Arabamı bıraktığım bir otoparkta bulunan yazıya çok içerledim:
‘Arabanızdan çalınan eşyalardan ve arabanızın gördüğü hasardan dolayı sorumluluk kabul etmiyoruz. İlginize teşekkürler.’
Hadi arabadan çalınan eşyaları geçtim, eğer arabamın senin otoparkında gördüğü hasardan, mesela başka bir arabanın gelip, arabama çarpmasından dolayı sorumluluk almayacaksan, ben neden arabamı getirip senin otoparkına koydum ki? Üstelik dünya kadar bir para vererek!
Türk insanı olarak en büyük sorunlarımızdan birisinin çoğu zaman ‘sorumluluklarımızı ve yetkilerimizi bilmememiz, sorumluluğu üstlenmeyi bir türlü kabul edemeyişimiz’ olduğunu düşünüyorum.
Neredeyse herkes, üzerine en ufak bir sorumluluk alacak da, bundan dolayı canı yanacak diye ‘ilanen tebligatlarla’, ‘kıvırmalarla’ bunlardan kaçmaya çalışıyor.
***
Cumartesi akşamı saat 19.40 sularında, Bağdat Caddesi’nden evime doğru trafikte gitmeye çalışırken, kimin ne akla hizmet olarak Kadıköy trafiğinin tam orta yerine kondurduğuna bir türlü anlam veremediğim Natilius Alışveriş Merkezi’nin önünde trafik iyice kilit oldu.
Dakikalar geçti, yarım metre dahi ilerleyemiyoruz. Bütün sürücülerin elinden gelen tek şey kornalarını ‘höyküttürmek’ o kadar! Aklımca çok dahiyane bir buluş olarak, yaklaşık yarım saat bekledikten sonra, 154 Alo Trafik’i arayıp, durumu anlattım. Karşıdan buz gibi bir sesle şu cevap geldi:
‘Haberimiz var.’
‘E peki o zaman niye bir trafik polisi gelip burayı trafiğe açmıyor?’ diye sorduğumda da aldığım yanıt şu oldu:
‘Yorum yapmayın siz, arabanızı kullanın.’
Hönk! Nasıl yani? Seni o 154 numaralı hattın başına trafikle ilgili sorunları, gelen ihbarları değerlendir, bir çözüm üret diye koymadılar mı? Sorumluluk alanın bu değil mi?
***
Sonunda trafikten kurtulup, yol boyunca ‘bu ülkede kimse sorumluluklarının bilincinde değil’ diye söylene söylene eve ulaştım. İyi ki de ulaştım, yoksa zaten günlerden cumartesi, eğer eve geç kalıp ‘Gelinim Olur musun?’ yarışmasını kaçırsaydım, seyirci haklarını ihlalden açabileceğim herkese dava açacaktım! Televizyonun karşısına geçip Semra Hanım Teyze’mi seyretmeye başladım.
Tabii büyük hatip, kendinden başka evde olan biten her şeyin farkına varabilen, ama kendisinin farkına varamayan insan Semra Hanım, konuştukça benim sinir katsayım giderek artmaya başladı.
Baktım ki, çoğumuz gibi Semra Hanım Teyzem de ne sorumluluklarının, ne de bulunduğu durumun farkında çünkü. Yahu insanın birazcık kendiyle ilgili farkındalığı olmaz mı? Birazcık dönüp kendine bakmaz mı?
Eh, peki Semra Hanım Teyze o evde senden daha çok konuşan var mı? (YOK!) O evde ‘güzele’ ve ‘hanımlığa’ (!!) senden daha düşkün başka bir kayınvalide var mı? (O DA YOK!)
E bu Ata’yı kim yetiştirdi? O çocuğu bu kadar kararsız, bu kadar ne dediğini bilmez, ne anlattığının farkında olmayan hale kim getirdi? Allah’a şükür sen...
***
O 22 yaşındaki kararsız ve hayatı boyunca kararsız kalacak olan çocuğun, senin karşında herhangi bir fikrinin olması ve fikrini savunması beklenebilir mi? (HAYIR; HAYIR; HAYIR) Fikri olsa dinler, kabul eder misin? (YİNE HAYIR; HAYIR; HAYIR)
E o zaman Semra Hanım Teyze sen neye, kime, neden kızıyorsun? Bir kez olsun sorumluluğu üzerine alıp kendine kızmayı neden denemiyorsun? Zaten ipliğin pazara çıkmış.
E alsana sorumluluğu üzerine Semra Hanım Teyze, bir kez olsun dönüp baksana kendine?
NOT: Bu yazı, pazartesi gecesi oğlunun mutluluğu için onaylamadığı gelin adayı Sinem’e, ‘kader’ diyerek, ‘kerhen’ boyun eğen Semra Hanım Teyze’nin, sorumluluğu üzerine alamayışını ve kararsızlığını bir kere daha gözümüze sokmadan önce yazılmıştır.