Hem annem hem de babam çalıştıkları için, hafta içlerinde sabahları ev benim olurdu.
İstediğim kadar sesini açıp müzik dinler, istediğim televizyon kanalını seyreder (zaten topu topu üç kanal vardı), istediğim saatte yataktan kalkıp kahvaltımı ederdim.
Ama Pazar günleri bütün ev halkı evde olduğundan, ortak yaşamın kurallarına uymak zorunda kalmak beni pek de mutlu etmezdi.
Pazar sabahları ‘Hadi kalk artık kahvaltı hazır’ ya da ‘Yeter uyuduğun, seni mi bekleyeceğiz.. Öldük açlıktan’, ‘Bütün gün uyumayacaksın değil mi’ cümlelerinden bir tanesini duyarak yataktan kalkmak zorunda olmak hiç de hoş değildi. Pazar günleri temizlik günü olması sebebiyle kahvaltıdan hemen sonra evde neredeyse sıkıyönetim ilan edilirdi.
***
Hangi odaya gitsem yaklaşık yarım saat sonra annem o odayı temizlemeye gelir ve sürekli olarak ‘ordan kalk, şuraya otur’, ‘Marleyleri yeni sildim dolaşma, ayak izi oluyor’, ‘Ayaklarını topla, süpüreceğim’ gibi şeyler söyler ve çoğu kişi için özlenen bir tatil günü olan pazar günlerini eziyete çevirmeye devam ederdi. Bir yandan büyük bir gürültüyle çalışan elektrik süpürgesi, diğer yandan çamaşır makinesinin sesi zaten günü yeteri kadar çekilmez hale getirirdi.
Hele bahar aylarında neredeyse nefret ederdim pazar günlerinden. Genellikle ertesi gün bilmem ne dersinin son yazılısı olur, o yazılıdan bir alsam bile ortalamamın geçer not olacağı o sınava niyeyse hálá kendimi çalışmak zorunda hissederdim. (Bugünkü aklım olsa asla çalışmam!)
O zamanlar insanların pazar günlerini niye çok sevdiklerini hiç anlamazdım. Bunu anlayabilmem için, çalışmaya başlamam ve yaşımın otuzlu yaşlara gelmesi gerekti. Artık pazar günlerini çok seviyorum. Hatta yapmak istediğim şeylerin bir güne sığmadığını görüp, ertesi gün de pazar olsun istiyorum! Gün yetmiyor anlayacağınız.
Bu pazar sabahı kalkar kalkmaz, televizyonu açıp aylak aylak ekrana bakmaya başladım. Ne kadar magazin ve çocuk programı varsa hepsini seyrettim. Bu hafta magazin konusunda çok donanımlıyım anlayacağınız.
Öğlenden sonra nihayet ‘Truva’ filmine gidebildim. Nihayet diyorum, neredeyse seyretmeyen bir ben kalmıştım filmi. Son günlerde her eş dost sohbetinde, ya da her gazete makalesinde konu dönüp dolaşıp Truva’ya gelince insan kendini kötü hissediyor. Hele benim gibi bir popüler kültür mantarına bu kadar geri kalmak hiç yakışmıyor.
Uzun zamandır bu kadar keyifle, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan bir film seyretmemiştim. (Nihayet ben de ‘Truva’yı yazanlar kervanına katılmış oldum böylece!)
Sinemadan çıkıp, patronumun verdiği ‘yaza merhaba’ partisine gittim. Valla yaz geldiği için mi verdi bu partiyi, yoksa canı istediği için mi bilmem ama nedense bu ismi uygun gördüm. Partide kendimi sık sık bir Türk filminin setindeymişim gibi hissettim. Hani o eski filmlerde olur ya, ellerinde içki kadehleriyle eğlenen ‘çılgın gençler’, onlardan birisiymişim gibi geldi bana nedense? Herhangi bir aşamada merdivenlerden Lale Belkıs ya da Suzan Avcı inecek diye bekledim ama gelen giden olmadı.
***
Artık günlerden pazar ve tatil günü ya, çekilmedik kapının ipi kalmasın düşüncesiyle oradan çıkıp, bu kez başka bir arkadaşımın ‘Ege Yemekleri’ yaptığı akşam yemeğine gittim. Enginar dolması, deniz börülcesi, pazı, hodan ve daha ismini bilmediğim bir sürü ot. Sevmeyeniniz var mı bilmem ama ben bayılıyorum Ege Yemekleri’ne... Belki de otobur olduğum için seviyorumdur!
Tabii bu kadar ‘gezenti’ olup kapı kapı gezdikten sonra, ‘dinlenme günü’ olan pazar gününü yeteri kadar yorularak ama çok da eğlenerek bitirdim. Eskiden niye sevmezmişim bu pazar günlerini bilmem?
NASIL BÜYÜDÜM
Ben büyürken mektuplara ‘Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperek’ başlanırdı.
Popüler kültür mantarı bu hafta neler yaptı
Şu günlerde Dan Brown’un ‘Da Vinci Şifresi’ni okuyorum. Sürükleyici ve enteresan bilgilerin olduğu bir kitap.
Nazan Öncel dinlemeye devam ediyorum. Sanırım uzunca bir süre daha da sıkılmadan dinleyeceğim.
Yukarıda da yazdığım gibi ‘Truva’ ve ‘21 Gram’ filmlerini seyrettim.
Çıragan Sarayı’ndaki Q Jazz Bar’da Ferhat Göçer’in Türk filmlerinin şarkılarını seslendirdiği dinletiye gittim. Çocukluğumun siyah beyaz filmlerini, barkovizyondan verilen görüntülerden seyrederken bir yandan da o filmlerin şarkılarını Ferhat Göçer’in olağanüstü sesinden dinlemek inanılmaz keyifliydi. İmkanınız varsa kaçırmayın, mutlaka gidin derim. Umarım sevgili Ferhat bu gösteriyi herkesin ulaşabileceği ve gidebileceği bir mekana taşır. Mesela Rumelihisarı’nda bir gece çok keyifli olur.
Türkstar’da iki favori adayım Abedin ve Faruk Emre elendi. Şimdi kendime yeni bir favori bulmalıyım! Eminim yarışmacılar benim favorim olmamak için uğraşacaklardır. Çünkü favorim kim olsa eleniyor!
Popüler kültür mantarınızın bu haftaki serüveni de işte böyleydi...