Paylaş
"Anaaa..." dedim. Al işte, bak gör Ayşe! Böyle boşandım ben diye bin kere yazarsan sonu bu olur. İnsanlar üzüldü haline, düştüler seni baş göz etme derdine, hem de kocanı arayacaklar canlı yayında...
“Opps Ali İhsan bey!" dedim. "Anlamadım gitti, çok mu kocaya hasret gözüktüm size? Ben memnunum halimden, koca moca istemem. Kimseye hesap vermeden hayatı yaşamanın tadına varmışım bir kere. Gecenin bir saati kendime hamburger yaparken, müziği sonuna kadar açıp, o koltuktan bu koltuğa zıplayıp dans ederken “zıbar artık kadın” demiyor kimse..."
“Ayşe hanım siz beni yanlış anladınız. Size eş aramak ne haddimize... Aksine, yazılarınızı okuyor ve sizin engin tecrübelerinizden faydalanmak istiyoruz. Evlenmek, eş bulmak üzere bize başvuran insanlara yol gösterici olmanızı, hata yapmamaları için onları uyarmanızı ve fikirlerinizi belirtmenizi rica ediyoruz.”
O an biraz rahatlasam da bir yandan da düşünmeden edemedim. Ben ne Elizabeth Taylor'um, ne de Seda Sayan… Engin tecrübelerim 18 sene ve tek adamla sınırlı. Ayrıca kelin merhemi olsa başına sürerdi herhalde…
Sonra bir daha düşündüm. Aslında fena da değilim galiba, e-postalar yoluyla kaç okurumun evliliğinin bitmemesi için çabaladım ve çoğuna yardımım oldu. Metres hayatı yaşayan kaç kadına evli erkeklerden uzak durmaları konusunda uyarıda bulundum ve başardım. Aldatan kaç adamın evine geri dönmelerine vesile oldum. Bir hesapladım, yaklaşık 25 kişi... Göze az gelmesin, Türkiye standartlarına göre ve e-posta yoluyla olunca fena rakam değil yani…
Böylelikle havaya girdim, kararımı verdim ve telefonun ucundaki Ali İhsan beye "Geliyorum" dedim. "Ama bir kaç şartım var; şahsıma özel bir oda isterim. Istakoz, şampanya gibi beklentilerim yok, korkmayın. Çay, simit kafi… Ha ayrıca tabi ki en önemlisi, ne düşünüyorsam onu söylerim. Yakışmayan çifte; "Siz beraber olamazsınız" derim. Parasız kaldığı için eş arayana; "Sana iş bulalım" derim. Gencecik insanlar evlenmek için gelirse; “Git önce okulunu bitir" de derim."
Ali İhsan bey, "Aynı kafadayız. Biz de zaten bunu istiyoruz"dedi ve sabah kanalda buluşmak üzere anlaştık.
Cuma sabahı kanala, canlı yayınlarımın iki vazgeçilmezi olan sağ kolum kuzenim Gamze ve sol kolum Pasiflora'mla vardık.
Aman efendim sağolsunlar odamı hazır etmişler. İkramlar, ilgi alaka süper… Bir ara odama seksenlerinde olan bir kadın, bir erkek daldı.
"Hey bacım, yayına kaçta alınacağız? Ha bir de şu yelek sanki büyük oldu bana, ne dersin?" diye…
"Ben anlamam dede" dedim ve gittiler.
Beş dakika sonra yine kapı çaldı. Bu sefer gelen hanım beni almaya gelmişti, canlı yayına son üç dakika diye...
Stüdyoya varınca gözlerime inanamadım. Bir süslenmiş ki, harika... Gümüş varaklı şamdanlar, iki tane taht, mumlar, her yerde fiyonklar, taşlar, pullar…
"Benim için tüm bu hazırlıklara ne gerek vardı?" derken, Gamze beni susturdu; "Sakın pot kırma, sana değil bunlar. Az önce odamıza dalan dedeyle nine canlı yayında evleneceklermiş. Hatta ninenin şahiti de senmişsin.”
Beş, dört, üç, iki, bir ve yayına girdik. Zuhal beni anons etti ve sahnedeki yerimi aldım, daha doğrusu şahit koltuğundaki yerimi... Yetmişlerindeki Nazmiye hanım ve seksenlerindeki Rıfat beyi evlendirdik. Kulağa belki garip geliyor şimdi ama birbirlerine olan sevgilerini ve yaşama sevinçlerini görmenizi isterdim yakından…
"İnşallah bolca çocuklarınız olur, unutmayın en az üç çocuk!" gibi bir potu da kırdıktan sonra bilirkişi koltuğundaki yerimi aldım.
Programın devamı çok hoş geçti. Zuhal de çok şeker bir kadın ve hiperaktif... Pek sevdim kendisini, sağolsun beni de hep onore etti.
Bir ara eş arayan bir amca daha geldi, Turan amca… Eşi vefat etmiş, eşini kaybedeli ne kadar olduğunu sorduğumuzda; "Beş sene, altı ay, oniki gün..." dedi ve ağlayarak başladı aşkının nasıl elinden uçup gittiğini anlatmaya…
İşte o bölümde ben bittim, tutamadım kendimi ve başladım ağlamaya... Ama ne ağlamak, gelip mikrofonumu kapattılar. "Yatışınca açarız" dediler.
Sonra Turan amca yanıma gelip oturdu, başladı yine ağlamaya... Tuttum ellerini ve bir posta da beraber ağladık.
Reklam arası yarım şişe Pasiflora içtim, akan rimellerimi sildim. Bazı şeyler dışarıdan yapmacık durabiliyormuş ama içine girince çok sahiciymiş diye düşündüm.
Program bitti, arabaya binildi. Hem rehavet çökmüş, hem de mutlu bir halde Gamze'nin koluna yaslanıp "İnşallah biz de bu yaşlarımızı görürüz ve biz de onlar kadar hayata tutunuruz"dedim.
Not 1: Bana kızmışsınız; "Herkes çıkacağı programın gününü saatini yazıyor, sen haber vermiyorsun!" diye… Ne biliyim, ben nedense yazmıyorum ama söz, artık yazarım.
Not 2: Bilirkişi koltuğunda belki haftanın beş günü oturacağım, kesinleşirse sizleri haberdar ederim.
Paylaş