Paylaş
1- Başbakan İsmet İnönü liderliğindeki hükümet defalarca uyarılarda bulundu.
Ancak Rum saldırıları bitmiyordu.
TBMM ve Cumhuriyet Senatosu, 16 Mart 1964’te gizli bir toplantı yaptı. 5 saat 40 dakika süren görüşmeler sonucunda Kıbrıs’a asker gönderilmesi için hükümete yetki verildi.
Rumlar ise silahlanmayı sürdürüyordu. Son olarak ABD’de yaşayan Rumların parasıyla satın alınan iki uçak da adaya geldi.
Türkiye, adaya askeri çıkarma yapma kararı aldı.
2- UZUN SÜRE SIR GİBİ SAKLANDI
Türkiye uluslararası anlaşmalar çerçevesinde yeşil hatta kadar gidecek, adanın kuzeyindeki Türkleri korumaya alacaktı.
5 Haziran günü karar dönemin ABD Büyükelçisi Raymond Hare’e bildirildi. Hare, kendi yönetimiyle görüşmek için üç saat izin istedi.
İşte bundan sonra Türk siyasi tarihinin en çok tartışılan olaylarından biri yaşandı.
O dönem ABD’nin Başkanı, Kennedy’nin suikast sonucu öldürülmesinin ardından başkanlık koltuğuna oturan yardımcısı Lyndon B. Johnson’dı.
Johnson, Başbakan İnönü’ye hitaben bir mektup yazdı. Mektubu Hare, bizzat İnönü’ye iletti.
Johnson’ın mektubuyla birlikte çıkarma askıya alındı. İnönü de haziran sonuna doğru ABD’ye bir ziyaret yaptı.
İnönü de mektuba bir yanıt vermişti. Ama her iki mektup da uzun süre sır gibi saklandı. Bunun nedeni Johnson’ın kullandığı üslup ve sert sözlerdi. 1965’te böyle bir mektup olduğu ortaya çıktı. Ancak kimse içeriğini tam olarak bilmiyordu.
Bu mektup Türk siyasetinin en çok tartışılan konularından biri oldu.
13 Ocak 1966
3- ‘DEHŞETENGİZ BİR VESİKA’
1965 yılında iktidar değişti. CHP muhalefete, Adalet Partisi hükümete geçti.
13 Ocak 1966’da, yani mektuptan 1.5 yıl sonra Hürriyet, Türk basın hayatının en önemli gazetecilik olaylarından birine imza attı. O gün Hürriyet’in manşeti şöyleydi:
“Johnson’ın mektubu.”
Cüneyt Arcayürek imzalı haber, “Hadiseler yaratan mektubun tam metnini açıklıyoruz” diye sunuluyordu.
Arcayürek haberiyle ilgili yazısında, “Bu mektup, bir esrar, okunulmasından kaçınılan dehşetengiz bir vesika olarak siyaset sahnesine tekrar çıkmıştır” diyordu.
Arcayürek yazısını şöyle bitiriyordu:
“Biz gazetecilerin üzerine düşen tek görev Johnson’ın mektubunu tam metin halinde ele geçirmek ve onu gazetelerimize vermekti. Ben, bugün bu görevimi yapıyorum. Tarafsız bir gazete olarak Hürriyet, böyle bir mektubu ele geçirip yayınlamak suretiyle yaptığı gazetecilik görevinden sadece şeref duyar.”
CHP, iktidarı süresince bu mektubun ortaya çıkmasını engellemişti. Artık iktidarda olan Adalet Partisi de “İcap ettiği takdirde yayınlanır” diyordu. İşte böyle bir ortamda Hürriyet’in haberi çok büyük ses getirdi.
14 Ocak 1966
4- SERT MEKTUPTA ŞUNLAR VARDI
Johnson’ın “Sayın Bay Başbakan” diye başlayan mektubu çok sertti.
* Türkiye’nin silahlarını ABD’den aldığını ve Kıbrıs’a müdahalede bu silahları kullanamayacağını söylüyordu.
* Çıkarmanın, ikisi de NATO üyesi olan Türk-Yunan çatışmasına neden olacağını belirtiyordu.
* Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkmasının, Sovyetler Birliği’nin müdahalesine yol açabileceğini ve NATO’nun Türkiye’yi savunmakta tereddüt edeceği tehdidini yapıyordu.
* Böyle bir müdahalenin Kıbrıs’taki on binlerce Türk’ün katledilmesine yol açacağını söylüyordu.
Mektupta öyle ifadeler vardı ki, Johnson, “Sözlerimi pek fazla sert bulabilirsiniz” deme ihtiyacını hissetmişti.
5- TÜRKİYE’NİN GÖZÜ AÇILDI
Hürriyet’in haberi tam anlamıyla gündeme bomba gibi düştü. Siyasetin her cephesinden tepkiler geldi. Kimi mektubun yayınlanmasından memnundu, kimisi karşısındaydı. Savcılık haberle ilgili soruşturma açtı. Hürriyet Mesul Müdürü Ferhan Devekuşuoğlu savcılıkta ifade verdi.
16 Ocak 1966
Hükümet hem Johnson’ın mektubunu hem de İnönü’nün cevabını açıklama kararı aldı. Ve Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Oktay İşçen, 15 Haziran günü basın toplantısıyla iki mektubu da gazetecilerle paylaştı. Arcayürek, daha sonraki yıllarda mektubun Türk siyasetindeki sonuçlarını şöyle anlatıyordu: “Johnson Mektubu etrafında gelişen olayların en önemli tarafı halk deyimiyle, Türkiye’nin gözünü açmasıdır. Türkiye yalnızca Amerika’ya bağlı bir dış politika yürütmesinin acısını hissetti. İkincisi Türkiye silahlarını yapmadıkça her zaman başkalarına bağımlı bir savunma sistemi içinde kalacağını da anlamış oldu.”
Paylaş