Kocasını tuvalet için parka yollayan bir kız kardeşim var
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Hiç temizlik hastası birisiyle aynı evde yaşadınız mı? Hayatınızı nasıl cehenneme çevirirler biliyor musunuz?
Benim annem, teyzem ve kız kardeşim hastalık derecesinde titizler. Hele kız kardeşimi görmeniz lazım. Temizlik yapamadığı günler kendisini hasta hissediyor.
Kız kardeşim evlenip Almanya’ya yerleşti. Almanya’ya gittiğinin ikinci senesindeydi sanıyorum, dil öğrenmek için ben de Almanya’ya onun yanına gittim. Münih’de küçük ama sevimli bir evde oturuyorlar. Ev müze gibi. Bütün eşyalar askeri disipline sokulmuş. Evde sanki hiç yaşanmıyormuş gibi. Bütün ev halı kaplanmış. Hem de krem rengi. Eşyalar uçuk yeşil. Salonun köşesinde cam bir yemek masası. Yukarıya çıkan bir merdiven var, yukarda da yine yerleri krem rengi halıyla kaplanmış bir yatak odası.
***
Mevsimlerden kış. Eve girdiğimde paltomu asmam gerek. Portmantoya rast gele paltomu astım. Ama hemen kardeşim yerini değiştirdi. Çünkü evde herkesin paltosunu asacağı yer belliymiş. Kardeşimin paltosu uzun olduğu için en başa asılacak, onun paltosunun altına da botlar ya da ayakkabılar konacak ki paltonun ucu ayakkabılara değmesin. Hemen kardeşimin paltosunun yanına, kocası asacak paltosunu, çünkü onun paltosunun boyu kısa. O paltonun altına da çizmeler koyulacak. Ben de en sona asmalıymışım. ‘Peki’ dedim . Ama içimden nasıl sinir oluyorum anlatamam. Paltonun da asılacak yeri mi olurmuş diye.
Evde sigara içmeye başlıyorsunuz, Almanya’nın soğuğunda birden bütün camlar açılıyor. Kardeşimin gözü sigaramda. Küller yere düşmesin diye. Halı krem rengi ya... Bir sigara içimlik sürede evde sıkıyönetim ilan ediliyor neredeyse. Sigara içmek eziyete dönüşüyor. Üstelik o ev sigara içilmeyen bir ev de değil!
Geceleri kardeşim herkes uyumadan yatamıyor. Niye mi? Çünkü herkes yatınca onun koltukların yastıklarını kabartması gerekiyor. Sabah kalktığında yastıklar kabartılmış olmalı. Hatta o kadar takmış ki bu yastıkların sürekli kabarık durmasına, arada otururken birden ayağa kalkıyor, hadiiii herkes de onla beraber oturduğu yerden kalkıyor. Kardeşim yastıkları elleriyle kabartıp tekrar yerleştiriyor. Bildiğiniz işkence yani. Ben en son çareyi artık koltuklara değil yere, halının üzerine oturmaya başlayarak buldum.
Ama halının üzerine oturunca da sorun çözülmedi ki. Bu kez de halının tüyleri basılıyor diye hayıflanıyor kardeşim. Halılar krem rengi ya. Üzerinde sigara içilirken kül düşmesin diye, sigara içerken kültablasının altına bir bez seriliyor. Sen yerden kalkınca da hemen kardeşim ayaklarını halıya sürterek, halının tüylerinin aynı tarafa bakmasını sağlıyor.
***
Bu halı zaten oradaki iki aylık hayatımı yeterince cehenneme çevirdi. Evin içinde yaklaşık olarak günde 5 (yazı ile beş!) kere elektrik süpürgesi ile halı süpürülüyor. Haftada iki hatta üç kez de halı siliniyor. Ve en önemlisi halının üzerinde siz yürürken, sürekli kardeşim yere bakıyor. Ayak izi oldu mu diye. Ayak izi olduğunu görünce hemen, o malum hareketi yapıyor. Bacaklarını iki yana açıp, sağ ayağını halını üzerinde bir sağa bir sola gezdiriyor ve ayak izini yok ediyor. Bütün bu işlemi yaptıktan sonra da halıya eğilip yandan yandan bakıyor. Halının tüm tüyleri aynı tarafa bakıyor mu diye?
Üzerinden çıkarıp katladığın giyim eşyaları da, koyu renkten açık renge doğru üst üste konulacak. Gardropta askıların çengelleri hep sana doğru bakacak. Gardroba astığın her şey açık renkten koyu renge doğru gidecek. Evde tam bir askeri disiplin!
O evde tuvalete girmenin nasıl bir eziyet olduğunu, ben anlatmadan düşünebileceğinizi sanıyorum. Çünkü siz tuvaletten çıkar çıkmaz arkanızdan birisi tuvalete giriyor ve başlıyor tuvalet lavabosunu, yerleri ovmaya. Tabii insan bunu bir kez yaşadıktan sonra, artık çatlayana kadar tuvaletini tutmaya çalışıyor. Sonuna kadar tutmak, tuvalete girmekten çok daha iyi çünkü. Hele tuvalet henüz temizlendiyse ve sizin tuvaletiniz geldiyse, nasıl ters bir bakış fırlatıyor size anlatamam. ‘Ne lüzumu var şimdi tuvalete girmenin... Daha şimdi temizledim’ diyor bakışlarıyla. Hani elinden gelse parka yollayacak sizi, işinizi orada görün diye. (Daha sonraki yıllarda kocasını tuvalet için parka yolladığı dedikoduları çıktı ama, bütün bunların rivayet olduğuna inanmak istiyorum!)
Evde cam masada oturup kağıt oyunu falan oynamak ayrı bir eziyet. Oyunun tam ortasında kardeşim ayağa kalkıyor. Elinde bir adet ‘camsil’. Masanın etrafında oyun oynamaya çalışan herkes, masadaki her şeyi eline alıp ayağa kalkıyor. Kardeşim camsili masaya sıkıp, başlıyor temizlemeye. Sebep: Masaya kül düştü. Ya da masa da el izi oldu. Haydaaaa! E kardeşim kağıt oynarken, insanın eli ister istemez dokunuyor işte masaya. Bu camsil taarruzu bir kağıt oyunu esnasında yaklaşık 8-10 kez tekrarlanıyor. Tabii artık sen oyun mu oynarsın, yoksa camsil saldırısı ne zaman başlayacak diye gardını mı alırsın, o ayrı... Zaten camsil taarruzundan sonra oyunun nerede kaldığını da unutuyorsun!
***
Almanya’da kardeşimin yanındayken insanların titizlik hastalığına niye tutulduğunu anladım aslında. Tüm dikkatini evin düzenine ve temizliğe verdiğin zaman, hayat sadece evdeki eşyaların temizliği, düzeni, halıların tüylerinin aynı yöne bakması, yastıkların kabarık olması, tuvaletin temiz olması, evin sigara kokmaması üzerine kurulu. Çünkü tüm bunları düşündüğünde, yabancı bir ülkede yaşadığını, aileni özlediğini, arkadaşlarını, akrabalarını, uzaklarda çoook uzaklarda sevdiklerin olduğunu, hasreti, büyüdüğün evi, yabancı bir ülkeye uyum sorunlarını, her şeyi ama her şeyi unutuyorsun. En azından temizlik yaparken geçici bir süre unuttuğunu sanıyorsun...
Şimdi kardeşim Almanya’ya alıştı. İki kızı var, eşiyle ve kızlarıyla çok mutlu. Ve artık daha az titiz... Ve onun evinde rahat rahat tuvalete girebiliyorum artık!
NASIL BÜYÜDÜM
En moda oyuncaklardan birisi ‘lak lak’dı. Aynı ipin ucuna bağlı, iki farklı renkteki mika topu, kim daha çok birbirine vurdurup ses çıkaracak diye oyun oynardık.
BUGÜN NE YAPMAYALIM
Sınavlara hazırlanan çocuklarımızı ‘Ders çalışsana’ diyerek bunaltmayalım.
Kıssadan hisse...
Hepimizin başına gelmiştir, hani öğretmen sözlüye kaldırır, siz de sorunun cevabını bilmiyorsunuzdur. Lafı dolandırıp durursunuz. Bir sürü laf kalabalığı yaparsınız ama sorunun cevabı yoktur o laf kalabalığının içinde.
Ya da hepimizin hayatında, ‘Dünya bir ateş parçasıydı’ diye lafa başlayan bir arkadaşı olmuştur. Hani hayatın ne kadar pahalandığından bahsedecekken konuya, yumurtanın oluşumundan başlayan arkadaşımız. Ne kadar da içimizi sıkarlar değil mi?
Geçen gün Kelebek’in yazıişleri müdürü ile konuşurken, ‘Çok mu uzun yazıyorum ben’ dedim. Emre Bey de utana sıkıla, ‘Evet’ dedi... ‘Biraz uzun oluyor.’ (Bak hala lafı uzatıyorum yaaaaa.)
Sonra kısa yazmaya çalıştım yazdıklarımı. Olmuyor. Olmuyor.
Konuşurken ‘dan’ diye her şeyi söyleyen ben, bir türlü derdimi anlatamıyorum kısa yazarak. Uzatıyorum da uzatıyorum yazıyı. Tıpkı o benim sinir olduğum lafı uzatan, dolandıranlar gibi.
İşte o zaman anladım ki, usta yazarlar derdini kısa yazılarla anlatabilenler. Bense hala lafı uzattıkça uzatıyorum. Ama söz, bir gün ben de kısa yazılarla derdimi anlatmayı öğreneceğim. (Ama biraz el alacak galiba!)
Size iyi bir haberim var
Pazartesi günkü yazımda bahsetmiştim, ‘Bu kez beklediğim bir tahlil sonucu’ diye. İşte o beklediğim tahlil sonucu temiz çıktı. Bana çok uzun gelen bekleyiş mutlulukla sonuçlandı.
Mailleriyle bana destek veren, dualarıyla yanımda olan herkese çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız, iyi ki benimlesiniz.