Paylaş
Artık, yazma arzusu açlığın da önüne geçmiştir.
Insanlar neden yazı yazar sorusuna yanıt aranılırsa, Humson' ın bu öyküsü güzel bir giriş olabilir. Geçtiğimiz yüzyılın yazarlarını inceleyince bohem bir hayat, kulakları delercesine sessizliğin hakim olduğu odalar, yanan mumların aydınlığında kaleme alınmış eserler çıkıyor karşımıza. Bu yüzyılda da durum değişmiş değil gibi... Odasında düşünen ve yazan yalnız erkek figürü.
Işık hızıyla bugüne gelelim.
Dijital ekrana dokunarak yazı yazmayı çok seven bir anne olarak, onca işimin arasında, bu köşede kendime birşeyler karalamanın, hatta zaman zaman edebiyat parçalamanın hazzına bırakıyorum kendimi.
Şimdilerde huzur bulmuş bu haz, bebeğine süt verme gayretiyle kendini parçalayan bir lohusanın blog açmasıyla kendini buldu.
Blogumu oluşturduğumda uykusuz, yorgun, bitkin ve canı çok sıkkın acemi bir anneydim. Kestirmeye kıyamadığım belime kadar uzanan saçlarımla, bakımsızlıktan mütevellit, daha çok mağara kadınlarına benziyordum. Üzerime yapışmış bir eşofmanlarım, bekleyen ev işleri, yapılması gereken yemeklerim yanı sıra, sorumluluğunu aldığım işlerin içindeydim. Bütün bunlar annelik gibi bir deryanın çakıl taşlarıydı. Hormonlarım, iç güdülerim bana hayatta kal ve bebeğinin hayata tutunmasını sağla diyordu sanki.
Ağır olan acemilik ve yalnızlık olmalıydı ki, 2-3 saatlik uykuyla yaşarken yazı yazmaya başladım. Hem de hergün.
Anne olmadan önce de yazardım. Makale tarzında hafiften sıkıcı şeyler... Fakat blogum kendi adamdan denize bıraktığım içi mektuplarla dolu şişeler gibiydi. Anne sütünü arttırma yolları, bebeğimi nasıl uyuturum, ah dişi çıktı, tuvalet eğitimi gibi anne olmayan birini bunalıma sokacak meseleleri yazmaya başladım.
Üstelik şimdiki gibi süslü cümlelerden uzak, en yakın arkadaşına içini döker gibi, tatlı bir delilikle kurulan sıradan ama içten cümleler...
Bu cümlelerin bulduğu yankı, yine benim gibi "çocuk büyütme" telaşındaki annelerle sahip olduğumuz ortak duygulardı. Blogu olan annelerin yazılarında bulduğum hislerime tercüman yazılar en az Dostoyevski kadar değerlidir benim için. Hem de her zaman.
Çünkü o yazılar, çılgın bir koşturmanın içinde, varoluş mücadelesinin en canlı yerinde yazılmıştır ve can yoldaşıdır bana göre.
Hangi yazar, bebeğini besleyip, oyun oynayıp, uyutup, yemeği hazırlayıp, evi temizleyip düzenledikten sonra, yazılarını kaleme alır, bilmiyorum. Ama blogger annelerin yaptığı bu. Eksiği yok fazlası var; örneğin profesyonel iş hayatı...
Bu nedenle blogger anneler ve yazıları başkadır.
Kendinden başka sorumluluğum olmasa, mum ışığında veya deniz manzaralı odamdan denize bakarak, varoluş acıları çeke çeke ben de ciltler dolusu edebiyat yaparım bayım.
Marifet hem anne,
Çalışan kadın,
Aşçı,
Ütücü,
Dadı,
Oyuncak tamircisi,
Animatör ve aynı zamanda blogger olmakta.
Yabana atmayın, nokta.
Paylaş