Paylaş
Baktım ki geçen hafta yazdıklarım olumlu reaksiyonlar aldı, naçizane tavsiyelerimle yine karşınızdayım!
Bir film: Sen Benim Her Şeyimsin
Bu hafta size Tolga Çevik’in yeni filminden bahsetmek istiyorum. Film ‘Instructions not included’ adlı bir filmden uyarlama diye medyada sıklıkla konuşuldu.
Uyarlama senaryoların tekrar çekilmesinin nasıl bir sıkıntısı var anlayamıyorum. Herkes bir kitabı okur, sonra bir yönetmenin ya da senaristin eline geçer, o da filmini çeker. Sonra bir gürültü kopuyor ki! ‘Vay efendim kitabı daha iyiydi’ diyenler, hayal kırıklığına uğrayanlar... Arkadaş, sen kitabı okurken, bir dünya hayal ediyorsun ve bir nevi kafanda kendi filmini çekiyorsun. Yönetmen de başka bir şey hayal ediyor, onu çekiyor. Ne yapacak? Herkesi tek tek arayıp danışacak mı? Aynı tepki uyarlama filmlerde de oluşuyor. Sanki her şeyimiz özgün, senaryolarımız da özgün olmalı. Peki.
Bir kere Tolga Örnek senaryoyu şahane uyarlamış, çiçek gibi de çekmiş. Ellerine sağlık. Film başlar başlamaz insanı içine alıyor, bırakmıyor. Sadece bir detay var beni kaşındırıp durdu ilk başlarda, o da Tolga Çevik’in gençlik dönemlerindeki saçları. Allahım, film günümüze gelene kadar kendimi yakacaktım. Bu belki sadece beni rahatsız eden detay dışında, Tolga Çevik her zamanki gibi müthiş bir oyunculuk sergiliyor. Hep samimi, hep candan, hep bizden. Geri kalan bütün oyuncular da hakkını vermiş yani, helal olsun.
Kahkaha? Pek yok. Ama sürekli bir gülümseme haliyle izledim filmi. Sıcacıktı. Ama ayrıntıya girip, filmi izlemeyenlere tüyo vermeyeyim; hönkürerek ağladım da filmde. Bence mutlaka izleyin.
Bir kitap: Şiddetsiz İletişim
Nünü bu konuya fena sardırdı. Sürekli bundan bahsediyor, etrafındakilere örnekler veriyor, okuduğundan etkilenmekle kalmıyor, herkesi etkilemeye çalışıyor.
Marshall Rosenberg’in bir kitabı Şiddetsiz İletişim.
Aile içi kavgaları azaltmak, pişmanlık duyacağınız davranışlara yol açmamak, kızgınlığın altında yatan ihtiyaçları keşfederek duyguları dönüştürmek, sizi tetikleyen ve kızdıran davranışları anlamak, kızgınlığı doğru ve yaralamadan ifade etmek gibi çok önemli öğretiler var içerisinde.
Vallaha ben Nünü’deki olumlu etkilerini görünce okumaya başladım. O kadar çok şeyi yanlış ifade ediyormuşuz ki! İhtiyacımız, olabilen en doğru şekilde iletişim kurmak, mümkün olan en güzel zamanları geçirmekken; hepimiz sevdiklerimizi kırarak geçiriyoruz vaktimizin bir bölümünü. Isırabildiğimiz herkesi ısırıyoruz, zarar veriyoruz, en son söyleneceği ilk başta söylüyoruz.
Trafikte örneğin, anlamsız bir yol verme kavgası yüzünden öldürülme ihtimalimiz bir uçak kazasında ölme ihtimalimizden kat kat fazla bizim memlekette. Buna rağmen uçaklar kalkarken, uçak düşerse ne yapmalıyız diye kısa eğitim veriyorlar! Diyalog ve iletişim konularında da eğitim almak şart. Bu kitap bir başlangıç olabilir, tavsiye ederim.
Bir belgesel: For the love of Spock (Spock aşkı adına)
Star Trek – Uzay Yolu dizi ve filmlerinin, pop kültürün ikonik karakteri Mr.Spock’ın anlatıldığı çok özel bir belgesel seyrettim bu hafta. Karakteri canlandıran Leonard Nimoy’un hayatını, kariyerini, Uzay Yolu macerasını bilmediğimiz detaylarla anlatıyor. Hiç görmediğimiz görüntülerle, röportajlarla, Leonard Nimoy’un ölmeden önceki söyleşileriyle akıp gidiyor.
Dünyanın en başarılı televizyon işlerinden Uzay Yolu dizisinin NBC kanalı tarafından ilk önce çok kompleks ve anlaşılmaz bulunduğunu, ilk bölümde Mr.Spock hariç bütün oyuncuların değiştirilerek yeni bir ilk bölüm çekildiğini, dizi ile ilgili eleştirmenlerin çok kötü eleştiriler yazdığını şaşırarak öğrendim.
Her zaman dediğim gibi, medya eleştirileri ‘olmuşa konuşmakla’ ilgilidir. Bu da benim tezimi doğruluyor. Olmamış, tutmamış işi yerin dibine batırmak; yeni, denenmemiş işe tepkili yaklaşmak, halkın beğendiği işi fanatikçe savunmak demek ki sadece bize mahsus değilmiş!
Uzay Yolu’nun yapımcısı efsanevi Gene Roddenberry diziyi kanala satmaya çalışırken, kanal yöneticileri ‘bak kardeşim, bizim insanımız bunu anlamaz, neden böyle komplike işler yapıyorsunuz?, halkımızın eğitim seviyesi düşük, hem bizim insanımız muhafazakardır, ne o öyle sivri kulaklı – şeytanı andıran tiplemeler, daha basit işler getir’ falan demiş. Ben de bu tür yorumlar sadece bizim yazdığımız işlere, bizim memlekette yapılıyor sanıyordum!
Bir deneyim: Kampa gidelim mi baba?
İşte size bir değişik hareketlenme, hem de bütçe dostu!
Bizim birlikte olmaktan müthiş keyif aldığımız ekibimizle, çoluk çocuk kampa gidiyoruz. Hem kış başlangıcında, hem de yaz. Senede iki defa telefonları bir kenara atıp (zaten gittiğimiz yerlerde genelde çekmiyor), on - on beş aile (ki bu da yirmi – otuz arası çocuk yapıyor) çadırları, evde yaptığımız hazırlıkları yüklenip sabahın köründe yollara dökülüyoruz. Her gittiğimizde bir başka yaylada kamp kuruyoruz. Çadırlar kuruluyor, çocuklar bölgeye yayılıyor, yemekler açılıyor, paylaşılıyor, herkes birbirine her konuda destek atıyor.
Bu organizasyonun başında, bu işe gönül vermiş, çok sevgili Alpay Oğuş var. Önce bizlere, sonra çocuklara kamp hayatını öğretiyor. Teknolojiden anlık da olsa kurtulmayı ve doğayla bir olmayı anlatıyor. Çocuklarla müthiş anlaşıyor. Ağacı, bitkiyi, mantarı, böceği tek tek tanıtıyor kamp günü yapılan uzun ve zorlu orman yürüyüşlerinde. Çocuklar çamurların içinde boğuşuyor, pis derelerde kurbağa arıyor, şehirde ‘yapma evladım!’ diyebileceğiniz her şeyi yaparak, anlamsızca kirleniyorlar ve çok eğleniyorlar!
İlk giderken çekinebilir, mesela tuvalet konusunu dert edebilirsiniz. Bakın, bana Nünü ‘Bülent Ersoy’un erkek kardeşi’ der konformist yapımdan dolayı. Çocuklarla kesintisiz ve çok özel bu anıları paylaştıktan sonra ne gecenin soğuğu, ne çadırın rahatsızlığı bir mesele haline dönüşüyor. Geriye dönerken bir gece, bir gece daha kalmak istiyorsunuz. Çünkü akılda kalan mis gibi yaylalarda geçirilen bol oksijenli bir gün ve gece çocuklar yattıktan sonra dev ateşin başında yapılan kaliteli sohbetler kalıyor. Bir bakıyorsunuz ki, şehirdeki endişelerinizin bir tanesini bile aklınızdan geçirmemişsiniz, asla yapamam dediğiniz o ‘reset’ düğmesine basmışsınız. Şu soğuk günleri atlatalım, yine kampa gitmek için can atıyorum. Yine sıfırlama ihtiyacım kabarmaya başladı çünkü. Aklınızda bulunsun.
*
Viral oldum, yetişin dostlar!
Perşembe günü arkadaşlarımın WhatsApp gruplarındaki hareketlenmeyi bana iletmesiyle haberim oldu. Meğer 16 Kasım’da yazdığım ‘Durun gitmeyin, siz kardeşsiniz!’ adlı yazım Cem Boyner tarafından şirket çalışanlarıyla paylaşılmış. Ya da paylaşılmamış, biri böyle bir başlık atarak nette bir çığ başlatmış.
Arkadaşlarım WhatsApp gruplarında, forumlarda ‘Haayır! Bu bizim tanıdığımız Anlatanadam’ın yazısıdır’ şeklinde savunmalar gerçekleştirmiş – burada gülümsüyorum -. Hepsine teşekkürler, ama bence fark etmez. Cem Boyner kaynak belirtmeden paylaştıysa helal olsun, adı kullanıldıysa da hakkını helal etsin. Perşembe çok hareketli bir gün geçirdim. Demek yazının başına bir ünlü isim koyunca yazı değer kazanıyormuş. Bu sayede bulup okuyamayan pek çok kişi okumuş oldu. Ben de bir günlüğüne viral olmanın tadını aldım, ne güzel işte!
İyi hafta sonları dilerim.
*
Not: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @anlatanadam
Paylaş