıyoruz işte! Bundan sonra yazılarımı size yolluyorum: pazar, salı, perşembe ellerinizden öperler; müsaadenizle...” Şaka değil, o gün bu gün yazılarımı Hollanda’da yaşayan bilirkişi Kemal Kırar edit etmekte...
Not 3: Geçenlerde bana bir mail geldi, “Ayşe hanım, ben bir bankada çalışmaktayım, maaşım belli, memurum yani... Sizi samimi bulduğumdan sormak istedim, ne kadar maaş alıyorsunuz?” diye... Niye soruyorsunuz, dedim; kadının yaşı memurun maaşı sorulmaz, di mi yani! “Ay ne şekersiniz, ne olur söyleyin!” dedi... Ben de dedim ki şu an haftada üç yazdığım için 10 bin dolar alıyorum; ama patron her gün yazmamı istiyor. Eğer, evet, dersem sanırım olacak 20 bin dolar! “Tahmin etmiştim...” dedi, bu işte çok para var; siz bunu alıyorsanız demek... Ayşe Arman falan ayda 50 bin dolar alır; karar verdim, köşe yazarı olucam!” Ay, dedim âlemsin; sen bankacısın ya heralde alışmışın büyük rakamlara... İşin aslını söyliyeyim sana, hiçbir şey dışarıdan görüldüğü gibi değil, ustalar ne alır bilemem; ama benim aldığı m, senin maaşına, yani memur maşına eşit. Ha, bana desen ki böyle koca bi gazetede bu paraya mı çalışıyorsun, diye... Bende sana derim ki bedavaya da çalışırım; hatta üstüne para bile verebilirim yani...
Not 4: Soruyorsunuz hep, “Hıyar ve Çilek” devam etmeyecek mi, diye... Edecek, etmez mi; daha yeni başladık kızarmaya!
AYŞE ARMAN...
İlahi sevgili dostlar... Gelen e-postalar arasında bazen öyleleri var ki şaka gibi... Bu hafta bir vatandaş bana kafayı taktı! Sağ olsun, gece-gündüz taciz etti: çiçeği elinde, kalemi burnunda... Ben de kendisiyle kıyasıya bir savaşa girdim. Ne zaman posta yollasa cevapladım. Neler yazdı bana neler! “Sen git sex yaz!”, “Sen ne anlarsın halkın derdinden!” gibi... Tabi ki tüm yazdıkları bu kadar efendi değildi... Sonunda, sabrım taştı: Bana baksana sen, dedim; sen gerçekten benim yazdıklarımı okuduğuna emin misin; sanki, ortada bir hata var, gibi!
“Evet, len salak mıyım ben!” dedi, “Seni Türkiye’de okumayan var mı?” Hah, tamam işte, dedim; sana link’imi veriyim, sen git beni oku ve gel, sonra kaldığımız yerden devam ederiz... Ertesi gün bir posta geldi kendisinden: “Ya, ben salakım, of ya ne yaptım; ben sizi Ayşe Arman sandımmmm!!!” Anlamıştım zaten, dedim; çünkü bana dedin ki seni okumayan var mı!? “Ay, mütevazılık yapmayın, siz de çok okunuyorsunuzdur!” dedi... Özür faslından sonra, başladık konuşmaya... Dedim ki niye bu siniriniz Ayşe Arman’a?
“Hep sekse dair yazıyor, kadınları kışkırtıyor!” dedi...
Etrafınızda, Ayşe Arman’ı okuduğu için kışkırtılmış, yoldan sapmış var mı, dedim.
“Var, valla; en yakın örneği de kuzenim S.” dedi...
Ne yaptı kuzenin, diye sordum:
“Daha ne yapsın; tam da dayım allem etmiş kalem etmiş, görücü gelen oğlanla sözü kesmişti... Bizimki çıktı dedi ki: ‘Ayaklarımın üzerinde duruyorum, işim var, paramı kazanıyorum; sevmediğim adama varmayacağım!’ Düşünebiliyor musunuz Ayşe hanım, aile karıştı!”
Vah vah, dedim; haklısın, durum fenaymış!
“Ya, bir tek o değil ki!” dedi... “Bizim Ali var, mahallede bakkal; geçen gece kavga çıkmış evde...”
Aaa, niye?
“Karısı, demiş ki Ali’ye: ‘Artık sana kocacığım yerine sevgilim, diyeceğim Ali’cim!’ Mahallenin kuaförü de kapısına kâğıt astı: ‘Ayşe Arman saçı yapılır.’ diye... Kestiremeseler bile, her kadın sarışın oldu bizim mahallede! Örnekler bitmez; az kaldı anam bile yoldan çıktı-çıkacak; fena yani bizi mahallenin hali! En son şimdi para biriktirmeye başlamış tüm hatunlar: ‘Dubai’ye ziyarete gidicez Ayşe’yi.’ diye... Kendisine posta yollayınca cevap vermiyor, sen bari iletiver Ayşe hanım...” Of, dedim haklısın, durum gerçekten ciddiymiş; söz sana, ileticem Ayşe’ye... Ama madem seninle bu kadar sohbet ettik, benim de var sana diyeceklerim: Duygu Asena’yı bilir misin?
“Bilmem mi, Allah rahmet eylesin, feminist olan yazar hani!”
Hah, işte evet; ben Ayşe’yi Duygu Asena’ya benzetirim. Açık sözlü, ayağı yere basan, hesapsız kitapsız kadınları da pek severim; bilmem anlatabildim mi!
FATİH ALTAYLI (Dün gece...)
*Taraflı yayın yapar mısınız?
*İyi niyetli bir insan mısınız?
*Niye bu kadar kin dolusunuz?
*Gazetecilik hayatınızın şöhret basamaklarına hangi kanal ve hangi gazetede çıktınız?
*İhanet sadece eşi aldatmak mı?
*Aynı işi yaptığınız insanları arkadan vurur musunuz?
*Gazetecilik anlayışınız nedir? ... ya da var mı?
*Konuklarınıza canınızın istediğini söyletene kadar uğraşır mısınız?
*Dün geceki programın amacı neydi?
*Rol kabiliyetiniz var mıdır? (Ki, bence yok!)
*Sizce biz salak mıyız?
*Kim çekerse oraya mı gidersiniz?
*En iyi patron hep benim patronum mudur?
*Geçmişe mazi, düzülmüşe Niyazi mi, dersiniz?
*İş-aş neredeyse tek eviniz orası mıdır?
Paylaş