Paylaş
İnşallah, dalya ‘iki yüz’ olduğunda da buradan size hala seslenebiliyor olurum!
*
Yüz yazıdır neler değişti derseniz, yazdığım yazılara daha fazla mail, sosyal medyadan daha fazla geri bildirim gelir oldu artık.
Beğenen, beğenmeyen fikirlerini iletmek için zaman harcıyor, sağ olsunlar. Öncelikle bu müthiş!
İnanın, sabah uyanır uyanmaz ilk iş hepsini okuyor ve tek tek cevap yazıyorum. Bana yazanlar bilir...
*
Sokakta ‘Siz Anlatanadam değil misiniz?’ diyen çıkıyor kırk yılda bir. Mahlas kullandığım için Anlatanadam’ı hatırlayamayan var. Örneğin ‘Görünmeyen adamsınız siz değil mi?’ dedi çok nezih bir hanımefendi geçen...
*
Tüm sosyal medya hesaplarım Anlatanadam ismine ama her hesabımın profilinde adım da yazar: İbrahim Türker.
Gizlenmiyorum, bu vesile ile tekrar tanışmış olalım lütfen.
Anlatanadam ismiyle Stand Up da yaptığım için, burada da bu isimle yazmaya başladım. Öyle de gitti...
*
Dalya dedik ya, yüz haftadır nelerden bahsetmişim diye oturup bir baktım, kendi muhasebemi çıkarttım.
*
Tam Buğday Kızlar’ı yazmışım ilk yazımda. Biraz tespit, biraz gıdık, biraz zeka pırıltısı ile başlayayım demişim sanırım...
‘Tam buğday kızlar yeni bir kız cinsi. Beyaz yakalıdan devşirilmişi de var, mesleğini hiç icra etmeyip sanata sepete sardırmışı da. Özellikle glikoz şurubu ve paketli gıda karşıtlığında birleşiyorlar. Dondurmada keçi sütü, zepzede meyvede doğal gübreleme, unda tam buğday peşindeler. Muhabbet konuları arasında perma kültür yani sürdürülebilir tarım, deterjansız - kimyasalsız mutfak, vegan hatta frutaryen beslenme var. Asla orantısız eleştirmiyorum, bazı konuları çok da haklı buluyorum ama, gökdelende çalışırken “deadline yaklaşıyor, client'la bir meeting set etmek must oldu” diyen tiplerin aynı anda Zirai Donatım Kurumu Bölge Müdürü gibi sentetik gübre ve GDO konuşmasına da fena hasta oluyorum!’
demişim Hürriyet’teki başlangıç köşe yazım itibariyle.
*
Takip eden haftalarda ‘Gidelim Buralardan’ başlığı atmışım:
‘Ferrari’sini satanlar veya kuş uçmaz kervan geçmez konutlarındaki dairesini satıp taş ev alabilme umudu taşıyanlar, Secret'çılar, organik beslenenler, beslenmek isteyenler, trafiği bizzat oluşturan ve trafikten şikayet edenler, pazar günleri Bebek'in ne kadar kalabalık olduğundan yakınanlar, kaynatırsın kaynamaz köy tavuğunu hasretle ananlar, domatesin kokusunu özleyenler, bu dünyaya çocuk getirmek istemiyorumcular, bu şartlarda çocuk yetiştirmek istemeyenler ve gelecekten umutsuzlar yıllarca toplanıp bir kitle oluşturdular: Gidelim buralardan!’
şeklinde haykırmışım...
Gidelim buralardan başlığını atmışım ama arşivden yazıyı okursanız, ‘Gitme buralardan sakın!’ diye bağırıyor yazım.
*
Sonraları, herhalde bugüne kadar en çok okunan yazımı kaleme almışım:
Durun gitmeyin! Siz kardeşsiniz!
‘Herkeste bir gitme arzusu. Dolar uçuşa geçmiş, başkanlık tartışmaları canını sıkıyor, sınırımızda savaş, içeride terör belası, biliyorum...
Ama, nereye gideceksin ki zaten?
Memleketin içinde debeleneceksen, git. Şehirden sıkıldıysan, trafikteki kornalar ruhunda çalıyorsa, asansördeki selamsız adam yüzüne bön bön bakıyorsa, damızlık bir tip omuz atıp geçiyorsa sokakta, masandaki dosyalar çalıştığın plazanın maketi gibi yükseliyorsa önünde, yürüyen bantta gibi hissediyorsan hayatta kendini; git.
Küçük bir kasabaya git, yerleş. Küçül, kalabalıktan uzaklaş, ruhunu temizle. Ama sıkılırsan, gel.
Gitmeyin güzel insanlar, biz kardeşiz. Gittiniz mi birbirimizi özleriz. Yılda bir gelinen tatille falan da geçmez hasretimiz...’ şeklinde dökülmüş duygularım...
*
Kendisini tanımadan, uzaktan sevdiğim ve saydığım Cem Boyner yazıyı paylaşınca, pek bir fenomen olmuştum o hafta.
Yalan yok, güzel haftaydı. WhatsApp gruplarında gözdeydi yazım. Demek kimin yazdığı değil, kimin paylaştığı önemliydi. Çünkü ben Cem Abi yazıyı paylaştığından bir ay önce yazmıştım!
Olsun, iyi bir deneyimdi. Paylaşan eller dert görmesin...
*
Herkesi boğduğu gibi beni de boğuyordu İstanbul...
Sadece ayakta durabilmek için bile çok çalışmak gereken bir şehirde yaşıyorduk. Aynı konumu devam ettirebilmek için daha fazla zaman ve para harcar durumdaydık.
İstanbullulara, İstanbul’da boğulanlara yazmıştım:
İstanboğulanlar
‘Bir şehir düşünün ki, orada bir kaç yıl yaşadıktan sonra başka bir yerde yaşayamıyorsunuz. Her yer biraz kısa, biraz dar, biraz basık geliyor. Sanki orada doğmuşsunuz, ailenizin kökleri saraylara dayanıyor gibi.
Ya da orada yaşamaya o kadar korkuyorsunuz ki, adını duyunca ürperiyorsunuz. Sizi orada yiyecekler, kandıracaklar, soyup soğana çevirecekler.
Bir şehir düşünün; bazıları oraya gitmek için hayaller kuruyor, bazıları oradan kaçıp gitmek için...’
*
Son 99 yazıma baktım.
Hep, tek bir şeyin altını çizmişim farkında olmadan:
‘Hepimiz biriz, birimiz hepimiz’ demişim.
‘Yok birbirimizden farkımız’,
‘Kasvetli, güzel ülkem’,
‘Anlayana Atatürk’,
‘Bu ülkede yaşamak için 7 sebep’,
‘Türk müsün kardeş’
Bunlar benim yüz yazıdır ana başlıklarım olmuş.
*
Fark ettim ki, genelde bir konuya takılıp kalmışım.
‘Gitmeyin bu ülkeden iyi insanlar, bizim gibi çok insan var!’ diye haykırmışım resmen...
*
Güçlü olanın altındakini ezmediği, kabadayıların sokaklarda gezmediği, kadınların artık korkmadan yaşayabildiği; kaba kuvvetin bilgiye, saygıya, sevgiye yenildiği bir ülkeyi özlediğim için...
Özgürce yaşayabildiğin, sesli eleştirebildiğin, arkana bakmadan her fikrini söylediğin, adaletine güvendiğin, eşit haklara sahip olabildiğin, kara kalemlerin gerçekten kılıçtan keskin olduğu bir Türkiye’yi mümkün gördüğüm için...
Bu memleketin bir gün Atatürk’ün hayalini kurduğu memleket olacağını bildiğim için, bu sınırların içindeki ya da dünyanın dört bir yanındaki güzel insanlara seslenmişim!
*
Umarım duymuşlardır...
Umarım daha buralarda, bu satırlarda olurum ve daha keyifli konulardan; barıştan, sevgiden, aşktan, dostluktan ve aslında en iyi bildiğim mizahtan bahsetmek için zamanım olur.
Umarım daha çok yazar, daha çok okunurum bu sayfalardan.
*
‘Dalya!’ dedim bugün. Ne mutlu bana!
Sevgiyle kalın!
*
Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @anlatanadam
anlatanadam@gmail.com
Paylaş