Paylaş
Bu nedenle de geçen hafta patronumdan izin aldım, ah uh çekerken kalem kaymıyor diye. İlk gün yazmıştım izinliyim diye ama bazılarınız görmemiş, günlerdir mailler alıyorum; “Neredesin Ayşe” diye. Geldim efendim, buradayım...
Bu arada birkaç okur dostum da benim evlenip balayına çıktığıma kanaat getirmişler; Allah müstahakkınızı vermesin e mi, âlemsiniz vallahi.
Neyse yazmadığım günlerin raporunu sizlere vereyim. Öncelikle her gün b vitamini iğnesi yedim; ömrü hayatımda bu kadar iğne yedim, bunun kadar yakanını görmedim. Bacakları geçtim, bu sefer popomun üzerine oturamaz oldum. Neyse Allah’tan iğneler bitti.
Sonra baktım sokağa çıkamıyorum; filmlere, dvdlere boğulayım dedim. Üç beş aşk filmi seyredip ağladım, bir kaç korku filmiyle uykularımı kaçırdım, sıra geldi kitaplarıma... Daha doğrusu uzun zamandır okumayı beklediğim bir kitaba; “Evrenden torpilim var”ın yazarı sevgili arkadaşım Aykut Oğut’un yeni kitabına.
Hem severim hem inanırım bu tarz kitaplarda yazılanlara; yani her şeyi kendimizin yarattığına;mesela hastalıkları. Çekim yasasına da inanırım, evrene ne yolluyorsak o bize geri dönüyor, secret misali.
Şu aralar benim de böyle bir içime dönesim olduğundan kitaba yapıştım. Okumaya başladıkça kafamdaki bazı soruların cevaplarını bulmaya başladım.
Mesela ego diye bir bölüm var. Burada bizim kendi yarattığımız düşünce ve duyguların egomuz sayesinde nasıl işlediğini yazıyor. Hani iyiyse işlesin de benimki gibi kötüyse işlemesin kardeşim ama işliyor işte. Bu bölümü okuyunca kendi ego kazancınızı bulabiliyorsunuz.
Mesela neden sürekli parasızız, neden sürekli aldatılıyoruz, neden işlerimiz hep kötü gidiyor, neden sürekli hastalık çekiyoruz; oramız buramız ağrıyor gibi ve daha fazlası…
Ben ego kodumu buldum ve sizlere itiraf ediyorum; başıma gelen bir sürü enayiliğin ve hastalığın tek sebebi benim. Çünkü benim ego kazancım “acıların içinde ayakta kalarak güçlü olduğumu ispatlamak” aynen bu. Hoşuma gitmese de kabul etmek zorunda kaldım; çünkü doğru. Bunun altında da sevgi ve dikkat çekmek yatıyor. Yani ben bu tip durumları yaratıyorum; anam, babam, kocam mocam “ah yavrum, vah yavrum” deyince salak bir şekilde bundan besleniyorum.
Doğru muyum, yanlış mıyım bilemedim; Aykut’u arayıp sordum, ne de olsa yaşadıklarımı bilir.
“Aferin” dedi.
“Tamam doğru, yazılarında bile var, farkında değil misin? Hep acılar yaşadığını ama ayakta kaldığını, bazen sadece bir kelimeyle bile olsa araya sıkıştırıyorsun.”
Haklıydı. Konuşurken, yazarken farkında olmadan illa araya bir kelime sokuşturuveriyordum.
Peki bundan nasıl vazgeçebilirdim, onu da haliyle Aykut’a sordum.
“Çok kolay değil, biraz çaba lazım Ayşecim”
“Çabalayacağım da sanırım bana sen lazımsın, ne zaman müsaitsin?”
Aykut’un boş bir anını yakalamak mesele ama ben yakaladım, daha doğrusu tacizlerim, duygu dolu mesajlarım sonucunda bana kıyamadı, programında bir değişiklik yaptı ve bana geldi. Bana geldi çünkü Nişantaşı’nda buluşalım dediğinde; “Ay ben gelirim de bu bacaklar gelemez ki” deyip yine acındırdım kendimi.
İlk seansımız sırasında Veli aradı; “Konuşamam, kusuruma bakma; yaşam koçumla çalışmadayım” dedim.
“Yahu ne alaka, saçmalama” falan diyecek sandım ama “Oh Allah’a şükür, pek sevindim” dedi.
Aykut’la üç saat konuştuk, daha çok o konuştu ve bana sorular sordu. Her cevabımın içinde bir acındırma kelimesi yine vardı.
“Ama ben çok çektim…”
“Ama bacaklarım…”
“Ama alerji…”
“Ay o da hiç anlamadı beni…”
“Tamam” dedi, “değiştiriyorsun bu düşünce şeklini, pıt diye olmaz meraklanma ama yavaş yavaş olacak.”
Aykut’tan sonra tüm hafta iç sesimi dinledim, kitabımı okudum, egzersizlerimi yaptım, yani size bakıma girmiş bir Ayşe sunuyorum; kıymetimi bilesiniz. (Bak yine kıymetimi bilin dedim, acıyın, sevin yani daha çok çalışmam lazım, çok)
Dün akşam Veli geldi.
“Ne haber Veloşcum?”
“Aman ya her yerim ağrıyor; piyasalar, bilmem ne…”
“Aaaaa yok öyle, ağrı yok, piyasalar şahane; çabuk tersini düşün, çabuk”
Bacaklarım ağrıyor diye akşam yemeğini kırk yılın başında Ivanka yapmıştı.
“Anşa bir bakıversene; bu et çok sert, pişmiyor, taş gibi; yiyemiycez herhalde”
“Aaa hayır Ivanka, yanlış düşünce; hemen değiştiriyorsun; bu et pamuktan bile daha yumuşak olacak”
Veli’ye bir viski koyup müzik açtım gevşesin diye, mutfağa gidip tenceredeki eti sevdim; “bıcı bıcı güzel piş” diye. Ben mutfaktan çıkarken baktım Ivanka da aynısını yapıyor. Gülüverdim bir an, hoşuma gitti bu pozitiflik “İşe yarayacak inşallah, doğru yoldasın Ayşecim” dedim, gittim Veli’nin yanına oturdum.
“Eee nasılsın bakalım, anlat hayat koçunu”
“İyiyim de bacaklarım çok ağrıyor Veloş’um ya”
“Ne dedin Ayşe?”
“Bombayım dedim, bomba”
Benim daha çok çalışmam lazım sevgili okur dostlarım.
Paylaş