Paylaş
“Süper” diyorum, “Yat, kafayı dinle, iyi gelecek!”
“Ama ben nasıl...”
“Tamam, ben de kalacağım seninle...”
Sabah yerleşiyoruz Lape’ye.
Harika bir yer, yeşillikler içinde, Şişli’nin göbeğinde.
Odaya girince benimki ağlamaya başlıyor, “Bu ne ya, çok çirkin bu oda...”
“Ben güzelleştireceğim” diyorum...
Onu doktoru ve hemşireleriyle baş başa bırakıyorum.
Dekorasyon, yazarlığım ve mutfağımdan sonraki üçüncü alanım.
Atıyorum kendimi Halaskargazi’ye...
Bir dükkânın kapısında bir adam bağırıyor.
“Ne alırsan beş liraaa!.. Siz bugün ne aldınız beş lirayaaa...”
Dükkâna girip mumdan havluya, çiçekten oyuncak ayıya, tepsiden bardak çanağa alışveriş yapıyorum.
Haliyle de sahipleriyle kanki oluyorum.
Hastaneye gidince arkadaşımı odadan şutlayıp, odayı evin oturma odası haline getiriyorum.
İnternet ağır diye Osmanbey’e inip DVD almayı da unutmuyorum tabii ki...
Korku filmi, seri katil ikimizin de olmazsa olmazı!
Bizimkinin keyfi yerine geliyor, iki saat önce deliler gibi ağlayan kadın şimdi benden göz kremini istiyor.
Doktoruyla konuşuyorum, zaten o da arkadaşım.
İlaçları soruyorum, bana “Sen bu tıbbi resmen dışarıdan bitirdin” diyor, “Hâlâ geç değil kızım, girsene sınavlara” diye ekliyor!
Hemşirelere de aldığım hediye küpeleri veriyorum.
Haa bir de girişte kötü çiçekler vardı.
Oraya da bir vazo içine alıp, dizayn ettiğim sahte bahar dallarını yerleştiriyorum.
Kalacağız ya orada bir hafta, köpek nasıl iz bırakırsa ben de her yere izimizi bırakıyorum.
Ve herkesle samimiyet kuruyorum. Zaten herkes o kadar tatlı ki...
Kızım Ayşe sen de burada bir hafta dinlensen mi diyorum kendime.
Otel misali... Bodrum’a tatile gideceğine burada kal, huzur işte.
Sabahları iki kadın bahçedeki puflarda güneşleniyoruz.
Buradan çıkınca birilerine tatilden geldik desek, nereden derler çünkü ikimiz de bronz olduk.
Ben her gün atıyorum kendimi sokaklara.
Yine benimki uyurken güneş altında!
Halaskargazi’de tanımayan yok artık beni. “Akşama diyorum birine kokoreç yolla ya da dönerciye saat sekiz gibi döner yine, ama bak dün gönderdiğin biberin acı değildi haaaa...”
Çingeneleri çok severim ben.
Çingene Leyla’yla tanıştım, can o can...
Az paraya bana dört demet çiçek veriyor iki günde bir.
Ben de zaten almışım dört vazo, tanesi beş liradan. Odamız olmuş çiçek bahçesi...
Arkadaşım her gün inanılmaz ilerleme kaydediyor.
Ortam, bakım o kadar güzel ki...
Bir bakıyoruz sanki biz dünyanın en güzel yerinde tatildeyiz.
Geceleri bizim melek hemşireler artık odaya gelmeye başlıyor, “Sessiz olun ne olur hanımlar, kahkaha atmayın ayol yani sessiz atın...”
Gel diyoruz, gitme Türk kahvesi makinesi aldık ve de beş liraya Türk kahvesi fincanları...
Kanki fal bakmaya bile başlıyor hem de ilaçlı!
Canım arkadaşım yedinci gün “oh be” dedi, “kendime geldim...”
Hastaneden çıkarken o da ağladı, ben de.
Ay dedik acaba uzatsa mıydık? Odamızın resimlerini çektik.
Herkesi sarılıp öptük. Ben bir de Halaskargazi’deki herkesi öptüm, kartlarını aldım. Ne tatlı ne iyi insanlar onlar.
Oradaki hastalarla da ne anılarımız oldu o da ayrı.
Allah herkese iyilikler versin ve de akıl sağlığı...
Benimki şimdi mutlu. Eh ben de öyle.
Ayşe’nin notu: Bu arada ben hayatımın en büyük, en haksız tokadını yedim! İyi ki oradayken yedim... Hak, hukuk, adalet, vicdan... Yazacağım yakında...
Paylaş