Paylaş
Şehrin en yenisi
Paris seyahatimde şehrin en yeni ve en çağdaş diyebileceğimiz otellerinden So Paris Otel’de konakladım.
Lobisi modern bir lale tasarımdaki otel hem Eyfel Kulesi hem de Seine Nehri manzaralı. Özellikle yekpare camlarla kaplı teras barı ve şehir manzaralı kahvaltı salonu oldukça iddialı.
Eski bir odun deposundan dönüştürülmüş tarihi bir yapı içinde yer alan otelin 162 adet odasının dekorasyon tarzı ise bana 70’lerle günümüzün buluşmasını anımsattı. Özellikle müzik sistemlerinin retro tasarımlarına bayıldım.
Lobi ve odalarda yer alan Thomas Fougeirol, Elsa Sahal and Alice Guittard gibi sanatçılara ait 122 farklı çağdaş yağlıboya ve heykel ise Paris gibi bir sanat şehrinde olduğunuzu hatırlatan emarelerden.
Şehrin en yeni ve en iddialı gece kulüplerinden biri ise otelin teras alanına açılmış. Bonie isimli mekân Paris’i gece ışıl ışıl görerek DJ eşliğinde dans etmeniz için ideal. Hafta içi gitmeme rağmen oldukça kalabalıktı ve kaliteli bir kitleye ev sahipliği yapıyordu.
Otel içi aktiviteler dışında ise otelden çıkıp birkaç adım sonrasında Seine Nehri kenarına ulaşabilir, yürüyüş yapabilir veya otelin nostaljik tasarımındaki bisikletlerini kiralayarak tur atabilirsiniz.
Kısacası otel Paris’te hem çağdaş hem lüks ama halen eğlenceli konaklama seçeneği arayanlar için ideal bir alternatif.
Üyelikli kulüp
Şehrin en hip yerlerinden bir diğeri ise Soho House. Paris’te yaşayan yabancıların ve kreatif komünitenin popüler buluşma yeri. Ünlü İngiliz markası birçok ülkede olduğu gibi gizlilik yapısını Paris’te de korumuş. Mekâna gizli saklı, hiçbir tabelası olmayan bir kapıdan giriliyor. Resepsiyon sonrasında sizi karşılayan avlu alanı ise kulübün merkezi. Tüm yemek masaları bu avluda toplanarak etrafındaki yarı açık alana ise bar kurulmuş ve daha az sayıda masa ve sandalye koyulmuş.
Bu haliyle şehrin elitlerinin meşhur buluşma noktası Hotel Costes’tan esinlenmiş gibi duran bir oturma düzeni uygulanmış diyebilirim. Balkonu andıran mini teras alanına ise ufak bir havuz yapılmış. 5-6 şezlonglun yer aldığı bir güneşlenme bölümü oluşturulmuş.
En alt katta ise Cabaret denilen hem canlı müzik, dans ve film gösterilerinin hem de DJ performanslarının olduğu keyifli bir kulüp kurulmuş. Açıkçası konu Paris olunca biraz daha iddialı bir Soho House beklerdim. Kötü olmuş diyemem ama çok daha iyi olabilirmiş diyebilirim.
Yerel lezzetler ve Türkiye dokunuşu
1900’de Paris’teki Lyon tren garında bir yemek büfesi olarak kurulan ve 1963’te restorana dönüştürülen Le Train Bleu (Mavi Tren) restoranı uzun zamandır listemdeydi. Adını 1868 yılındaki Akdeniz kıyısı Paris-Vintimille tren hattından alan mekan için en az bir hafta öncesinden rezervasyon şart. Tavanlarındaki yağlı boya tablolardan önünüzdeki yemeğe odaklanmakta zorluk çekeceğiniz restoran kaz ciğeriyle meşhur. Paris’teki lezzet duraklarımdan bir diğeri de La Fayettete Gourmet oldu. İşletmedeki trüf barı tamamen genişletilmiş. Trüf mantarlı makarnaların pişirildiği bardan artık bal, çikolata, zeytinyağı gibi trüflü ürünler de alabiliyorsunuz.
Şehirdeki en büyük sürprizi ise Charles de Gaulle Havalimanı’ndan dönüşte dış hatlar terminalinde yaşadım. TAV Primeclass markasının lounge alanına denk geldim. Paris’e yakışan bir mimaride hem çağdaş hem klasik tasarımda bir işletme olmuş. Keza TAV Passport üyelerinin ücretsiz faydalandığı lounge hizmeti dışında, uçak kapısında karşılama ve araçla transfer hizmetleri de sunulmuş.
Paris’te Türkiye’den aşina olduğumuz bir markanın ev sahipliğini hissetmek çok sıcak geldi.
Türk misafirperverlik anlayışını turizm sektörünün global dinamikleriyle birleştiren ve markayı yurtdışında büyüten TAV Passport CEO’su Güçlü Batkın’a tebriklerimle...
Paylaş