Bu yazı ellinci yazı. Hürriyet Gazetesi’nin Kelebek ekinde köşe yazısı yazmam teklif edildiğinde en çok bir ay sonra beni kapının önüne koyacaklarını düşünmüştüm nedense!
Aslında bana ‘köşe yazarlığı’ teklif edilmesinin nedeni jüri üyeliği ile kazandığım popülariteydi. Yoksa öyle bilimsel makalelerim dergilerde yayınlanmış, ya da bir yerde öyküler, denemeler yazmışım da (Bir tek bu tekliften önce Hülya Dergisi’nde ve Elele Dergisi’nde yayınlanan yazılarım var, ama ben o dergilere yazı yazdım diye, dergiler satış rekorları kırıp, tükenmedi zaten!) onlar da okunup beğenilmiş falan değil açıkçası.
İlk zamanlar aklıma ne geliyorsa yazıyordum, hatta felaket ötesi, okurken kendimin bile utandığı yazılarım var. Yuh bunlar ne böyle diye... (Bkz. Kaşkol yazısı)
İşte insan kendini bilmeyince yapıyor böyle şeyler... Ellinci yazı olup hálá Kelebek yönetimi yazılarınıza son veriyoruz demediğine göre, demek ki bir süre daha katlanacaksınız bana... Hatta bundan şu sonuca varabilir miyiz bilmiyorum ama, ‘fena gitmiyor’ yazım çizim işleri!
***
Ama ellinci yazı oldu ve bana hálá ‘git’ demediler diye, hayatta her işi becerebiliyorum anlamına gelmiyor bu tabii ki. Beceremediğim, yapamadığım, yeteneğimin olmadığı ve beni sinir eden o kadar çok şey var ki...
Mesela el yazım inanılmaz kötüdür. Bir doktorlar (Niye bu kadar kötü yazarlar, hasta okuyamasın diye mi acaba?), bir eczacılar (Sanırım eczacılar da doktorlara inat kötü yazı yazarlar... Doktorlar bize bu eziyeti çektiriyorsa, biz de başkalarına çektirelim diye!), bir de ben!
O kadar kötüdür ki anlatamam. Bazen yazdığım yazıyı ben bile okuyamıyorum. Şifreli haberleşmeler için birebirim yani. Harf atlarım, harfleri alfabede yer almayan, şimdiye kadar görülmemiş ve bundan böyle de görülmeyecek şekillere sokarım.
Zaten ilkokulda o güzel yazı derslerine de sinir olurdum. Hani dolmakalemle, divitle falan şiir yazdırırlardı ya, işte o derslere. Hiç beceremedim çünkü, güya güzel yazı dersi, benimkiler ‘eciş bücüş yazı’ oluyordu hep. Allah’tan şimdi bilgisayarda yazılıyor çoğu şey de kurtuldum bu dertten...
Güzel yazı yazamayan başka neyi beceremez, tabii ki resim yapmayı. Size bir resim yapsam şaşırır kalırsınız, gözlerinize inanamazsınız! Çöp adam bile çizemem. Hatta ağaç falan da çizemem. Öyle yeteneksizim ki, o kadar olur! Üstelik ortaokul ikinci sınıfta bendenizin resim dersinden ikmale kalmışlığı bile vardır. Sanırım ‘Türkiye okullar tarihinde’, haziran ayında ikmal sınavlarına resim dersinden sınıfta kalan tek öğrenci olarak girip, geçemeyen ve Eylül ayında bütünleme sınavına yine yapayalnız giren ve bir üst sınıfa resim dersinden ‘borçlu’ geçen tek öğrenci benimdir. Allah’tan Türk eğitim sisteminin cilvelerine takılıp, mimar, teknik ressam falan olmadım da, şimdi resim çizmem gerekmiyor... Hem artık o çizimleri de bilgisayar yapıyor değil mi?
Bu kadar takıntılı birisi olmama rağmen, ben koleksiyon da yapamam, sıkılıveriyorum o kolleksiyonu yapılan şeyleri toparlarken! Benim hayatım boyunca hiç pul ve anı defterim olmadığı gibi, gazoz kapağı, açacak, çay kupası, sinema bileti, peçete, oyuncak araba, teneke kutu, (Gülmeyin, bir arkadaşım hepsinin koleksiyonunu yapıyor vallahi. ‘Niye’ diye sordum. O da bilmiyor!) koleksiyonum falan da olmadı. Beceremiyorum. O kadar sabrım yok sanırım. Ya da kolesiyonumda eksik olan bir gazoz kapağının peşinden koşmak saçma geliyor bana...
***
Yazdım ya sigarayı bırakmaya çalışıyorum diye, artık okuyan herkesin haberi var bu durumdan da. Bana dediler ki, bırakacağını herkese ilan et, o zaman bırakmak zorunda kalırsın. Ben de onların aklına uydum, sadece yakın çevreme değil (Elimin ayarı yok ya!), maşallah bu köşeyi okuyan herkese ilan ettim. ‘Aha da bırakıyorum sigarayı’ diye. ‘Sigara bırakmak da’ beceremediğim şeyler arasına girecek gibi duruyor. Kime ilan edersen et, yoksa iraden olmuyor işte...
Oh be, bütün bu yazıyı sigarayı bırakamadığımı söylemek için yazdım aslında.
(En sonunda onu da söyledim. Rahatladım...)
Beceremedim, ne yapayım? Şimdi bu yazıdan sonra sigarayı bırakabilmek için türlü yöntemler anlatan mailler ve telefonlar gelecektir eminim. Ama yok olmayınca olmuyor, zorlamamak gerek. Hem ben içmeyince daha mutsuz oluyorum. Niye insan kendi kendini bu kadar mutsuz etmeye çalışsın ki, değil mi?