Paylaş
Kaptan dedi ki; "Ama Ayşe hanım, olmaz ki efendim. Yarına yetişmez tekne, daha bakımdan çıkmadı. Ayrıca bir de miço bulmamız lazım. Hatırlarsanız geçen yaz bir bardak kırdı diye atmıştınız işten."
Sinirim tepeme çıktı tabi, bir an kaptanı da kovasım geldi ama yapmadım ve "Tamam sana bir hafta süre, tekneyi hazır et ve adam gibi bir miço bul" dedim.
Bu sene de aynısı oldu işte. Yine unuttum kaptanı bir hafta önce aramayı. Bu nedenle Begüm'e dedim ki; "Sana kötü haberlerim var. Eğer bu hafta gitmek istiyorsan maalesef ki bir otelde kalacağız. Bir dahaki sefer tekne yaparız, olur mu bebişim?"
Asistanım Gamze'yi aradım ve bize şöyle Bodrum'un en fiyakalı otellerinden birinde yer ayırtmasını söyledim. "Kaç oda ayırtayım?" dedi. "Tabi ki üç" dedim, "Bana, Begüm'e ve İvanka'ya." Herhalde tatilde kendi pılımı pırtımı kendim toplamayacağım, İvanka da gelecek bu yüzden. Tam o sırada Begüm lafa girdi; "Ay anne İvanka'yla tatile gittik bu sene hatırlasana, Londra seyahatinde bizimleydi. Ben Hacer dadımı çok özledim, bu sefer de onu alalım lütfen."
"Ay Begüm, saçmalama Allah aşkına..." dedim. "Senin dadı çok yaşlandı, ayak bağı olur bize. Hem İvanka gibi ayak uyduramaz benim programıma. İvanka biliyor ne saate ne yerim, yeşil çayımı saat kaçta içerim, içine kaç rende zencefil koyarım, iki gün arka arkaya kahvaltı tepsimde yumurta olursa alerjim tutar, gece yatmadan el ayak masajım var. Şimdi dadı gelecek, sil baştan anlat tüm rutinimi."
"Ya anne, ama lütfennnnnnnnn..."
"Peki peki... Ama bak şimdiden söyleyeyim, en ufak bir şeyim ters giderse ilk uçakla dadıyı yollayıp İvanka'yı aldırırım. Anlaştık mı?"
Kıramadım kızımı ve şoförlerimden en genç olanı, Kazım'ı yolladım ve dadıyı evinden aldırdım. Ve şok!! Ay yeminle bu kadın yaşlanmamış, suratı gepgergin. Bakar mısınız ya resmen botox yaptırmış. Ay bu botox da ele ayağa düştü desene. Ay bir de kolunda çakma bir Livüton çanta, eh işte haliyle özeniyorlar bize.
Neyse uçağa bindik ve yolculuk başladı. Begüm bir ara yine sinir yaptı. Neymiş? Dadı niye bizimle först kılasta uçmuyormuş... "Yok artık" dedim. "Sapla samanı bu kadar da karıştırma..."
Otele vardığımızda kapıda karşılandık haliyle ama işte ne olduysa o anda oldu. Gerizekalı resepsiyon görevlisi şöyle dedi; "Ayşe hanım kızlarınız için iki oda yanyana ayarladık uzak olmasınlar diye. Size de en deniz manzaralı, kraliçenin sağ gözü sultan odasını..."
"Bana baksana" dedim. "Dangalak, oda iyi hoş da benim bir kızım var. Diğeri dadımız ve benden yaklaşık 25 yaş daha yaşlı! Fesupanallah!!" deyip odama çıktım ve sinirimden ötürü tüm gece odamdan çıkmadım. Jakuzimde biraz köpüklerle yıkanıp, kremlerimi sürüp güzelce bir uykuya daldım.
Odamın penceresinden vuran sabahın ilk ışıklarıyla güne merhaba dedim. Ve başladım beklemeye... Baktım saat on oldu, ne gelen var ne giden... Halbuki saat dokuzbuçukta kuru kayısılarım, cevizlerim, özel pekmezim, oda sıcaklığındaki limonlu suyum çoktan gelmiş olmalıydı.
Hemen sarıldım telefona aradım dadıyı. Beş dakika çaldıktan sonra uykulu bir ses cevap verdi, dadı yani; "Aloooooooo, hımm, ay saat kaç Ayşe hanım? Ne vardı, ne güzel rüya görüyordum."
"Başlatma şimdi rüyandan... Bak ellerim titriyor senin yüzünden kan şekerim düştü. Beğendin mi yaptığını? Nerede benim kayısılarım? Burası yan gelip yatma yeri değil! Duydun mu dadı ha? Ha duydun mu? diyorum."
"Ay tamam bağırmayın duydum duydum. Yarım saat geç yeseniz, kayısı komasına girmezsiniz.
Az bekleyin, geliyorum."
Ben zaten başıma gelecekleri biliyordum. Gözünü yediğimin İvanka'sı şimdi burada olsaydı, bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Plaja indiğimde hala sinirimden tir tir titriyordum. Bir yudum Pasiflora içtim kendime geleyim diye. Sonra da serildim şezlonga... Göbeğimi kapatmak için pareomu çekiştirirken bir baktım ki bu pareo göbeğimi kapatmıyor. Kahretsin, dadının ikinci kazığı... Bavulumu o yaptı, pareo niyetine mendil büyüklüğünde bir şey koymuş bavula. Rezil olacağım şimdi, millet başlayacak dedikoduya; "Koca köşe yazarının göbeğe bak" diye. Hatta; "Yoksa hamile mi?" diye manşetler bile atar bunlar.
Düşünebiliyor musunuz o anki ruh halimi ve bedbahtlığımı... Yine sarıldım telefona, yani bilekbörime. "Bana bak dadı, neredesin sen ha, neredesinnnn? Salak mısın ne! Pareom nerede? Ay rezil ettin beni, rezil..."
"Ayşe hanım, dur ben seni beş dakikaya arayacağım."
"Ne demek beş dakikaya arayacağım? Saçını başını yoldurtma bana, neredesin?"
"Havuzdayım, İtalyan bir hoca eşliğinde su jimnastiği yapıyoruz. Bitsin geliyorum. Öperim..."
İşte o an aklımı bozuyorum sandım. Şeytan dedi ki; "Tut şunu kafasından, boğ havuzda..." Tövbe tövbe...
Neyse odama çıktım, şöförümü aradım. Bu sefer en yaşlı olan Abdullah efendiyi; "Çabuk tüm organizasyonu yap, bu dadıyı buradan aldır ve bana İvanka'yı getir. Ne yap et bunu akşamdan önce hallet, yoksa işin tehlikeye girer!" dedim.
Ay böyle işte sayın okurlar, düşünsenize şu yaşadıklarımı... Allah kimseye vermesin. Ama sakın üzülmeyin benim için, her şey yolunda... Haber geldi, İvanka uçağa binmiş. Hepinizi öperim...
Not 1: Gelelim sadede... Benim annem beni kendi büyütmüş, sonra bir imkanı olmuş hayatımıza Gül abla gelmiş. Gül abla hala benim hayatımda, benim canım o! Hayatımdaki en önemli nefeslerden biridir kendisi. Benim de imkanlarım vardı, dünyanın en anaç kadını olan Hacer dadıyı evimize alabildik. Yaşım 22, çömezim tabi. Dedim ya imkanım vardı da Hacer dadı hayatımıza girdi diye. Ha imkanım olmasaydı, ne gece ne gündüz der bakardım yavruma. Ama Hacer kadın Allah tarafından yardımıma geldi. Koca bir an yüreğiyle bebeğimi, hatta beni de büyüttü. Bu yazımı koca yürekli bu iki kadına ithaf ediyorum; Gül ablama ve Hacer dadıya...
Hayatın neresinden bakarsan bak, hem kendine, hem çevrene, hem de tüm ülkendeki insanlara aynı gözle bakabiliyorsan, ayrım yapmadan varolmayı başarabiliyorsan, canı yananın, açın, ihtiyacı olanın yanında olup kendini onların yerine koyabiliyorsan, komşun açken ya da hastayken uyuyamıyorsan... Eh o zaman insandan sayarım seni...
Not 2: Bu yazıda yazdıklarımın bir hayal ürünü olduğunu hepinizin tahmin ettiğini düşünüyorum ama yine de öyle olduğunu belirteyim ben.
Not 3: Sevgili Sibel Arna'nın bu yazıyı kötü niyetle yazmadığını biliyorum. Oluyor arada, insan düşündüğünü bazen tam olarak aktaramıyor. Kalem bu, oynar bazen. Hepimizin başına geliyor.
Paylaş