Öykülü hatırlı şiiri kentimin

İMRENİYOR insan. Şair kalemiyle yazdığı hikayelerini geç öğrendiğim, dostum Ayşegül Çelik Şahin anlattı ve çektiği fotoğrafları gönderdi.

Datça’da belediye, sokakları onurlandırmış.

Mesela birisine Louis Aragon demiş.

Yanına resmini ekleyip, bir kaç cümleyle özetlemiş yaşamını şairin.

Bir diğeri Shakespeare Sokağı.

Kimbilir daha kaç şairin dizeleriyle ismi dolaşıyor Arnavut kaldırımlarında Datça’nın.

Oysa biz, çağdaş Türkiye’nin kravatlı ruhları, o kadar alışmışız ki sokakların kafa kağıtlarının değişmesine.

İnternete düştü mü "Akdeniz Caddesi’nin ismi değişti" haberi...

Şaşırmıyoruz.

Belediye yalanlasa da, hemen koşup, kafamızı yukarı dikip bakıyoruz sokağın başındaki tabelaya; "Duruyor mu?" diye.

En kötüsü alışmak derler ya insan için.

Aşinayız sokaklara saldırıya.

Niye şaşıralım ki?

Değil miydi, 30 yıllık kıdemli belediye meclis üyesi, yargıyla raks ederek adını verdirdikten sonra bir caddeye buyurmuştu:

"Zaten eski sokak isimleri abuk sabuktu. Yok, Kediseven Sokak, yok Buluşmalar Sokak, yok Öykü Sokak. Değişmişse ne olmuş? Arkadaşlar benim adımı da bulvara vermeye layık görmüşler."

Niye şaşıralım ki?

Sakız Hanım Sokak’ı Zemzem Sokak; Günışığı Sokak’ı Medrese Sokak; Gündönümü Sokak’ı Müderris Sokak; Camadan Sokak’ı Kümbet Sokak yapan kim?

Ya Sevdalı Patika’yı kapatan?

"Taşplak, Çeşmeli, Öykülü, Kediseven, Buluşmalar, Sırvermez, Hatırlı, Meraklı, Buselik, Hoşsohbet, Akşam simidi, fincan sokak" katledilmedi mi bu şehirde?

Sonra bir de hiç kızarmadan çıkıp da, "Sokak isimlerinin, hangi nedenle olursa olsun değiştirilmesine karşı olduğumu, belediye meclisinde defalarca ifade etmişimdir" demediler mi?

İşte Datça Belediyesi, kucağında yatırdığı Can Baba’ya yakışanı yapmış.

***

Dili Ankara’ya değmemiş şair yoktur neredeyse.

Cemal Süreya başında geliyor.

"Aşk yok gayri memlekette/Cemal Süreya beri gideli" diyen Can Yücel, Ayrancı’da oturmuş şairin parkına, almış karşısına Cemal Süreya’yı, konuşuyor:

"Hiç bu kadar mülk sahibi olmamıştın / Darpháne müdürü olduğunda bile... / Epiy bir yüzölçümün var / Bir basket sáhan / Çocuk bahçen / Havuzun / İki kutu gibi helán / Sunay’ın dediğince Gülcemaller’in solmuşsa da / Tektük çimen yeşilin var sağa sola serpili... / Çocuklar bu ara okulda / Ama firarîler de var aralarında / Erkek-dişi kışkırtıyorlar. / Arabalar etrafında vızır vızırmış / Olsun! / Sen geceleri çıkarsın záten ortalığa / Bankların üstünde eski gözağrılarınla / Al takke ver küláh / Parkın sana mübarek olsun!.."

Bahsettiği Can Yücel’in, Ayrancı Pazarı’nın yakınındaki Cemal Süreya Parkı.

Biliyorum her gidenin ardından denir ama, "Ah keşke yaşasaydın Can Baba..."

Ne yazardın ama "Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi"nin oğlunun gözünden bugünkü kıvranan Ankara’yı.

Hani demiştin ya, "Názım için ’Gurbette yazdığı şiirler / Kartpostal şiiri’ diyen Ece’nin kendisi / Kart bir postal..." diye.

İşte öyle artık Ankara.

Tıpkı 22 yıllık kısa olacağını sezdiği tüberkülozlu yaşamına enfes tadlı şiirler sığdıran Rüştü Onur’un Hülasa şiirindeki gibi çıplak bugün Ankara:

"Ben ölsem be anacığım / Nem var ki sana kalacak / Ceketimi kasap alacak, / Pardösömü bakkal / Borcuma mahsuben... / Ya aşklarım / Ya şiirlerim ne olacak / Ya sen ele güne karşı / Nasıl bakacaksın insan yüzüne / Hülasa anacığım / Ne ambarda darım / Ne evde karım var. / Çıplak doğurdun beni / Çıplak gideceğim."

Rüştü Onur’u kimse hatırlamıyor bugün, bilmiyor.

Ölümünden sonra şiirlerini yayınlayan Salah Birsel’in dizeleri şairleri unutmamayı hatırlatıyor oysa:

"İnanın sözüme şairler / Üçer beşer söneceğiz / Yirmi ikiye varmadan / Rüştü gibi öleceğiz."

Öyleyse kitapevlerinde üç beş rafa sıkışan şiir kitaplarının şairleri -eğer kaldılarsa- seslensin bugün:

"Verin adını şairin bir Ankara sokağına, belki bir sakini merak eder, araştırır, anımsar..."

Yazarın Tüm Yazıları