Paylaş
“İtiraz istemem, gelip seni alıyorum, püfür püfür bir yere gideceğiz” dedi.
Her zamanki tembelliğimle ilk etapta tabii ki “hayır” dedim. Ama ne mümkün, az sonra geldi, beni adeta paketledi...
“Nereye?” diyorum; “Sus bekle” diyor...
Köprüyü geçtik. Aaaa Salacak’a geldik. Park ettik. Ufak bir tekneye bindik, hâlâ ağzım açık ama hakikaten püfür püfüre kavuştuk...
Meğer yüz yıllardır Boğaz’a hayat veren Kız Kulesi’ne gidiyormuşuz.
Bilmem kaç kuşak İstanbullu olan bendeniz, hep görüp de nedense hiç gitmediğim bu emsalsiz değere ayak basınca, hele ki güzelim İstanbul’a bir de buradan bakınca, el öpüp bayram harçlığı almış yaramaz çocuk gibi sevince boğuldum. Masamız ayrılmış, süper ortam falan filan. Yemekler şahane zaten, detaya girmeyeceğim.
Eve döndüğümde geçtim bilgisayarın başına tarih merakım mı ne depreşti, haydi Google amca dedim...
Birçok efsaneye konu olan Kız Kulesi hikayelerini bir kez daha hayranlıkla okudum. Bana her zaman çok romantik gelmiştir burası. Aşkların, sevdanın sembolü gibidir benim için.
İstanbul Boğazı girişinde inşa edilmiş bu gözetleme kulesi, deniz feneri amaçlı kullanılmış bir zamanlar. Gözetleme kulesi haa! Orada yaşamak ne harika olurdu diye düşündüm. Denizin ortasında Ayşe!
Gelen geçen gemilere el sallardım, kıyıdaki evlerde yaşayanlar neler yapıyorlar acaba diye meraklanırdım, balıkçı kayıklarına ıslık çalıp “hoop beni de alın” derdim...
Oltamla balık tutar, ellerimle pişirip mehtaba karşı keyif yapardım. Ohhh sefam olsun bee. Martı kardeş gel otur soframa, bak sana neler anlatacağım hele dur bak...
Kehanete göre krala kızının 18’ine bastığında bir yılan tarafından sokularak öleceği söylenmiş. Bunun üzerine kral, denizin orta yerine bu kuleyi inşa ederek çaresizce kızını buraya kapatmış. Hatta yılan tehlikesine karşı birçok önlem almış. Bir gün prenses hastalanmış, ateşlenmiş ve yataklara düşmüş. Bunun üzerine tüm hekimler seferber olmuş ancak çare bulamamışlar.
En sonunda bir hekim prensesi iyileştirmiş ve kral o günü bayram ilan etmiş. Kutlamaların, törenlerin ardı arkası kesilmemiş. Ama ne yazık ki kuleye gönderilen üzüm sepeti hesaba katılmamış! Bu sepetin içinde küçük bir yılan varmış. Yılan kralın kızını ısırmış ve söylenenler çıkmış, genç kız ölmüş.
Başka bir rivayette de kavuşamayan âşıkların hikayesi anlatılıyor.
Bu kadar harika bir yapının hikayesinin böylesine acıklı olması çok dokundu bana. Denizin ortasında masum, yalnız ve hüzünlü bir güzel... Kıymetini bilmek lazım bu güzelliklerin, bu değerlerimizin...
Paylaş