Paylaş
Tüm dünyada fırtına gibi estiği yıllardı.
10 Eylül 1966’da Frankfurt’ta Almanya Şampiyonu Milderberger ile maça çıkmadan önce Anadolu Ajansı muhabirine şu açıklamayı yaptı:
“Pek yakında Türkiye’ye hareket edeceğim. Buralarda biz renklilere yukarıdan bakıyorlar. Ama orada, bizim Türkiyemizde ben hakiki vatanımda gibi karşılanacağım. Bana bir kahraman muamelesi edilecektir. Orada kendi evimde olacağım. Kendimi sıcak Türk bağrında hissedeceğim.”
Şampiyonun Türkiye’ye geleceği haberi bir rüzgar estirdi. Bu heyecan dalgası içinde, birden bire Zeki Müren esintisi duyuldu.
Konser için İzmir’de bulunan ünlü sanatçı, Almanya’daki Muhammed Ali ile telefonda konuştuğunu, kendisini evine davet ettiğini söyledi. 13 Eylül 1966’daki haberde şöyle diyordu Sanat Güneşi:
“Müslüman olan Clay’i, memleketimize geldiği zaman ağırlamak, en büyük arzumdur. Dün telefonla kendisiyle görüştüm. Teklifimi söyledim, memnuniyetle kabul etti. Clay, Türkiye’de ne kadar kalırsa kalsın, onu evimde misafir edeceğim. Bir ay, bir sene, müddet ne olursa olsun ona kendi yatağımı vereceğim. Türk mutfağını, Türk yemeklerini ve Türk misafirperverliğini göstereceğim.”
‘ZEKİ MÜREN’İ İLGİLENDİRMEZ’
Dönemin spordan sorumlu Devlet Bakanı Kamil Ocak, Washington Büyükelçisi Turgut Menemencioğlu aracılığıyla Muhammed Ali’ye devletin resmi davetini iletti. Ocak gazetecilerin karşısına çıktı ve “Clay, resmen davet edildi. Daveti kabul etti. Geliş tarihi ileride belli olacaktır” açıklamasını yaptı.
Gazeteciler ise Zeki Müren’in açıklamasının peşindeydi. “Clay, Zeki Müren’in mi misafiri olacak, sizin mi?” sorusunu yapıştırdılar. Ocak’ı kızdırdı bu soru:
“Dünya Şampiyonu Clay’i devlet olarak biz misafir edeceğiz. Zeki Müren’i ilgilendirmez. Onun daveti ayrıdır herhalde. Hiç haberim yok.”
Ancak Muhammed Ali o tarihlerde Türkiye’ye gelmedi. Bu tartışmadan tam 10 yıl sonra 1 Ekim 1976’da İstanbul’u ziyaret etti. Dönemin Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ve Devlet Bakanı Hasan Aksay ile birlikte basın toplantısı düzenledi, Sultanahmet Camisi’nde cuma namazı kıldı. Türkiye’deki açıklamalarında boksu bıraktığını, bir daha ringlerde dövüşmeyeceğini duyurdu dünyaya.
Ancak gerçekte boksu bırakması 1978’de oldu.
Muhammed Ali, tek günlük ziyaretinin ardından Türkiye’den ayrıldı.
ALASYA’NIN GİZLİ TUTKUSU
Devekuşu Kabare’nin en önemli isimlerinden Zeki Alasya’nın az bilinen bir tutkusu vardı:
Fotoğraf.
Önceleri sadece hobi için fotoğraf çekmeye başladı. Daha sonra kendisine bir karanlık oda oluşturdu, fotoğraflarını da kendisi basmaya başladı.
Ünlü sanatçı 1969’da toplamaya başladığı fotoğraf makineleriyle kocaman bir müze oluşturmuştu kendine.
Alasya’nın bu merakı onu zaman içinde kamera önünden kamera arkasına yönlendirdi.
Zaten kendisi de “Fotoğraf sanatının aşkına yönetmenliğe de başladım” diyordu.
Yönettiği ilk film, yol arkadaşı Metin Akpınar ile birlikte başrolü paylaştığı muhteşem komedi Aslan Bacanak’tı. Bu filmle başlayan yönetmenlik kariyerinde 9 filme imza atmıştı.
‘Aslan Bacanak’ filminden
Fotoğraf makinelerine gözü gibi bakıyordu. “Fotoğraf makinelerim arabamdan çok daha kıymetli benim için. Onlara çok iyi baktığım için 15 yıllık makinem bile daha yeni alınmış gibidir” diyordu.
Alasya’nın koleksiyonunun değeri, o yıllar için hatırı sayılır bir rakamdı. Fotoğraf aşkı ünlü oyuncuya 5 milyon liraya patlamıştı.
CANNES’DAKİ ZÜHTÜ RÜZGARI
“Ben sana kandım Zühtü, hele hele yandım Zühtü.”
Bu sözler çok uzun yıllar Türk halkının diline pelesenk oldu.
Türküyü seslendiren isim Ayla Algan’dı. Algan sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da da çok ünlü bir tiyatro sanatçısıydı.
1972-79 yılları arasında Paris’te yaşadı. Birçok oyunda rol aldı, plaklar doldurdu.
1977 yılında Fransa’da Cannes Müzik Festivali’ne katıldı. Sahnede Zühtü’yü seslendirdi.
O kadar beğenildi ki, Petula Clark, Johnny Holliday, Adamo, Tino Rossi gibi dünya yıldızlarının bir şarkılık kaldığı sahneden Algan inmek bilmedi. Her şarkı bittiğinde alkış koptu, bis yapıldı. Algan sahneden inemiyordu.
Tam 6 şarkı seslendirdi art arda.
Cannes’a damga vuran isim Ayla Algan’dı.
Paylaş