Paylaş
Demiştim ya köşe yazarının sayfasının gerçek sahibi her zaman okurudur, dolayısıyla kaldığımız yerden devam edeceğim.
En sonunda kendime oda arkadaşı olarak aldığım Sidem sayesinde ilk kez, Bayan Sayfa’nın kâbus evinde bir gece korkmadan uyuyabilmiştim.
Sabah yine yedide kadının çılgın sesiyle uyandık, bir dilim ekmekli tereyağlı kahvaltının yanına bu sefer aldığım muzları da ekledim. Kadının gözüne soka soka üç muzu yedim.
Sidem’i okula yolladım, kadına dönüp; “Mahsuru yoksa ben bugün evde kalacağım; çamaşır yıkayacağım, saçımı boyayacağım, oldu mu canım?”
Suratıma pis pis baktı ve gazetelerine karıştı. Tek bir pis bakış kendisini kesmemiş olacak ki, bir daha baktı ve “Kalkıp sana çamaşır makinesinin nasıl çalıştığını tarif etmemi sakın bekleme.” dedi.
Ben de Türkçe üç beş saydım ve sonra işe koyuldum. Tüm kirlilerimi, renk ya da cins ayırımı yapmadan makineye tıkıp 300 dereceye getirdim, hatta iyice temizlensinler diye süreyi de 1 saate ayarladım.
Cicilerim çamaşır makinesinde banyo yaparken, ben de saçlarımı boyayayım dedim. Yapay kızıl ben, muzları alırken saç boyalarını da görünce iki paket farklı kızıl tonlarını sepetime eklemiştim. Saçlarımı boyama çabasındayken tüm kuaförlere hakkımı helal ettim, batmadık yer kalmamıştı. Duş bölümünü de halledince ayna karşısına geçip nasıl oldum diye bakayım dedim ve çığlığı bastım. Aman Allah’ım punk olmuştum. Kafam resmen gökkuşağıydı.
Çığlığımı duyan Bayan Sayfa anında yanımda bitti;“Ne var, yine ne oldu?”
“Alın” dedim, “kafam bin renk oldu, bu halde artık okula da gidemem ben”
“Kafandan bana ne, banyoyu batırmışsın, paspaslar kıpkırmızı, aşağı inip bir hesap yapacağım zararımı anında ödeyeceksin.”
Oturdum yatağa, başladım ağlamaya; kaderime, başıma gelenlere.
Sonra aklıma sevgilimi aramak geldi, zaten soracak hesabım da vardı. Gökkuşağı saçlı, ağlamaktan Japon balığı gözlü hale gelmiş ben, yine dere tepe düz gittim, telefon kulübesine varayım diye.
“Alo aşkım, ben çok mutsuzum burada, gelip al beni hemen evlenelim. Ha bir de sen geçen gece nerdeydin, niye evde kalmadın bakayımmmm?”
“Kızım kalkıp gitmişin Allah’ın başka bir ülkesine üniversiteye, yanında bir sürü genç adam, bana hesap sormak sence hak mı?”
Dan......
Aldım mı cevabı, kulübede yere çöktüm. Bir bu eksikti, sevgilim de benden vazgeçmişti. Eeee o zaman, salak bana niye yüzük almıştı?
O hırsla babamı aradım; “Baba bak anama da söyle, şu zıkkım memleketten geri gelir gelmez İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurup sizi ebeveynlikten sildireceğim, çekilir işkence değil bu!”
Babamın cevabı yine aynı oldu, içi duygu sömürüsü dolu; “Senin yerinde olmak isteyen kaç kişi var ah bir bilsen be kızım.”
Gökkuşağı, Japon ben yine çaresiz totoma baka baka geri döndüm kâbus eve. Kapı açılınca bir de ne görsem, pılım pırtım, iç çamaşırımdan kazağıma kadar her şey kapının yanında, hepsi çöp sanki.
“Seni dava edeceğim Türk kızı, çamaşır makinemin sigortalarını attırdın, makinemden dumanlar çıktı ama oh işte kıyafetlerin de artık bebek bedenindeler, bunlara sen değil ancak yeni doğmuş bir bebek sığar.”
Kadına tırnaklarımı gösterip; “Hırrrrrrrrr” dedim, “hırrrrrrrrrr, kork benden.”Artık dayanamayıp söyleyeceğim, aslında bende de biraz vampirlik var, aileden gelen bir hal, fena kan emerim.”
Kadın köpeği üzerime saldı; “Anneni arıyorum, yettin artık.”
Kapıyı çarpıp okula gittim, Figen’i Sidem’i buldum. Ömrü hayatımın ilk panik atağını da orada yaşadım. Bir tıkandım mı; nefes mefes yok, alamıyorum. Revirden bir kadını getirdiler, elinde de bir kesekâğıdı poşet. “Igkh” diyorum, kadın “Poşete önce üfle, sonra bırak nefesini” diyor.
Bir süre sonra kendime geldim ve kızlara dönüp; “Kalkın çabuk kalkın, şehre iniyoruz, bir şeyler yer içeriz, moralim bitik.”
Bir taksiye kızları tıktım ve meşhur bir oto kiralama şirketine vardım. “Araba kiralamak istiyorum, mümkünse direksiyonu solda olsun.”
Kadın salak mısın der gibi baktı. Figen’in kimliğiyle bir araba kiraladık. Sıra geldi benzin almaya. Benzincideki adama; “Hey men, give me some benzin.” dedim ama benim araba benzinle değil mazotla yürürmüş, onu es geçmişim. Tam Londra’ya doğru yola koyulmuştuk ki, arabadan sesler gelmeye başladı ve de bir tekleme.
Tak tuk küt, derken kaldık mı yolun, pardon ormanın ortasında. Cep telefonu denen halt da yok o sıralarda. Kızlar da başladılar bana küfür etmeye. Üç kız başladık mı ormanın içinde yürümeye. Üç saat kadar yürüdükten sonra bir ev ve bir ışık gördük.
Gittim kapısını çaldım. Bir amca açtı; “Her ne satıyorsan bende ondan iki tane var.”
Yok mok deyip derdimi anlattım, derdimi derken sadece yolumuzu kaybettiğimizi söyledim, arabanın içine ettiğimi es geçtim.
Adamcağız Allah’tan iyi niyetli çıktı, bize bir taksi çağırdı. Taksiye bindik, hiç heveslenmeyin Londra’ya falan değil, kâbus eve doğru yola çıktık. Yolda taksiyi bir market önünde durdurdum. İçeri girip 20 paket cips, en yağlısından bolca kuruyemiş, 10 paket çikolata, 20 şişe kadar da bira aldım.
Eve varınca ilk önce yere saçılan kılıklarımı topladım, o sırada kadın salondan kafasını uzattı. Tam Figen de geldi diye laf edecekti ki, tırnaklarımı tekrar çıkartıp; “Hırrrrrrrrrrrr” dedim ve ekledim “Bu gece benimle sakın elleşme, vampir bayramı bu gece.”
Odaya girdik üç kız kafaları çekip; ağladık, güldük. Gecenin bir körü ben olmuşum hafif çakır, merdivenlerden usulca inip Bayan Sayfa’dan gizli ev telefonundan sevgilimi aradım;“N’aber aşkım, hık? Bak aşkım hık, ben burada daha fazla kalamayacağım hık, yarından tezi yok dönmek için her türlü dalavereye başvuracağım, hık. Bekle beni bir haftayı bulmaz yanındayım, gelir gelmez de evlenelim, olur mu sevgilim?”
Not: İngiltere’den kaçış- 5 ve 6’yı da yazıp bu seriyi noktalayacağım.
Not: Bir de ben çok heyecanlıyım, nedenini çok kısa zamanda sizlere yazacağım.
Paylaş