48 saatlik Bodrum maceram

Sevgili okur dostlarım dün ve bugün maillerinizde hep “Ne zaman Bodrum’da olanları yazacaksın?” diye sormuşsunuz. Buyurun efendim yazıyorum, buradan okuyun.

Haberin Devamı

Bildiğiniz gibi ilk aşkımın da aynı tarihlerde Bodrum’a gideceğini bir tesadüf sonucu öğrenmiştim.

 

Bavullarımı sırtlayıp uçağa doğru koyuldum yola. (Bavullarımı yazarken hata yok, kadınım işte 48 saatliğine de olsa tek bavul gitmem hiçbir yere.)

 

Uçuş saatini beklerken uçak korkum için bir şişe pasiflorayı başıma dikerek, olur da ilk sevgilim de benimle aynı uçaktaysa güzel görüneyim diye de bir şişe saç spreyini kafama sıkarak bitirip, uçaktaki koltuğuma kuruluverdim.

 

Baktım uçak bomboş, değil eski sevgili Allah sizi inandırsın benden başka toplasanız en fazla on kişi var uçakta.

Haberin Devamı

 

Kalkış zamanı gelip kapılar kapanınca yıkıldı hayallerim; “Demek Bodrum’a giden yok bu bayram” dedim. “48 saat kendi başına takılırsın otel odasında, eski sevgilinin telefonunu da almadın. Ah salak, şimdi nasıl bulacaksın adamı?”

 

50dk boyunca rüzgâr nedeniyle sallanıp durup, çığlıklar atıp “Düşmüyoruz değil mi?” diye hostesleri çıldırttım ve sonunda Bodrum’a kavuştum.

Kendimi hemen otelime attım, bir duş yapıp şöyle seksi mi seksi mini mi mini bir elbiseyi giyip, dudağıma da kırmızı rujumu sürüp lobiye indim.

Baktım bar pek romantik, Amerikan filmlerinden fırlamış gibi. Oturdum, barmen ne içersiniz deyince; “Hım acaba ne içsem?” diye sesli düşünürken “Size özel bir kokteyl hazırlayayım” dedi.

 

“Biraz sert gelebilir, biraz da acı ama güzel bir içkidir.”

 

“Ah tamam, tam benlik. Bu yorgunluğa ve strese ancak sert bir şey gerekir.”

 

Başladı mı bir de güzel bir müzik canlı canlı, yakışıklı bir adam piyanoyla nostaljiler çalıp duruyor, elimde içkim, dışarıdan gelen denizin fışır fışır sesi;  “Ah” dedim, “Ayşe daha ne istersin?”

Haberin Devamı

Bir ara kendimi piyanonun başında buluverdim, karga sesimle; “my way” diye yırtınırken bir an utandım, bara geri döneyim dedim.

Döneyim ama önümde duran bar sayısı üç. Barmen desen o da üç tane. Nasıl içkiymiş kardeşim, tek bardakta başladım mı şeşi beş görmeye. İçimdeki sesi dinleyip bir bar seçtim, Allah’tan gerçeğiymiş.

 

“Hey barmen, bu ne kardeşim? Bir bardakta tuhaf oldum ben”

 

“Adı abs, dedim biraz ağırdır diye”

 

Ömrü hayatımda ilk kez arka arkaya altı tane Türk kahvesi içtim, nihayetinde görüntü düştü teke.

 

“Hadi” dedim, “yemek saati, şu meşhur balıkçıya uza bakalım.” Takside telefonum çaldı arayan çok sevdiğim bir erkek arkadaşım;

 

“Ayşecik ne haber? İyi bayramlar, ya hu deminden beri kulaklarını çınlatıyoruz. Ben Bodrum’dayım, yanımda da Hale, Jale, Ahmet, Hüseyin ve Mehmet var.”

Haberin Devamı

 

“Aaaaaaaaaa ben de Bodrum’dayım”

 

“Of süper ya, hadi kalk gel hemen bilmem ne balıkçısına”

 

Allah’tan başka bir şey istesem olacakmış, ne yalan söyleyeyim yalnız başınayım diye başlamıştım kederlenip dertlenmeye. Arkadaşlarımın yanına giderken nöbetçi eczaneye uğrayıp bir saç spreyi daha aldım.

Gidişat gecenin uzun olacağına işaretti, benim lepiskalar da çoktan pişmaniye moduna girmişlerdi. Takside sprey ve parfüm duşu yapınca şoförden zılgıtı yedim; “El insaf yani hanımefendi boğdunuz beni tövbe tövbe”

 

Lokantaya vardım, tam içeri girecekken gördüğüm kuçuya; “Ay canım sen de ne tatlı şeysin, pati ver” dememle hayvan bana hırlayıp üzerime atlamaz mı? Yere düştüğümde duyduğum acıyı en son bağırsaklarım düğümlendiğinde duymuştum. Gözümden yaşlar geldi, sinirimden ağladım. Ayşe yordamı, bir şekilde kendimi toparlayıp hiçbir şey olmamış gibi içeri girdim.

Haberin Devamı

 

Baktım benim kankalar orada, sarıldık öpüştük. Tam masaya otururken her zamanki gibi etrafı bir keseyim dedim, kimler gelmiş kimler diye.

 

Ve yine o gözlerle göz göze geldim, ben diyeyim mavi siz diyin gri. İlk aşkım gülümseyerek beni süzüyordu. Tam koşup sarılacaktım ki, vazgeçip ağır ağır yürümeye başladım biraz da kırıtarak. (Kırıtmak kim, ben kim? O da başka bir mesele, annem ördek gibi yürüyorsun der hep.)

 

“Selam fıstık”

 

“Selam Tazmanya canavarı, nasılsın?”

 

“Neden o gün seni gördüğümde ben Bodrum’a gidiyorum diyince Bodrum’a geleceğini söylemedin fıstık? Hım yoksa ben buradayım diye mi geldin?”

 

Erkek egosu işte, bir an sinir oldum herife.

Haberin Devamı

 

“Evet Tazmanya, aynen öyle. Bodrum’a gidip bin yıl önceki sevgilimi takip edeyim dedim. Yok artık, sadece tesadüf”

 

“ Tamam kızma fıstık, gel seni tanıştırayım arkadaşlarımla; bu Ali bu Veli, bu Ayla, bu da Yayla. Biz buradan Katanzi Bar’a gideceğiz, gelsene sen de”

 

“Bakarız” deyip masama döndüm. Ya hu ilk sevgilimi kafamda çok mu büyütmüştüm? O kadar heveslenmiştim ama yanındayken içimden ona karşı hiçbir his yükselmedi. “Bok vardı ne diye çıkarttın Yunanistan kıyafetlerini bavuldan?” diye düşündüm, “Denenmişi deneme diye bir laf var, hiç duymadın mı Ayşe Hatun?”

 

Arkadaşlarımın yanına oturunca kendimi vurdum yemeğe, sohbet muhabbet derken, baktım bir ara nefes alamıyorum. Niye nefes alamıyorum diye panik atağım tutuyordu ki, aklıma içimdeki korse geldi. Korseden kurtulup tekrar nefes almaya başladım, tam masama geri dönecekken, bu sefer başka bir çift göze rastladım. Bu sefer ben diyeyim deniz yeşili, siz deyin ne isterseniz.

 

İçimden adama “Tütütütü maşallah, seni yaradana kurban olsunlar” deyip kankilerimin yanına oturdum. Bir an tüm kankiler ayağa kalktı; “Hey Dimitri, welcome welcome”

 

Deniz yeşili gözlümün adı Dimitriymiş. Adam benim yanımdaki sandalyeye oturmaz mı? Kendileri Yunanlı olmaz mı? Ben yerde ararken gökte bulmaz mıyım? Ay galiba ben âşık oluyorum moduna geçmez miyim? Dimitri tüm gece kulağıma Yunanca bir şeyler fısıldamaz mı, bir uzo gelip bir uzo gitmez mi?

 

Oradan topluca Katanzi Bar’a gidilmez mi? Katanzi Bar’da benim bir elim yağda bir elim bardayken, yanımda Dimitri önümde eski sevgili, şarkılarla sallanıp dururken “Oh be, iyi ki Bodrum’a gelmişim” derken barın kapısından sizlere anlatsam inanmayacağınız kadar yakışıklı bir adam girmez mi?

Öldüm cennetteyim galiba diye düşünürken o yakışıklı bize doğru gelmez mi, beni çarpıntı basmaz mı?

 

Peki okur dostlarım, o adam yanımıza gelince Dimitri’ye sarılıp dudaklarından öpmez mi?

 

Meğer adamlar gay değil miymiş! Çığlık atmak isterken barın kapısı açılıp bu sefer boyu 1.80 küsur, dudaklar Angelina Jolie, vücut da Angelina Jolie, suratı bebek gibi bir kadın da geldi mi? Herkes “wov wov” derken bu da gidip benim eski sevgiliye belinden sarıldı mı!

 

Önümdeki bardağı kafama dikip; “Millet ben kaçıyorum” dedim. Odama gidip zırlaya zırlaya kaderime ağlayacağım, yarın araşırız.”

 

 48 saatlik Bodrum maceramın devamı cumaya sevgili okur dostlarım.

Yazarın Tüm Yazıları