Paylaş
Cemal kendi halindedir, onu tanımazsınız sizler ama Halit’i tanımayanınız yoktur, soyadı Kıvanç desem sanırım yeter.
Kan bağımız yoktur aslında ama eline doğmuşumdur.
Konuşmaya başlayınca da, güya kendisi baba tarafından olsa da ilerleyen zamanlarda anne tarafımla yakın bağları ortaya çıkınca, dayı demişimdir hep ona.
Neyse geçen gün kitapçıya gittim haftalık rutinden, baktım ki önümde en ön rafta kapağında çizgi resim hayvanlar olan bir kitap.
Dikkatimi çekti elbette hemen. Nedir acaba diye elimi attım ki ahahha aldı beni bir kahkaha.
Halit Kıvanç anlatıyor; Gülmek Serbest Dostlar, NTV Yayınları’ndan çıkmış.
Şöyle bir baktım, içinde dayımın yıllarca biriktirdiği fıkralar var.
Sonra bir düşündüm, helal dedim ya, benim hesap tutuyorsa Halit Dayım 88-89 olmalı şu anda.
Biz sağdan sola nasıl döneceğiz diye düşünüyoruz, o kitap çıkarmış yine dedim, helal valla.
Aradım eve varınca. “Yahu” dedim “niye söylemedin, hani yazarım çizerim?”
“Ay sevmem öyle şeyleri” dedi, “bilmez misin?”
Uzunca dertleştik telefonda, ben yoruluyordum konuşmaktan ama onda maşallah yorulmak yok.
“Anlat” dedi “anlat neler yapacaksın?” Kem küm ettim, “ne yapacağım, yazıyorum işte, belki TV falan”...
“İyi” dedi, “ben anlatayım o zaman”... Bir anlattı ki aman aman, her günü dolu bir kere, boş günü yok maşallah.
Şimdilerde de kafayı gençlere kitap okutmaya takmış.
Manisa’da yakın arkadaşları Nihal ve İsmail Akçura, Nihal Akçura’nın adını taşıyan bir otelcilik ve turizm meslek lisesi açmış.
Halit Dayı da açılışın sunuculuğunu yapmış ve kitaplığı zenginleştirmek için İstanbul’daki evinde bulunan kitapların yarısını oraya bağışlamış.
Kapıda “Halit Kıvanç Kitaplığı” ismini gördüğü için de çok mutlu olmuş.
“Kitap” diyor, “torunum Ayşe, her derde devadır. Okuyacaksın sonra da birine verirsen en güzel armağandır”...
“Dayı” dedim, “senin yazdığın kitap sayısı kaç oldu ya”... “28” diyor, “28 oldu Ayşecim”....
Eski günleri anıyoruz arada yine; babamı, amcamı, ne anılar saklamış, onları anlatıyor.
“Sen bilmezsin, ben inek talebeydim” diyor, “ama o zamanlar iftihar kitabı vardı, her okula dağıtılırdı. Adım orada geçsin isterdim ve hep iftiharlık öğrenci oldum. Hukuk okudum, onda da iftiharlık oldum. İki sene hakimlik stajı yaptım ama doğuda bir köy ilçe olmuştu, oraya gönderildim, 3 aydan fazla kalamadım, yine de gelen davaların hepsini sonuçlandırdım. Şartlar kötüydü, İstanbul’da ise gazetecilikte yerim hazırdı, dönünce iki sene avukatlığı da denedim. Sadece 3 davaya girdim, taraflar anlaşmışlardı, hiç bana söz düşmedi, beni konuşturmayan meslekte yerim yok dedim ve önce gazetecilik, yazarlık ve sonra takdimcilik, sunuculuk, radyo, televizyon spikerliği... Derken bugüne geldik. Bu konuşma ve yazma başka bir şeydir torunum. Bak şimdi konuşursam mesele yok ama susarsam anla ki o zaman yazıyorum.”
“Dayı” dedim, “seni çok özlemişim”.
“Bak” dedi, “sana bir anı daha anlatayım. O zamanlar ben sahnedeyim, hep çiçek yolluyorlar bana, bir akşam, İzmir Fuarı’nda baktım bir kart tutuşturuverdiler elime, açtım, baktım üzerinde çizilmiş çiçekler.
Not: “Ulen Halit, çiçek pahalı, yollayamadım, karikatür çiçekle idare et.” Oğuz Aral.
Konuşmamız böyle devam ederken telefonda Halit Dayı’nın evinde telefonlar susmuyordu valla.
“Bir cep telefonu aldım yeni” dedi, “çözmeye çalışıyorum hâlâ ama on numara valla, her şeyi yapıyor, süper bir buluş bu ya”...
Sonra da “of” çekti, “ne oldu?” dedim, “hiç sorma, bu hafta yedi cenazeye gittim, hem de hep yakın arkadaşlarım” dedi, “tam yedi. Böyle olunca çok üzülüyorum Ayşe. En çok da neye üzülürüm ben bilir misin? Ben yaşarken benden önce ölen, daha bu hayatta çok işi yarım bırakıp giden gençlere. En çok buna hayıflanırım torunum.”
Baktı sesim kesildi, bir espri patlatıverdi.
“Yaşım o kadar ileri gitti ki artık kızlara da bakamıyorum, hepsi torunum gibi. Sen de torunumsun işte, kötü gözle de bakamıyorum ya sana.”
Kahkaha attım, “seni çok seviyorum dayı” dedim.
“Ben de” dedi.
Seni çok seviyorum Halit Kıvanç, tüm Türkiye’nin sevdiği gibi.
Paylaş