Paylaş
“Nereye?” dedim.
“Fotoğraf çekimine, Kelebek’e...”
Hasta hasta kalktım, gittim, sandım ki iki foto çekip beni postalayacaklar eve...
Aman efendim ne foto çekimi.
Bayağı podyum kurulmuş; çıktık mı podyuma, yürüdük mü manken edasıyla defalarca!
Çıkışta Tülin Şahin’i gördüm. “Gel” dedim, “gel seni bir alnından öpeyim şekerim, bu iş ne zor işmiş.”
Rüyalarım ve ben
Yalanım varsa namerdim canım okur dostlarım, bıktım cidden bıktım. Ben çok rüya görürüm, rüya görmediğim gece yoktur. Her gece ama her gece mi rüya görülür be kardeşim? Tamam, hadi her gece rüya görüyorum ama her gece en az 10-20 değişik rüya görmeme ne demeli?
Bir de rüyalar genelde gün içi düşündükle-rinden ya da aklında olanlardan oluşurmuş, ee benimkiler neden öyle değil? Gecede 20 rüya görüyorsam belki ancak bir tanesinin hayatımla ilgisi var, gerisi ise aklıma getirme ihtimalim bile olamayan olaylardan.
Kaç kere uzay aracı kullandım, kaç kere cinayet işledim, ABD’nin “first lady”si oldum, polis olup suçluları yakaladım, aklımda kalana göre en az 100 civarı çocuk doğurdum. Doktor oldum, şarkıcı oldum, sahneye çıkıp kafama domates yedim, yerin altını kazıp pırlanta ve altın dolu defineler buldum...
Tamam, itiraf ediyorum, hadi arada bir “yahu ünlü bir şarkıcı olsaydım keşke” dediğim, “ah bir define bulsam” diye düşündüğüm olmuştur ama ya gerisi; niye katil olmak isteyeyim ki? (Gerçi gırtlağını sıkmaya heveslendiğim üç beş kişi de çevremde yok değil.)
Peki, rüyalarım çıkar mı? Valla bazısı çıkar, ha çıksın inşallah dediklerim değil ama çıkmasın dediklerim daha çok çıkar. Bir de ters çıkarlar, ne zaman elimde avucumda bol para görsem, ertesi gün illa bir yere para öderim; hem de hesapta olmayan yerlere.
Gelelim rüyaların hayatımı zorlaştıran kısmına yani bazen rüyayla gerçeği karıştırmama... Mesela siz hiç rüyanızda bir arkadaşınızın sizi arayıp “Akşam işin yoksa sana yemeğe geliyorum, şu benim en sevdiğim İzmir köfteni yapsana” dediğini görüp de, gerçek sanıp, ertesi gün kalkıp İzmir köfte yapıp, arkadaşınızı saatlerce bekleyip de, artık saat 10’u bulunca onu arayıp “Neredesin!” diye arkadaşınızı haşladınız mı?
Ve gelelim rüyalarımın bana kazık attığı başka bir duruma; konuşuyorum ben arada sırada. Kocam da “Ayşe gevezeliğin gece uykuda bile devam ediyor” derdi.
“Bin tane aslan getirin bana, hayır bırakın maymunlar uyusun”, “Evet şu an vardım Venüs’e, al tuttum güneşi uzanıp alsana”, “Tamam, şu an inşaatın tepesindeyim, elimdeki arabaları atıyorum sana, tut hepsini sırayla...”
Deli demeyin, bunlar hatırladıklarımın bir kısmı. Ah bir de şu “sabahları rüya yorgunu kalkmak” olmasa.
Deniz Akkaya
Geçen gün bir alışveriş merkezinde iki hanım beni durdurdu; “Sizinle fotoğraf çektirebilir miyiz?” dediler. Ben de “Vay be Ayşe, sonunda sen de ünlü oldun, bak seninle fotoğraf çektirmek için can atıyorlar” diye düşünürken kadınlar demez mi; “Deniz Hanım, biz size bayılıyoruz, yakından da çok güzelmişsiniz” diye.
Meğer beni Deniz Akkaya sanmışlar gene. Daha önce de Deniz’e benzetildiğim için hiç bozmadım, gülümsedim kameraya.
Lonca
Hep diyorum nerede yediğini, nerede içtiğini yazanlardan değilim diye, değilim de bazen karşıma öyle yerler çıkıveriyor ki yazmak istiyorum, sizler de gidip keyfini sürüverin diye.
Lonca ne?
Benim bildiğim ilk shop&diner...
Yani hem gidip yemek yiyorsunuz hem de gördüğünüz her şey satılık.
Bu dükkân açıldı açılalı benim dengeler bozuluverdi. Çünkü sağ olsunlar Nermin Yaz, Figen Taş ve Oya Soysal, bu üç hatun bu dükkânı evimin dibine açtılar.
Her gün oradayım, Kayseri mutfağının nesi ünlüyse hepsini lüpletiyorum, sonra yastıktan tutun çatala, mumdan tutun masa örtüsüne ve sayamayacağım birçok şeye para bayılıyorum.
Ama niye, çünkü adamı kazıklamıyorlar, cüzdanımı hafifletip başımı ağrıtmıyorlar.
Acarkent’te...
Uğrayın derim, dolma ve mantı yemeden çıkmayın ya da evinize sipariş verin.
Paylaş