Paylaş
Balık yeme isteğim fosfor eksikliği dışında neden olabilir peki?
Yatıyorum kalkıyorum balık diyorum. Çorbası olur, şöyle elle yiyeceğim bir istavrit tava...
Pahalısında falan gözüm yok, balık olsun yeter ki...
Hafta sonu da balık lokantalarını aşındırıyorum, o sırada da Deniz Kızı Eftalya adı aklıma kazınıyor.
Bilmiyorum, cahilim, her şeyi bilmek zorunda değilim yahu diyorum, Eftalya gerçekten var mıydı? Herhalde vardı, birileri uydurmadı...
İnternete giriyorum, bir de ayaklı ansiklopedi arkadaşım Aykut Teztel’i arıyorum, o illa ki bilir diye.
Karşıma inanılmaz bir hikaye çıkıveriyor. Bir de işin enteresan tarafı şu; kavgacı günlere pek kapak oluyor.
Ayrımcılığın olmadığı, kardeşçe yaşadığımız güzel günler...
Asıl adı Anastasia Yeorgiadu. 1891 yılında Sarıyer yakınlarında dünyaya geliyor. Rum asıllı Eftalya, bugün konservatuvar dediğimiz, o zamanlar Dar-ül Elhan denen kurum adına ilk defa plak dolduran Rum asıllı bir ses sanatçısı.
Babası da müzisyen. Sazı mükemmel şekilde çalan babası ile birlikte çok küçük yaşlarda şarkı söylemeye başlıyor.
Ve daha o zamanlarda herkesin ilgi odağı oluyor. Hele hele iyi havalarda sandalda baba saz çalıyor, Eftalya şakıyor...
Peşine onlarca sandal takılıyormuş Eftalya’nın. Ahali adını dahi bilmedikleri bu küçük kıza “Deniz Kızı” ismini yakıştırmış.
Zaman geçmiş, genç kızlık dönemlerinde Galata kahvelerinde söylediği şarkılarıyla iyice meşhur olmuş.
Türk müziğinin önemli isimlerinden Sadi Işılay ile yuva kurmuş, 50’den fazla plak yapmış...
Ata’mızın ilgisini çekecek kadar ünlenen Deniz Kızı EFTALYA (Işılay), bir gün onun huzuruna davet edilmiş ve onunla tanışma şerefine de nail olmuş...
O derece yani...
1936 yaz aylarında, o zamanki adıyla Şirket-i Hayriye (Şehir Hatları) bu efsane ses için bir organizasyon düzenlemiş, 4 adet vapuru bir güzel süslemişler... Vapurlar peş peşe Bebek’ten hareket etmiş. Sırayla Kanlıca, Yeniköy ve Beykoz’a, en nihayetinde Eftalya’nın doğup büyüdüğü Büyükdere’ye gidilmiş. Bu güzel olaya da vapurlara binemeyen yüzlerce İstanbullu sahillerden fenerlerle eşlik etmiş. Şarkılar, kantolar, zeybek havaları saatlerce sürmüş...
Ve...
Ama ne acı ki, o gece bir üşütmüş ki bu efsane kız, zatürreye yakalanmış. Uzun süre tedavi görmüş ama bir türlü tam manasıyla iyileşememiş. 15 Mart 1939’da erken yaşta göçüp gitmiş.
Türk, Rum, Ermeni, Kürt, Laz, o bu demeden güzel güzel yaşadığımız ülkemizden kim ne istedi de bir Fenerbahçeli sporsever, Galatasaray’ın stadına gidemez hale bile geldi... Soruyorum kendime ama nafile, mantıklı bir cevap bulamıyorum.
Ayşe’nin notu: Sevgi, ayrım yapmaksızın sevgi, her fikre saygı ve barış istiyoruz.
Paylaş