Ben bugün harika bir yerdeyim

Benim bir Miraç’ım var, şeker mi şeker bir genç adam. Miraç aslında okurumdu, kendisiyle öyle tanıştık. Tanıştık derken sadece e-postalarla, twitterla falan değil, bir gece Beyoğlu’nda da bir araya geldik. O gün, bugün de irtibatımızı kesmedik.

Haberin Devamı

Geçenlerde Miraç aradı; “Abla bizim üniversiteye davet ediyorlar seni gençlerle sohbete, seni tanımak istiyorlar, gelirsin değil mi?”

 

“Şaka mı?”

 

“Yok ablam, ne şakası hocalarımız, hatta dekanımız bile orada olacak.”

 

“Ben seni arayacağım” dedim, oturup düşünmeye başladım. Nerelerden nerelere geldiğimi düşündüm, “Böyle bir davete, böyle bir onura layık mıyım ben?” dedim, gözlerim yaşardı elim ayağım boşaldı, kaptım telefonu aradım Miraç’ı.

 

“Tamam, gelirim tabi ki, ya ama ben utanırım, kaç kişi olacak bir odada mı toplanacağız, sohbet gibi mi olacak, biraz anlatsana.”

 

Haberin Devamı

“Oda moda değil abla, bizim okulun salonlarından birinde olacak; Mavi Salon’da, katılacak kişi sayısı 300 kadar, dediğim gibi hocalarımız da orada olacak. Bir sahne var, sana masa koyulacak, sen orada oturacaksın, sana herkes sorular soracak.”

 

“Abbas Güçlü modu yani.”

 

“Hahaha evet abla, onun biraz mütevazısi”

 

“Peki, ne zaman?”

 

“8 Mart abla, hem dünya kadınlar günü; kadına dair sorular da soracaklar sana.”

 

Ertesi gün Yardımcı Doçent Dr. Sevgili Müge Hanım beni aradı ve 8 Mart saat 12.00’de buluşmak üzere randevulaştık.

 

Eh bu arada tabi beni aldı bir stres. Ne giyeceğim, ne diyeceğim, ne edeceğim diye. Bir yandan da panikliyordum; Ya hu şimdi bu gençlerin hepsi cillop beyinli, ister misin iki üç soruyla sıkıştırsınlar seni? Gündem de zaten pek bir kasvetli, neyse yapacak bir şey yoktu, söz ağızdan çıktı bir kere.

 

Haberin Devamı

6 Mart gibi Miraç yine aradı; “Abla twitter’dan sana bir link atıyorum, baksana.”

 

Baktım üzerinde benim resmim olan bir yazı; “Ayşe Aral 8 Mart saat 12.00’de İstanbul Aydın Üniversitesi’nde bizlerle.”

 

“Bu ne koçum?”

 

“Abla bu afiş, okulun her yerine astık, heheheh”

 

Bunun üzerine ben haliyle daha da gerildim, içimi bastı deli bir heyecan.

 

7 Mart akşamı kendimi bakıma aldım; bildiğim her maskeyi suratıma uyguladım, kılık kıyafet için dolabı yerle bir ettim, ellerime önce pembe, sonra kırmızı, sonra bordo, sonra French yaptım, ondan sonra hepsini silip sadece parlatıcı sürdüm.

 

Saçımı bir atkuyruğu, bir düz fön, bir lüle lüle taradım, onları da sevmeyince kendi hallerine bıraktım. Bir ara dedim ki; “Kızım manyak mısın, görücü gelecek olsa bu kadar uğraşmazsın, nedir bu telaşın?”

 

Cevap çok basit; “Gençler”

 

Ve geldi 8 Mart…

 

Haberin Devamı

Bu kadar debelenen ben, şu güne dek yaptığım en hoşaf makyajım, bir gece öncesinden stres kaynaklı kemirdiğim tırnaklarım, ayağımda siyah bir pantolon, üzerimde Nuh Nebi’den kalma bir gömlek, saçlar ise sağ taraf kalk gidelim Ayşe, sol taraf dur azıcık daha kalsaydınız şeklinde, elimde şişe şişe meşhur şurubumla koyuldum yola. Ne zaman çok özensen beş para etmez ya, işte aynen o halde.

 

Ben bugün harika bir yerdeyim

 

Arabada giderken bir mesaj daha geldi, o da yine önceleri okurum şimdilerde canım olmuş Sinan’dan; “Abla sakın panik yapma, bak ben de geliyorum, sırf sen rahatla diye”

 

Okula varmamız bir buçuk saati buldu, çünkü ben salak kimseye adres sormamıştım ve benim bildiğim İstanbul Aydın Üniversitesi Bahçelievler’deydi. Meğer yanlışmış, benim gideceğim yer Florya’daymış.

 

Haberin Devamı

Doğru adrese vardığımızda A kapısında Miraç karşıladı beni.

 

“Hoşgeldin ablam, hadi gel herkes bekliyor seni.”

 

“Nereden gideceğiz?”

 

“Ya abla gelmezsin falan diye söylemedim, hele dünkü yazından sonra. Biraz merdiven ineceğiz, hatta biraz da tırmanacağız.”

 

Miraç bakışlarımdan ne demek istediğimi anladı, Mavi Salon’a vardığımızda ben kardan kadın şeklini almıştım.

 

Önce lavaboya gittik. Miraç’a; “Beş dakikaya gelirim” dedim ama gidemedim, dizlerimin bağı çözülmüştü, ay ne panik ne panik.

 

Bir ara Miraç seslendi; “Abla saat tuttum, tam 28 dakika olmuş, iyi misin?”

 

“İyiyim iyi, şu son şişeyi de fondipleyip geliyorum.”

 

Şişe bitince lavabodan çıktım, başladık mavi salona doğru yürümeye. Salonun kapısında öyle bir karşılandım ki acaba kim geldi, arkamda biri mi var diye kafamı çevirip baktım.

 

Haberin Devamı

Salona girince koptu mu bir alkış, alkış kopunca ben de koptum mu? Bacaklarım huzursuz bacak sendromuna kapılıp biri sağa biri sola istem dışı başladı mı oynamaya! Hele anons edilip sahneye çıkınca en ön sırada dekan ve diğer sevgili hocaları, arkada da o cillop beyinli, pırlanta gençleri görünce; “Uzun zamandır yoktum, geçerken bir uğrayıp hatırını sorayım” diyerek “Merhaba” dedi mi panik atak!

 

Bunların hepsi oldu, neyse Allah’tan bana ayrılan bir sandalye vardı, oracığa bırakıverdim kendimi. Bir açılış konuşması yapıldı benimle ilgili ve sonra sıra bana geldi.

 

“Kem küm, hebe lübe, nazik davetiniz için, hımmmmm, şey ay şey diyecektim, çok teşekkür ederim.”

 

İlk soru dekandan geldi;

 

“Gazeteci olmak nasıl bir şey?”

 

Soruyu duyunca kendime geldim, tüm heyecanım geçti;

 

“Sayın hocam, ben daha gazeteci değilim. İki senede gazeteci oldum dersem gerçek gazetecilere ayıp ederim, zaten şu günlerde gerçek gazeteciler bile soranlara gazeteciyim diyemiyorlar, ahahah”

 

Arkadan genç arkadaşların soruları gelmeye başladı, öyle bir rahatlamıştım ki artık espri bile yapmaya başlamıştım.

 

“Beni davet ettiğinize emin misiniz isimlerde bir karışıklık olmasın; Ayşe Aral- Ayşe Arman?”

 

Bir saatten fazla sohbet ettik, ben onları çok sevdim, umarım onlar da beni sevmişlerdir. (Eh sevmeseler üç kere alkışlamazlardı ama değil mi?)

 

Sohbet sonunda elime boyumun yarısı büyüklüğünde bir çiçek demeti tutuşturdular, az kaldı ağlayacaktım ama ağlamadım. (“Veli gerçek mi?” en çok sorulan soruydu, unutmadan yazayım onu da)

 

Vedalaşma bölümünden sonra Sayın Dekan Prof. Dr. Emin Doğan Aydın beni odasına kahveye davet etti. Odasında kahve içerken tarihten, ülkenin bugünkü hallerinden, bir sürü şeyden konuştuk.

 

Uzun süredir bu kadar bilgili, bu kadar donanımlı birine rast gelmemiştim. Emin Hoca Meydan Larus gibi, aç oku aç oku, doyamazsın bir türlü.

 

Kendisi 67 yaşında ama okula Harley Davidson motoruyla gelip gidiyor. Odasının önü her daim öğrenci dolu, başı sıkışan, fikir danışmak isteyen herkes orada; başka bir adam, çok başka.

 

Bana “oku” diye üç kitap verdi. Adı; “Bilişim Sistemleri” alın, okuyun derim. Sonra da kendi yazdığı kitaplardan üçünü.

 

İstanbul Aydın Üniversitesi’ne bana yaşattıkları, tadına doyamadığım bugün için çok teşekkür ederim.

 

Aaa daha da bitmedi, bakalım belki artık haftada bir oradayım, kesinleşsin anlatırım.

 

Sağ olun var olun sayın dekan, sayın hocalar, cillop beyinli, dünya harikası genç arkadaşlar.

Yazarın Tüm Yazıları