Paylaş
Tam üç aydır ne suratını gördüm, ne de sesini duydum.
Sadece üç- beş kez “iyi misin?” diye mesaj attı.
Ben de “iyiyim” deyip onun hatırını sordum.
Ama dün e-postası geldi.
Ve yayınlamaya karar verdim.
Çünkü hakkını yemek istemedim.
Çünkü ben onunla ilgili bir sürü şeyi sizlerle paylaştım.
Onun da elbette söz hakkı var.
Bu nedenle sizi şimdi Veli’nin mektubuyla baş başa bırakıyorum.
…
Ayşe,
İlk önce şunu söylemeliyim ki artık sabrımın son demlerindeyim.
Artık benimle ilgili yazı yazmanı istemiyorum.
Adımı değiştirmiş olman özelimizi tüm Türkiye’ye anlatma hakkını sana vermez.
Geçen gün yine “sapsız mapsız erkekten bir şey olmaz” diye yazı yazmışsın ve seni sürekli okuyan biri o iki adamdan birinin ben olduğumu tahmin etmiştir.
İlk başta yazıların şirin gelmekteydi ama artık beni rahatsız etmeye başladı.
Ben hiçbir zaman sana evlilik ya da çocukla ilgili “bööö” demedim, bilakis sana evlenme teklifi ettim, sen unuttuysan okurların sana hatırlatsınlar bir zahmet.
Ruhunda kaç kişilik barındırıyorsun bilemiyorum.
Hayatımda senin kadar gel- git yaşayan bir kadın görmedim.
Her kadının hayallerindekileri sana yaşatmaya çalıştım.
Boşanıp kötü günler geçirdin diye seni pof poflayıp mutlu etmeyi amaçladım.
Ben sana ilgi, sevgi gösterdikçe sen şımardın.
Gün geldi, kendini bulunmaz Hint kumaşı sandın.
Hatalarım olmadı mı, oldu.
Ne zaman fark etsem senden özür diledim.
Nazını, niyazını çektim.
Ne zaman ayrılsak barışma teklifi ve iyi niyet hep benden geldi.
Gün oldu, öyle şeyler yazdın ki kim bilir kaç okurun benden nefret etti.
Kendini okurlarına acındırdın.
Senin için üzüldüler çünkü hep her şeyi tek taraflı dinlediler.
Bana yaşattığın tüm gıcıklıklara, yazdığın tüm saçma yazılara rağmen içimde hala sana karşı bir sevgi var.
Beni sana bu kadar bağlayan nedir, onu bilemiyorum.
Bana mok atıp duracağına, kafanı önüne alıp bir düşünsen diyorum.
Ayrıca hadi okurların beni tanımıyor, ya ortak arkadaşlarımız ve aileler?
Yazılarınla onların karşısında beni rencide ettiğinin farkına varamayacak kadar şuursuz olduğunu, düşünemediğini düşünüyorum.
Haaaaa dedim ya başta bana da çok şirin geliyordu yazıların, hatta hakkını da yememem lazım çünkü az çok beni onore eden yazılar da yazdın.
Şu an seninle beraber olsak belki yine yazmana karşı çıkmazdım.
Ama artık lütfen yazma.
Zaten elinde malzeme de kalmadı.
Gerçi sen cin fikirli olduğundan kesin yine bir şeyler üretirsin.
Bak yine dayanamayıp sana “gel, cuma akşamı yemek yiyelim” diyeceğim.
Umarım seni üzmemişimdir.
Cuma için haber ver.
Sevgiler.
Not: hadi bakalım, bu yazıyı yayınla da cesaretini göreyim.
…
Not: Velicim, al işte mektubunu yayınladım.
Cesaret göstermek buysa, al sana cesaret.
Meğer ne kadar doluymuşsun.
Haaa, sana kızmadım ve asla üzülmedim.
Umarım içini döküp rahatlamışsındır.
Bakalım senin mektubuna okur dostlarımdan ne tepki gelecek.
Şunu bilmelerini isterim ki ve sen de biliyorsun ki seninle ilgili yazılanların hepsi gerçekti.
Cuma akşamı yemek?
Bilmiyorum…
Biraz düşünüp, biraz şımarıp, biraz nazlanıp cevabımı sana mesaj olarak atacağım, sağlıcakla kal bulunmaz Hint kumaşı Veli.
….
HAFTA SONU BABALARI YAZILARINIZ SEBEPLİ
Ayşe Hanım,
Hafta sonu babaları konusunda yarattığınız gündeme bu gruba dâhil bir baba olarak ben de kendi yaşadıklarımı yazma ihtiyacı hissettim. Ben özetle iki evlilik yaptım ve ayrıldım, ilkinden iki, ikincisinden ise tek evladım var. Çocuklar annelerinde, durumun doğası gereği kabul ettim, onlarla olmamak her gün acı verse de.
İlk eşimle aynı şehirdeyim ve iki çocuğuma hafta sonu babasıyım. İkincisi ise Adana’da, oradaki evladıma ise arada bir gidip görüşebilen bir babayım. İnanın ailece evinden çıkan, birlikte alışveriş yapan, çocuğu ile el ele giden ebeveynleri hep kıskandım ve böylesi sahneler hala ve hep gözlerimi nemlendirir.
Dile getirmek istediğim konuya gelince; iki yere de nafaka ödemekteyim ve koşullarımın kaldırdığının üstünde nafaka ile anlaşıp ayrıldım ki iki eşim de ayrılmada aslında aktif olan taraftı. Ben bunu çocuklarım için hukukun öngöreceği tutara değil kendi baba ve insan tarafıma ve elbette koşullarıma uygun nafaka ödemekle mükellef oldum.
Fakat bu beni zaman zaman zorladı. Örneğin ikinci eşimle tartışırken onun verdiği sebeple yüksekten düştüm ve iki yıl hastane serüvenim başladı. Yatalak durumdan şimdi hasarlarımla birlikte şükürler olsun diyerek ayaklardayım.
Ve bu süreci yaşarken aklım hep çocuklarımda oldu insan doğası normal olanı. Elbette özel hastaneler, devlet, elimde ne varsa alıp götürdü; önce sağlık deriz ya... İlk eşim de bana “takma” falan şeklinde insani notlar gönderdi bu süreçte.
Düzeldim, geldim, çalıştım, yeniden ayağa kalktım ki eşim bana dava açmış. Yatalakken bile ilgili hesaba (nafaka için mahkemenin öngördüğü ) parayı yatırmadım diye ki elden verdiklerim, gönderdiklerim, çocukların dershanelerine, kurslarına ödediklerim zaten aşıyor. Ve inanın kaç geçmiş yıl sonraki döneme ait faizleri ile birlikte icraya verdi beni. İcraya itiraz ettim ve kazandı öyle ki iddianın bulabildiğim kadarıyla olan belgelerinden bir tek kuruşu bile kabul edilmedi.
Sonuç; Ayşe Hanım, bir bu maaşıma, oturduğum evime, sıradan arabama (ki bunlar çocuklarım için de gerekenler) konacak hacizler ve aynı zamanda aynı nafakayı da ödemeye devam edeceğim. Yani iki kesinti, bir de bir nafakam daha var.
Şimdi anlatmak istediğim; hukuk, duygusuz, hesapsız kumar oynayan vs şekil erkeklere göre yapılmış adeta.
Şimdi burada aslında olayı hukuki saçmalık ve maddi boyutundan anlatmam itici gelebilir ama asıl biz hafta sonu babaları için kırıcı, üzücü ve düşündürücü yan şu; şimdi bunca hukuki kesintiler olunca hafta sonunu çocuklarla en iyi, en kaliteli geçirmek istersiniz. Ayrıca çocuğunuza harçlık, kıyafet veya okula, dershaneye gittiniz; “dur bakalım, anneye nafaka veriyorum” der misiniz, diyebilir misiniz? Çocuğunuza ne biçim babam var dedirtir misiniz? Hukuksal değil, duygusal kararlar bağlayıcı olmalı.
Bu arada hafta sonu platformlarında gelişip büyüyecek inancıyla ben de yer almak isterim. Sağlıcakla kalın.
Teşekkürler.
Şahin
Paylaş