Paylaş
Amanın da karpuz denize düşmüş -1
Karpuz derken hata ettim, karpuz kabuğu diyecektim. Eskiden öyle denirdi; karpuz kabuğu suya düşmeden denize girilmez.
Çocukluğum boyunca ne zaman yaz sezonu gelse karpuz kabuğu aradım, durdum rast geldiğim tüm denizlerde ama nafile.
Neyse...
Ben çocukken denize bayılırdım. Denize bayılırdım derken; yüzmeye. Ne heves ederdim uzun uzun yüzeyim diye. Bendeki bu engin isteği, sevgiyi gören babam beni bir ara yüzme kurslarına götürdü.
Ama ben müziği, resmi bıraktığım gibi onu da bıraktım. Mazeretim uzun saçlarım, ağrıyan bacaklarım, kollarım…
Anlayacağınız tembellikten, yani fasadan, fisodan.
Sonra benim deniz aşkıma, yüzme sevgime bir engel geldi, çelmeledi.
CAVS...
Yaşı benlikler bilir, küçükler de kulaktan elbet duyuvermiştirler; katil balina yani.
Cavs hayatıma girince benim yazlar oldu bir işkence. O zaman orada, burada şimdiki gibi havuzlar da yok ki şöyle ferahlayasın Allah’ın sıcağında. Deniz oldu mu bana safi korku?
Neyse aradan birkaç yıl geçip beynim biraz palazlanınca geçti bu köpek balığı korkum.
Yazları gittiğimiz Basın İlan Kurumu’nun Bayramoğlu’ndaki kampında ben başladım yine haşur huşur denizle, suyla oynaşmaya.
Ta ki yine Bayramoğlu’nda gecenin bir vakti, bir dubayı ceset sandığımız geceye kadar. Koca bir arkadaş grubu, gecenin o saati gördüğümüzün duba değil, ceset olduğuna peşinen emindik ve bu durum koca bir yaz sürdü. Duba olduğuyla ilgili de şu yaşta bile şüphelerim var ayrıca.
Neyse özü, benim deniz aşkı tekrar bitti.
O seneden beri yiğitlik elden de gitmesin, kimseler çakozlamasın diye denize yakın olduğum hallerde sadece girer çıkarım, merdivene yapışırım, hiç bırakmadan sadece ıslanırım; işte o kadar.
Hatta arkadaşlarımla seyahate gittiğimizde bakıyorum onlar dere tepe yüzüyor, eh rezil olacak halim yok herhalde; girerim iskelenin altına, beklerim beş on dakika, çıktığımda da yüzüme, nefesime yapıştırıveririm; “of çok yoruldum amma yüzdüm ya” görüntüsünü, kotarırım durumu.
“Ayşeeeeeeeeeee hayddddiiiii, gel sadede” diyorsunuz, biliyorum; geldim.
Denizle ilgili bunları yazmamın sebebi; Veli.
“Alo”
“Tatlım sürpriz”
“Ne sürprizi Veloş’um?”
“Haftasonu Antalya’ya gidiyoruz, bacakların ağrıyor ya harika bir otel buldum. Denize sıfır, içinde de harika bir sıpa var (spa).
“Hım olabilir, sıpa fikri ve güneş iyi fikir”
“Aaaaaaaa sadece sıpa, güneş değil, bacaklar için en iyi şey yüzmek. Ben de bir hocayla anlaştım; seni sabahları 2 saat, akşamüstleri 2 saat yüzdürecek”
“Ben kendim yüzebilirim ve de havuzu tercih ederim”
“Yok olmaz, hoca aynı zamanda fizik tedavi uzmanı. Seni o yüzdürecek ve işin en mühim yeri de tuzlu su olmalıymış; deniz ilaç kızım”
Tabi beni bir anda aldı panik. Hem korku bastı hem de Veli’ye rezil olacağım telaşı.
“Ya gitmeyelim boşver, gel haftasonu mangal, film, kitap takılırız; şimdi üşeniverdim.”
Yemedi.
“Gidiyoruz Ayşe”
“Ama ya ne olur, ne olur Veli bak söz; sana ellerimle dolma saracağım, bütün gün Neyşinıl, o, bu; hayvanlar âlemini seyredeceğim seninle, olur mu aşkım?”
“Olmaz aşkım. Yarın akşamüstü 5 gibi seni alıyorum, uçağımız yedide, hadi iyi geceler”
Yattım yatağa, dön dön nereye baksam her yer deniz; uyku muyku yok. Tv’ye bakınayım dedim, bir film başladı; adı fırtına. Biraz izleyeyim dedim, demez olaymışım; tekneler battı, insanlar öldü denizde.
Sonra uyuyakalmışım, kalmaz olaydım; rüyamda boğulduğumu gördüm denizde.
İşte böyle; devamı çarşambaya benim canım okur dostlarım.
....
Amanın da karpuz denize düşmüş -2
Dün yazdığım gibi bu sefer Veli’ye sözüm geçemedi ve “Ver elini Antalya” dedik. Uçakta her zamanki gibi yine orta kıvamda bir kriz yaşadım bir türbülansta ama sağ olsun Veloş’um sayesinde bu sefer kolaylıkla atlattım.
Antalya’ya vardık. Yolda giderken Veli hiç susmadı, sürekli anlatıp duruyordu.
“Sabah 2 saat, öğleden sonra 2 saat yüzeceksin canım. Öğle yemeğinden önce sıcak taş terapin var, akşamüstleri de yosun ama en mühimi her sabah altıda Hintli Tankuri Hoca’yla kundalini yoga yapacaksın.”
Sinirden benim yanaklar yine başladı hop hop atmaya ve dayanamadım.
“Biz tatile mi gidiyoruz yoksa Survivor’a mı? Yemek menüsü nasıl; salata ve haşlanmış o, bu mu sadece?”
“Ay Ayşe saçmalama, hepsi senin iyiliğin için. Bazen düşünüyorum acaba bende mi bir manyaklık var diye? İster uygula, ister uygulama; yetti ama.”
Zılgıtı yiyince silkeleniverdim.
“Tamam Veli”
Hadi yoga işkencesine tahammül ettim sabahın bir köründe ama ya yüzme? Nasıl yüzeceğim ben günde 4 saat? Tek çare hocayı bağlamak elbette; tabi bağlanabilinecek, kafa bir tipse. (Bu arada yoga işkence demem yanlış anlaşılmasın; sabahın 6’sında olması ve beynimin içinin henüz buna hazır olmaması benim için işin işkence tarafı)
Aklım bunlarla doluyken otele vardık. Aman ya rabbim, bir an cennete düştüm sandım. Aslında otel de denmez; minik, yani bir motel; az odalı ama ultra lüks.
Veli işte ne yapar ne eder, bulur böyle yerleri. Tatil, otel, lokanta mokanta konusunda hakkını hemen peşin peşin teslim etmeli.
Resepsiyona vardığımızda Veli’ye yaslanıp; “Bacaklarım ağrıyor” dedim.
“Sana topuklu giyme dedim Ayşe, inatsın işte.”
Her türlü ağrıya rağmen havamdan, aframdan taframdan asla vazgeçemeyeceğimi söylemedim haliyle.
“Hım haklısın” dedim sadece. (Beynime de bir not ekleyiverdim; eh Veli, şu canımın acısı geçsin de ben seni yine eskisi gibi hizaya sokacağım diye)
Odamıza varınca motele olan beğenim ikiye katlandı. Yok arkadaşlar, yok böyle bir şey. Eve meve gerek yok, insan bir ömür boyu bu odada yaşayabilir.
Her şey mükemmel. Odaya yerleştik, soyunduk dökündük, yemeğe gittik.
Nasıl açım, nasıl.
Menü geldi, okurken gözlerim oluverdi faltaşı.
1.bilmem ne yosununa sarılı çiğ balık ciğeri
2.vinegar soslu ibadullah, buharda sebze
3.keçi peynirli o, bu, şu; aklınıza her ne gelirse…
Hepsini yazmıyorum ama inanın diğer yemekler de bunlardan farklı değildi.
O an uyandım ki ben bir detoks kliniğine düşmüştüm Veli sayesinde. Ciddi ciddi sinirlendim, hiç işim olmaz bu işlerle benim, sıkıntıya da asla gelemem. Bir anda Veli’ye nasıl bir bakış attıysam anladı bendeki siniri.
“Veli lütfen buradan gidelim, tamam niyetin iyi ama ben çok fazla gerildim. Gel gidelim başka bir otele, mis gibi rakı balık yapalım, gece geç yatıp, sabah geç kalkalım, ne dersin aşkım?”
Ve ve ve ve George Clooney bir anda gözümün önünde bitiverdi. Boşa dememişler insanlar çift yaratılırmış diye.
Adam geldi mi masamıza?
“İyi akşamlar Veli Bey.”
“Aaaa iyi akşamlar, sizi tanıştırayım; Ayşe bu yüzme hocan Kerim Bey, Kerim Bey bu da Ayşe.”
“Nasıl yani?” diyemedim. Bir salata sipariş edip çenemi kısa bir süreliğine tutmaya karar verdim.
Ve Kerim Hoca’ya dönüp sordum; “Hocam sabah kaçta yüzüyoruz?”
.....
Amanın da karpuz denize düşmüş -3
Oydu, buydu derken istemeden de olsa araya zaman girdi, benim Veli’li deniz maceram da bugüne kalıverdi.
Hatırlarsanız sizlere denizden korkan ve pek haz etmeyen bir tip olduğumu söylemiştim ama iş sağlık olunca, bacaklarım çok ağrıyınca, siyatik suratımı alı al, moru mor yapınca Veloş tutmuştu kolumdan “yüzmeye gidiyoruz” diye ve gelmiştik Antalya’ya.
Küçük ama ultra lüks otelimizde ilk gece yemek yerken Kerim’le tanışmıştım hatırlarsanız, yani Kerim Hoca; benim yüzme hocam.
Buradan devam edelim; sabah saat yedide çaldı telefon.
“Günaydın Ayşe Hanım, ben Kerim, hazırsanız yedi buçuk gibi iskelede buluşalım.”
“ıhhhhhh, daha geç yapsak, falan” dememe fırsat kalmadan Veli telefonu elimden kaptı.
“Hazır hazır, yirmi dakikaya oradayız.”
“Nasıl yani, sende mi geleceksin benimle?”
“Tabi ki geleceğim Ayşe, hocayı kata külleye getirip, kafaya alman bilirim sadece on dakikanı alır aksi takdirde”
Anam beni Veli kadar tanımıyor desem, yalan değil valla. Haklıydı tabi ki Veli.
Sahile indik, güneş tepemizde, benim gözlerden uyku akıyor ama çaresiz başa geleni çekeceğiz.
İskeleye varınca baktık hoca ciddi hazırlık yapmış, sanırsınız beni milli yüzme müsabakalarına hazırlayacak.
Şnorkerler değişik çeşitlerde paletler, ağırlık aletleri, toplar daha neler neler...
“Hop” dedim, “sevgili hocam ve Veli, sanırım işi biraz abartmışsınız. Ben beş dakika serbest, bir beş de kurbağalama yüzer, odama gider, uykuma kaldığım yerden devam ederim.
Veli “dönünce senden ayrılacağım” şeklinde bakışlar atmasaydı aynen dediklerimi yapacaktım ama tabi ki yapamadım.
“Ayşe Hanım, hadi bakalım atlayın.”
“Ben atlamam, merdivenden girerim sadece, atlayınca beynim uyuşuyor.”
Neyse ki o arada nazım geçti. Merdivene gittim, ayağımı soktum aman anam, su değil; buzluk.
“dıdıdıdııdııdıı”
“Hadi kendinizi hemen bırakıverin yoksa böyle çok zor gireceksiniz.”
İçimden “daha iyi ya” diye geçirdim, “ders süresi bir saat, ne kadarını merdivende geçirirsem o kadar kar.”
Ve bir anda kendimi suyun dibinde buluverdim. Bir panik, bir çığlık, ne olduğunu anlamadan kafamı sudan çıkarıp tekrardan merdivene yapıştım.
“Ne oldu banaaaaaaa, kim yaptı bunu?”
Veli; “Ben” dedi, “çünkü ciddi baymaya başladın Ayşe.” İnanılmaz sinirlenmiştim, gözümden resmen yaşlar geldi. Ben ağlayınca bu sefer Veli de üzüldü; “Ama hayatım, ne yapayım, hepsi senin iyiliğin için”
Ve başladık yüzmeye. Ben bir kulaç ileri, iki kulaç merdivene geri; kendimi gerçekten salak hissetmeye başlamıştım ama ne yapayım korku bu işte.
Bu sefer hoca gelip beni kollarımdan çekti; “Serbest bırakın kendinizi, yatın kollarıma, şimdi önce sol, sonra sağ, yavaş yavaş başlayacağız bacaklarınızı çalıştırmaya.” Bacak çalıştırma kısmı değil ama yatmak kısmı iyiydi.
“Sol kaldırıyoruz, evetttt harika, harikasınız, cidden harika ve şimdi sağ, evet yavaşça kaldırıyoruz onu da, evet süpersiniz, süper; işte bu”
Sıra geldi ağırlıklarla çalışmaya, bacaklarıma bir şeyler bağladı ve devam.
“Şimdi ağırlıklarla aynı şeyleri yapıyoruz. Önce sol, evet harika, kaldırabildiğiniz kadar kaldırın bacağınızı. Evet evet biraz daha ve budur işte süpersiniz siz inanın, şimdi de sağ; yine aynı hareket”
Sonuna kadar direnmiştim ama gerçekten bacaklarımda rahatlama hissetmeye başlamıştım, son beş dakika da hoca bacaklarıma masaj yapınca, ben oldum bir pişmaniye. “Oh” dedim, “işte hayat bu.”
Ders bitti, hoca; “Yarın sabah aynı saat” diyerek gitti. Ben suratta şuursuz bir memnuniyet gülümsemesi, attım kendimi şezlonga. Tam yayılacağım Veli’nin gözleriyle irkiliverdim.
“Ne oldu Veloş, çok mu kızdın bana? Ne olur kusuruma bakma ama haklıymışsın, hafifledim sanki sağ ol aşkım.”
“Yok bir şey” dedi, ben de üstüne gitmedim. Tüm gün masaj, sauna, onunla bununla geçti.
Veli akşama güzel bir balıkçıda yer ayırtmış.
“Süper, yarım saat kestireyim gideriz aşkım.” Hem yorulmuş hem de o kadar rahatlamıştım ki yemeğe gidemedik, gözümü açtığımda sabah olmuştu.
“Günaydın Veli, ay nasıl uyumuşum, pardon ya hu”
“Yaa insan yorgun olunca gezemiyormuş değil mi? Şimdi anlamışsındır belki.”
Bana neden ters davranmaya başlamıştı anlamamıştım.
“Oooooo kalk kalk Veli, saat yedi; hocam beni bekler”
“habzıtırızıızızız”
“Ne?”
“Yok bir şey”
İskeleye varınca “Günaydın, ben geldim. Bu sabah atlayacağım hocacığım” dedim.
Cupppppp.
“Helal olsun size, süpersiniz diye boşa demiyorum, görün işte ve kucağıma yatın, aynı dünkü gibi, önce sol. Vay vay harika, bugün daha da fazla kaldırabiliyorsunuz ve şimdi sağ. Helal helal, budur şu bacağın kalkışındaki estetiğe bakın.”
Bir anda yine suya gömüldüm, kafamı çıkarınca ne görsem; Veli’nin elleri hocanın gırtlağında;
“Ulan sapık, yüzme hocası mısın, bacak manyağı mı, şimdi gırtlaklayacağım seni şerefsiz.”
“Veli yapma, etme” derken güvenlik imdadıma yetişti.
Veli sakinleşince “Manyak mısın, rezil olduk” dedim.
“Bırak ya, böyle yüzme hocası mı olur? Sapık herif, indir kaldır bacağını, süpermişsin…”
Yine üstüne gitmedim ama olan bana oldu, tedavim yarım kaldı. Hâlbuki gerçekten yaramıştı. Bu arada Veli’nin de ciddi boyutlarda kıskanç bir adam olduğu ortaya çıkmış oldu.
Gece uçağıyla eve döndük.
Sabah Veli mesaj atmış; “Aşkım kapalı havuzlardan birine gideriz. Zaten tüm hareketleri öğrendim ben sapıktan. Bundan sonra havada, karada, suda kucağına yatacağın tek erkek benim.”
Ya işte böyle benim canım okur dostlarım.
Paylaş