*
Almanya ile ilişkiler malumunuz. Gerçi son hafta bir kaç olumlu adım atıldı ama tarihimizdeki en köklü dostumuz Almanya ile hiç bu kadar gergin olmamıştık.
Fransa ile haklı Afrin operasyonumuz sayesinde ağız dalaşındayız, Hollanda büyükelçisini geri çekti derken Avrupa’yla ilişkiler tatsız tuzsuz.
Avrupa’nın politikacıları Türkiye’nin Ortadoğu’da söz sahibi olmasını istemiyorlar. İstiyorlar ki orası hep karışık olsun, oranın insanı gün yüzü görmesin, sınırlar cetvelle çizilsin, kaynaklar kendilerine aksın.
Sen bir üniversite öğrencisinin hobi olarak açtığı site değilsin ki? Tüm vatandaşlara açık bir sitenin; yılın herhangi bir günü, her hangi bir saatte çok yoğun olması beklenerek yaptırılmıyor mu bu site? Ya da hangi iş bilmez taşerona mal etmek gerekiyor bu mevzuyu? Orasını bilemem...
*
Başlıktan anlaşılacağı üzere, konumuz soy ağacı.
Biliyorsunuz artık soyumuzu, sopumuzu 200 yıl öncesine kadar görmek mümkün. Tabi şu an değil, devletin sitesi yoğunluk problemini hallederse tekrar görmek mümkün olacak.
Geçkinler bilir, Demirel için ‘altı kere gitti, yedi kere geldi’ derlerdi.
Gözümüzün önünde bir dünya rekoru kırılıyor ve ‘Guinness Rekorlar Kitabı’na giriliyor!
Bilinen evrende, hangi sekiz seçim kaybeden lider koltuğunda kalabilir?
*
Youtuber olmak, hala aşağı yukarı herkes tarafından bir hobi, en iyi haliyle ‘olursa olur bir yan iş’ olarak algılanırken; özellikle bu mevzuya erken giren, yıllardır mücadele veren gencecik tiplerin bu işten geçinebildikleri ve hatta iyi para kazandıkları haberleri ‘geçkinlerin’ kafalarını karıştırmaktaydı.
*
Aslında şu an otuzlu yaşlarında olanlar, bir ara bu işte para olduğunun farkına vardılar ama işi gücü bırakıp Youtube’a yönelecek yerleri ağrıyordu.
Çünkü; işten eve gelirim, iki video çekerim, milyonlarca takipçim olur işi değil bu. Emek istiyor, kendine has dinamikleri var; arama motorlarında üst sıralarda çıkabilmek, fark edilmek, izleyici kitlesini yakalamak, onları kanalda tutmak, tekrar gelmelerini sağlamak, bir videoyu sonuna kadar izletebilmek, öyle her yiğidin harcı değil!
Bütün bunların farkında olan bazı aydın, araştırmacı gazeteciler toplumu uyandırmak için, karanlıkları aydınlatmak için, sadece kalemini kullanarak bu güç odaklarına savaş açıyor.
Düşüncelerin susturulmak istenmesi bize özgü değil sadece. İnsan denilen yaratık gücü eline aldı mı, bırakmak istemiyor. Dünyanın her yerinde bir çok gazeteci hayatını bu şekilde tehlikeye atarak çalışıyor.
*
24 Ocak 1993 günü Ankara’daydım. En yakın arkadaşlarımdan biri Karlı Sokak’ta oturuyordu, bense iki üst paralel Mahatma Gandhi Caddesi’nde. Arkadaşım o Pazar günü kendi sokağında olan korkunç patlamayı duymuştu. Ben o gün evde değildim ama bugün ne kadar çok üzüldüğümüzü hatırlıyorum.
*
Eczacılar bas bas bağırıyordu. Kanser ilaçları hastalara ulaşmıyordu, bazı ilaçlar karaborsa haline gelmişti.
Tekirdağlı, kanser hastası, gencecik Dilek; zamanının bakanı, bugünün hayırseveri(!) Erdoğan Bayraktar’ı cami önünde kıstırdı. Derdini haykırdı. ‘İlaç bulamıyoruz!’
*
*
Yoksa başka türlü nasıl açıklarsın koskoca üniversite hocasının devletin kanalına çıkıp, dört yılda kaleme aldığı kitabını anlatmasını? Yavuz Örnek’ten bahsediyorum tabi...
‘Hz. Nuh’un gemisi bugün dahi bilmediğimiz çok yüksek bir teknolojiyle yapılmıştır. Çok kaliteli çelikten yapılmıştır. Belki de o çelik bugün elimizde değildir. Gemi 6 ay veya 1 yıl suların üzerinde kalmıştır. Buna sıvı yakıt yetmeyeceği için dolayısıyla Hz. Nuh’un gemisi nükleer enerji ile çalışıyordu. Bugün nükleer enerji ile 6 ay çalışıp suların altında kalan deniz altı araçları vardır. Aynı şekilde de Nuh’un gemisi de nükleer enerji ile çalışıyordu. Son derece modern bir gemi idi. 3 katlı değil 3 kısımdan oluşuyordu. Hatta Hz. Nuh’un kendi televizyonu, interneti, uzaya giden araçları vardı’
Hadi nükleer enerji meselesine dalmayayım, ‘deveye sormuşlar neren eğri diye’ misali.
Kod adı şimdilik: İnsanlar ikiye ayrıl(ır)mamalı!
İnsanları kategorize eden ve sınıflandırmayla dalga geçen bir oyun.
*
Amacım tüm memlekette bu tek kişilik oyunu oynamak.
Kendimi anlatırken tespitler yapmak, herkesi herkese göstermek; ne kadar ayrıyız, ne kadar biriz!
Tabi gülmek, eğlenmek...