Paylaş
Bazı kadınlar sıcak suda haşlayarak, bazıları soğuk suda dondurarak ve bazıları da sıkıp turşusunu kurarak kocalarının bozulmasına sebep olurlar.
Özenilerek hazırlanan her kocanın iyi ve yumuşak olacağı söylenemez. Ancak iyi pişirilmişinin tadına da doyum olmaz. Koca seçiminde ne lüferin gümüş pırıltısı, ne barbunyanın altın yaldız görünümü geçerli değildir. Bunun için çarşı pazar dolaşmaya da gerek yoktur. Genellikle en iyileri kapınızı çalanlardır.
Koca ile sadece siz aynı çatıyı paylaşacağınızdan koca seçimini yalnızca kendiniz yapınız. Ama en yakınınızdaki tecrübeli insanlara da danışınız. Pişirmeyi göze alamayacağınız tipleri asla kabul etmeyiniz.
Koca, porselen bir kapta iyi pişirilse de, elinizde toprak çanaktan başkası yoksa özenle kullanıldığında aynı işi görecektir.
Kocalar canlı canlı pişirilirler. Bazen pişerken tencerenin dışına taşıp yanabilir veya kenarları sertleşerek kabuk tutabilirler. Onları tencerede tutmak için "görev” adındaki zayıf iplikten çok "huzur" ismindeki sağlam sicimle sıkı sıkıya bağlamak gerekir.
Sevgi, saygı ve neşeden oluşan sürekli bir ateş yakılır. Kocanın kişiliğine uygun bir ısı ayarlaması ile ateşe oturtulur. Köpürerek taşarsa üzülmeyin. Pek çoğu iyice pişine kadar sık sık köpürebilir.
Özellikle sirke ve karabiber yerine tatlıcıların "öpücük" adı altında sattıkları şekerden biraz konulabilir. İyimserlik, affedicilik ve güleryüzlülük baharatlarından birer tutam katmanızı tavsiye ederiz.
Ancak bunlar ölçülü ve dikkatlice kullanılmalıdır. Tencerenin dibine oturarak işe yaramaz hale gelmemesi için arada bir hafifçe karıştırılmalıdır. Kıvama geldiğinde muhakkak kendini belli edecektir.
Böyle pişirildiğinde sindirilmesi kolay olur. Ev ateşini soğutmazsanız, bozulmadan istediğiniz süre dayanabilir. Böyle hazırlanmış bir "koca" ömür boyunca tazeliğini koruyabilir.”
Bu yazı 1890 yılında İstanbul’da basılmış “Ta’limul benât” (Kızların eğitimi) isimli eğitici bir kitaptan alınmış. Sevgili yönetmenimiz Ahmet Sarbay da tam senlik diye bana yollamış. Evet haklı, tam benlik. Şimdi de benim koca pişirme tekniklerime bir göz atalım.
BENİM KOCA PİŞİRME TEKNİKLERİM
Demek ki bu yeni bir şey değil, ondokuzuncu yüzyılda bile erkeklerin ham hallerinin yenmeyeceği, kadın elinin değmesi gerektiği biliniyormuş. Aradan biri asırı aşkın zaman geçmiş, ama değişen hiçbir şey yok. Adamlar hala aynı. Sadece pişirme şekilleri teknoloji sayesinde biraz daha çoğaldı. Buharı var, tepe yakısı var, dumansız mangalından çevirmesine kadar bir sürü seçenek var.
Dönelim konumuza...
Bir kere bence kocayı daha koca olmadan, sevgili mertebesindeyken pişirmeye başlayacaksın ki; hem sonra zorluk çekmeyesin, hem de iş işten geçmeden adamın eti yenilir yutulur cinsten mi diye anlayasın. Hatta imkanlar dahilindeysen adamın annesinin mutfağının tadına da bakacaksın. Ne demişler; "Ağaç yaşken eğilir."
Adamı pişirmeye başlamadan önce bir kere kesin terbiye edeceksin. Elbette terbiye süresi adamına göre değişir. Kimini birkaç saat beklet yeter, kimini ise aylarca terbiyede tut tadı bi halta benzemez. Tecrübelerle sabittir.
Yazıda denildiği gibi kadının yanlış uygulayacağı pişirme şekli adamı bozmaz. Hamuru iyi, eti yağsız her erkek eti ne şekilde pişirirsen pişir lezzetli olur. İş ki kaçak ete rastlama!! (Gerçi bazen elin etine en pahalı sosları, en özel baharatları, anasının nikahını ödeyip aldığımız safranı fazlaca kattığımızdan, kendilerini bir anda şatobiryan sanıyorlar o da ayrı!)
Ayrıca pişirme sırasında aceleci olmamak gerekir. Kısık ateşte, saatlerce pişireceksin, sabredeceksin ama sonuç mutlaka beklediğine değecek, bilesin.
Genellikle en iyi kocalar kapını çalanlar olurmuş. Hah işte bakın bu da değişti. Artık erkekler kapı çalmıyor. Biz kadınlar gidip nerede en hıyar onu buluyor, bir de sürükleye sürükleye evimize getiriyoruz. İstisnalar var tabi yanlış anlaşılmasın, hepsine hıyar demedim.
Adamı pişirmeden tecrübeli birine danışacakmışsın. Aman ha sakın! Her tecrübelinin başından en az üç beş erkek kazası geçmiştir. Otomatikman ters etkilenirsin.
Adamdaki lüferin gümüş pırıltısı, barbunyanın altın yaldızı görünümüne de aldanmayacakmışsın. Hahahah... Bizde lüfer kalmadı, tüm denizlerin
içine ettik. Barbunya desen çeyrek altına eş değer, yüzlerini unuttuk. Yani bizim asrın hatunları için böyle bir tehlike söz konusu değil.
Adamları tencerede tutmak için huzur gerekliymiş. Hayır efendim, bugünlerde bu bile yeterli değil. Kaçmasın diye poşete de koysan, içini doldurup iğne iplikle diksen bile et bu işte, kaçıyor bazen elden…
Adama sirke karabiber yerine, öpücük adlı tatlıdan ekleyecekmişsin. Ekliyoruz ama yine nafile... Hem bizim asırda aynı adam kaç değişik evde kaç değişik kadın tarafından pişiriliyor bir bilseniz... Bunun imam nikahlısı var, metresi var, birinci kadını, üçüncü kadını... Ohooo... Say say bitmez. Düşünün işte kaç kadın birden uğraşıyoruz ama bir adamı eti yenir hale getiremiyoruz. Ya da birimizin tarifini bir başkası ele geçirip içine ediyor.
Bir de adam tencerenin dibine yapışmasın diye sık sık karıştıracakmışsın. Ay vallahi sıkıldım. Hiç işim yok da elin adamını yenecek kıvama getirip sonra altın tepside atmacalara ikram edeceğim.
Ben vazgeçtim bu adam pişirmeden. Keyif benim değil mi? Param da var. Gider en pahalı lokantadan, kasları yağ tutmasın diye yıllardır klasik müzik dinletilerek, mısırla beslenerek büyütülmüş, pişirilmiş, yenmeye yutmaya hazır hale getirilmişinden alırım bir tane. Baktım çok beğendim, tadı damağımda kaldı, devam ederim aynı ete. Bir gün gelir sıkılırsam hep aynı eti yemekten, uzarım başka bir lokantaya. Lokantadan bol ne var Allah aşkına…
NOT: Siz olsanız kocanızı nasıl pişirirdiniz?
Paylaş