Paylaş
Saçlarıma şekil verdim. Hatta aynada neredeyse ramazan davulu gibi olmuş karnıma bakıp gülümsedim. Kendi kendime pozlar verdim.
Sorunsuz geçmiş bir hamilelikti ve ayaklarım yere basmıyor gibiydi. Ev ve okul arası yürüme mesafesi. Gölgeden gölgeden giderken, bir yanda aklımda bebeğim için yapmak istediğim şeyleri düşünüyordum. Bebek şekerleri, kapı süsleri vesaire… Kurdelesi ne renk olsun, üzerinde ne yazsın… O gün bütün derdim buydu.
Derken okula ulaştım, tanışma faslı ve sohbetten sonra gerekli işlemleri hallettim. İşler hallolunca bana okul bahçesine kadar eşlik ettiler. Okulun yanındaki geniş bahçeli içinde oyun parkı olan binayı sorunca “kimsesiz çocuklar yurdu” yanıtını aldığımda birden dağıldım.
Evet, dağıldım. Kurdeleler, şekerler, tüller, süsler, zıbınlar, sabunlar, biberonlar… Herşey çok büyük bir çekimle göğe doğru yükseldi sanki ve kafamın içinde beşiğinde yatan minik bebekler fotoğraflarından başka hiçbir şey kalmadı. Etkilendiğimi, hatta sarsıldığımı o an belli etmek istemedim ancak vedalaşıp arkamı döndükten sonra neye uğradığını şaşırmış şaşkın bir hamile olarak resmen sallanıyordum.
Bir süre sadece bu şaşkınlıkla yaşadım. Sonra araya doğum heyecanı girdi, bebeğimi kucağıma aldım. Büyüttüm ve uzun bir süre sonra yeni öğrencilerimle bir araya geldim.
Çoğu özel gereksinimli ve ailesi olmayan çocuklardı. Bu karşılaşmaya günden öncesinden hazırlanmıştım ama ilk defa göz göze geldiğimizde benimkiler oldukça nemliydi. Gülümsemeye çalışıyordum ama dudaklarım titriyordu.
Bu anı hayatları boyunca defalarca yaşamış olan çocuklar, halime oldukça alışkın görünüyorlardı ve bir ara şaka yaparak rahatlatmak bile istediler. Oysa benim kafamda şu vardı: bebeğimi elimden geldiğince iyi bir şekilde büyütmek için kendimi yerken, önemli veya önemsiz bir çok konuda kafamı patlatırcasına düşünürken, bazen kaygı duyup ağlarken, annesinin gölgesi üzerine düşmemiş çocuklara bakıyordum.
Sahi kimdi anne?
Sınıftaki çocuğunu büyük bir merakla kapıda bekleyen, her teneffüs tuvalate götüren, terledi mi, üşüdü mü diye kontrol eden mi?
Onu ben doğurmadım, bebekken ailemize katıldı, ben büyütüyorum diyen mi?
Hergün ama hergün yuvadaki çocuğu ziyaret edip, ödevlerini yaptıran, ona kazak ören, ateşi çıkınca yanına koşarak gelen mi?
Görevi gereği değil, içinden geldiği için ateşi çıkan çocuğu koşarak revire yetiştiren mi?
Yanıt olarak aklıma emzirme danışmanı sevgili Beyhan Numan’ ın sözü geliyor: beden doğurur, yürek büyütür. Bedenin doğurması bir başka mucize ama asıl mucize bir çocuğu büyütmek olsa gerek… Anne olmak veya baba olmak için illa ki biyolojik bağ mı olmalı?
Bence hayır.
Yeter ki yürek büyütmeyi istesin.
Paylaş