Arkadaşlarım beni mükemmeliyetçi, gerekli gereksiz ayrıntılara takılan birisi olarak tanımlarlar.
Zaman zaman onları haklı bulurdum eskiden, ama ikinci reklam filmimi çektikten sonra artık haklı bulmadığım gibi, arkadaşlarıma ve beni mükemmeliyetçi olarak tanımlayan herkese reklamcılar ve reklam sektöründe çalışan herhangi birisiyle, birkaç gün (ya da birkaç saat) geçirmelerini öneriyorum. Mükemmeliyetçilik ve ayrıntılara takılmak ne demekmiş görsünler!
Bir önceki reklam filminden sonra yaşadıklarımı yazmış ve ‘Bir daha reklam filmi mi tövbeler olsun’ demiştim, hatırlıyorum (Balık hafızalı değilim Allah’a şükür!) ama, ikincisini de çektim maşallah. Artık hepinizin gözünde ‘sözünü yemiş bir adam‘ olduğumun da farkındayım!
Bu reklam kampanyası (Kampanya deyince ne kadar havalı duruyor değil mi?) teklifi geldiğinde, biraz gerilmedim değil. İlk reklam filmimin (Ufff sanırsın sanatsal bir etkinlik yani) çekimlerinden bu işin ne kadar zor olduğunu ve çek çek çekimlerin bir türlü bitmediğini biliyorum ya, şimdi yine ‘bir takım takıntılı insanlar ordusuyla boğuşmaya değer mi?’ diye düşündüm tabii ki!
Artık reklam oyunculuğunda (!) bu kadar deneyimli birisi olarak, (Bu çekimler bana daha çok deneyim kazandırdı, çünkü bu kez tam tamına dört buçuk gün reklam setlerindeydim) iddia ediyorum ki ben reklamcıyı gözünden tanırım! Sokakta yürürken, yemek yerken, film seyrederken gördüğüm herhangi bir insanın reklamcı olup olmadığını size hemen söyleyebilirim. Eğer siz de tanımak istiyorsanız aşağıdaki ‘Reklamcıları Tanıma Kılavuzu’, ‘Sınıf Öğretmeni’ köşesinin ücretsiz bir hizmetidir. Güle güle kullanın...
Bir kere bu reklamcılara göre hayat estetik değerler üzerine kurulmuş. Bir planın çekilmesi için yönetmenin istediği renk ve biçimde deniz yatağı bulunamadığı için sette tam dokuz saat beklemek zorunda kaldım! Evet yanlış okumadınız, ya da ben yanlış yazmadım. Aslında bu deniz yatağı meselesi çok eğlenceli, reklam filmlerinin birisinde ben, deniz yatağının üzerindeyim bütün film boyunca. Çekimler sırasında şöyle komutlar duydum ve duyduklarıma inanamadım. ‘Arkadaşlar deniz yatağının üzeri ıslanmış kurulayalım lütfen’. E deniz yatağı dediğin şey zaten ıslanmaz mı? Yani hem suyun üzerinde yüzecek, hem de ıslanmayacak bir deniz yatağı var mı? Üstelik ıslanmış olması gayet normal değil mi?
Bu havuz çekimleri çok talihsiz çekimlerdi gerçekten. İlk gün deniz yatağının dokuz saat bulunamaması sebebiyle çekim dokuz saatçik (!) geç başladı. Çekim başlayıp benim ilk planım çekildikten sonra da yağmur yağmaya başladı ve neredeyse bütün İstanbul’u sel götürdü. Yapımcının bulutlara bakıp güneşin açacağı yolundaki bütün tahminleri İstanbul’u sel götürmesiyle birlikte suya düşünce set iptal edildi. (Eeee alma starın ahını çıkar aheste aheste!) Havuz çekimlerinin yapılacağı ikinci gün sabah saat yedide bütün ekip setteydik. (Çünkü ben star kaprisi yaparak saat on bire kadar çalışırım, on birden sonra sette bir dakika bile durmam demiştim...) Sabah yataktan kalktım hava günlük güneşlik, ‘oh’ dedim ‘Nihayet bu gün çekip bitireceğiz, ben de kurtulacağım bu işten’. Tam çekimler başladı, ben yine su yatağının üzerine çıktım, birden hava karardı, nasıl bir soğuk ve rüzgar başladı, ben üşüyüp titremeye başladım ve yönetmenden beni dehşete düşüren ikinci komut geldi: ‘Üşümeeeeedeeeen!’ (E hava soğuk ne yapayım?‘... Ve tabii benim ahımı alan yönetmene bir ders olarak, yine yağmur başladı... Ama bu kez ‘bana inat ‘ yapımcının duaları kabul oldu güneş açtı da çekimi bitirebildik.
Bu reklam sektöründe bir de ‘yaratıcı’ elemanlar çalışıyorlar bildiğiniz üzere. Bu kişilerin görevi reklamlarla ilgili fikir üretmek ve reklam seneryolarını yazmak. Vallahi bu zatların garip zevkleri var gördüğüm kadarıyla, bir kere neredeyse hiç birisi Türkçe kitap okumuyorlar, en sevdikleri şey çizgi roman okumak. Hepimizin hayatında çok önemli yer tutan bazı insanları da tanımıyorlar (Ya da tanımazmış gibi yapıyorlar emin değilim!). Mesela bu ‘yaratıcı’ ekipten olan arkadaşlardan bir tanesi Ebru Gündeş’i hiç görmediğini iddia etti ki, ben bunun doğru olmadığını düşünüyorum açıkçası! (Yani olmamalı değil mi?)...
Ayrıca bu sektörde çalışan kadınlar nedendir bilinmez saçlarını çok garip renklere boyuyorlar. Gördüğüm saç renkleri karşısında düştüğüm hayreti anlatamam...
Ve hepsinin inanamayacağınız bir sabrı var. Mesela bizim sadece bir saniye gördüğümüz bir planın çekimi için en az iki saat uğraşıyorlar. Olmadı, olana kadar, oldurana kadar uğraşıyorlar. Benim plan tekrarında rekorum otuz üç... Yani tam otuz üç kere aynı hareketi yapıp, aynı cümleyi söyledim. (Böylece ne kadar yeteneksiz olduğum da ortaya çıktı değil mi? Ama aldığım duyumlara göre, doksan sekiz tekrar yapan varmış... O kadar da kötü değilim yani!)
Bilmem seyrettiğiniz reklamları beğendiniz mi ama, ben bu kez mutluyum... (Çok beklersiniz! Bir daha yazar mıyım ‘bu son diye’, sonra hep lafımı yemek zorunda kalıyorum!..)
NASIL BÜYÜDÜM
Ben büyürken, Asprin ilaç firmasının verdiği yap bozlar vardı.