Eskiden, "Bir olsun bizim olsun" sözüyle hareket eden teknik adamlar, binbir kulisle edindikleri işlerini kaybetmemek için futbolu kurban ediyorlar.
URUGUAYLI yazar Eduardo Galeano, "Gölgede ve güneşte futbol" adlı kitabının girişini sanki benim ve benim gibi futbol delileri için yapmış..
"Ben basit bir futbol dilencisiyim.. Elimde şapkam, bütün statları dolaşır ve Tanrı’ya yalvarırım.. Biraz iyi futbol lütfen.."
Almanya 2006 Dünya Kupası’nda çeyrek finallere geldik.. Birkaç güzel maç dışında gollü, kaliteli karşılaşma izleyemedik diyebilirim.. Bunun en büyük nedeni teknik direktörlerin hemen hepsinin aynı düşünceye sahip olması.. Kaybetmeyeyim yeter.. Güzel futbol benim sorunum değil..
Kupadan önce Rıdvan Dilmen’le Lig TV’de bir program yaptık. Rıdvan, "Çok merak ediyorum cesur bir teknik direktör çıkıp futbolun gidişini değiştirebilecek mi?" demişti.. Rıdvan’ın ve milyonlarca futbol seyircisinin beklentisi boşa çıkacak gibi.. 3 forvetle oynayan iki takım Hollanda ve İspanya turnuvaya veda ettiler.
Hollanda’yı savunma yaktı
Oysa Van Basten’in Hollanda’sı solda Robben, ortada Nistelrooy, sağda Van Persie, arkalarında Van Bommel ve Cocu gibi hücumu seven isimleriyle turnuvanın en iyi futbol oynayan takımlarından biri olmaya adaydı. Savunmalarının göbeğindeki dağınıklık Portekiz maçında canlarını yaktı.
Yine üç forvetle oynayan bir başka takım İspanya, grup maçlarında fırtına gibi estikten sonra Fransa karşısında orta sahada dağıldı.. İleride Raul, Torres, David Villa gibi üç stara sahiptiler ama orta alanda Vieira-Makelele-Malouda üçgenine takılıp, Zidane-Ribery ikilisinin pas alışverişlerini durduramayınca elenmekten kurtulamadılar..
Turnuvanın bir başka pozitif futbol oynayan takımı Çek Cumhuriyeti de hücumu savunmadan fazla düşünmenin kurbanı olarak erken veda etti Almanya’ya.. Oysa 3-0’lık ABD maçında mükemmel futbol oynamışlar, turnuvanın sürpriz ekibi olabileceklerini göstermişlerdi. Rosicky ilerleyen maçlarda hayal kırıklığı yaratırken, Koller’in sakatlığı Çek Cumhuriyeti’ni kupanın dışına iten faktörlerin başında geliyordu.
Parreira temkinli
Çeyrek finaller için iki gün ara verildi. Kendimi Frankfurt sokaklarına attım. 19 günde 19 maç izledikten sonra biraz dinlenmek iyi geldi. Bir kitapçının vitrininde bir kitap kapağı ilgimi çekti.. ’Dev bir skorbord ve 0.5-0 yazılıydı.. Yani yarım-sıfır..’ Evet, eskiden, "Bir olsun bizim olsun" sözüyle hareket eden teknik adamlar şimdi binbir kulisle edindikleri işlerini kaybetmemek için futbolu kurban ediyorlar..
Çünkü milyonlarca dolarlık bir piyasa söz konusu.. Parreira dünya yıldızlarını bile temkinli kullanıyor. Yine de Brezilya savunması çok güven veren bir savunma değil..
Brezilya’dan bahsetmişken Frankfurter Rundschau gazetesinin yazarı Thomas Kilchenstein, turnuvanın en büyük favorisi için, "Gana karşısında bitime 8 dakika kala giren Ricardinho asist yapıyor, orta sahanın yükünü çeken Ze Roberto gol atıyor" diyerek bir başka önemli noktayı vurguluyor aslında.. Herkesin gözü büyük yıldızlara dikilirken Brezilya aradan çıkan isimleriyle maçları alıp götürüyor.
Dönelim savunmalara.. Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere, Brezilya, Arjantin ve Portekiz.. Bu 7 çeyrek finalistin ortak bir özelliği var. Hiçbiri 2 golden fazla yememiş.. İlk maçta 4 yiyen Ukrayna da diğer 3 maçı gol yemeden geçirmiş..
Kalitesizlik ve golsüzlük
Kalitesizlikten ve golsüzlükten bahsetmişken biraz da rakamlara göz atalım.. Şimdiye kadar oynanan dünya kupaları içinde gol ortalaması en düşük kupa İtalya 90’dı. 52 maçta 115 gol atılmış ve 2.21’lik bir orana erişilmişti.
Almanya’da 56 maçta 132 gol ve 2.35’lik oranla tüm zamanların en düşük ikinci gol ortalaması tutturulmuş durumda.. Pasif ofsayt, kaleciye pasın yasaklanmas-ı, kolay kart çıkartılmaya başlanması gibi kural değişiklikleriyle FIFA futbolu canlı tutmaya çalışıyor.. Özellikle de böylesine büyük organizasyonlarda televizyon reytingleri çok önemli.. Ama golsüz ve defansif futbolun esiri maçlar çoğaldıkça dünya kupalarının da keyfi kaçıyor.. Dilerim bundan sonra oynanacak 8 maç adına yakışır güzellikte olur.. Hem biz hem de televizyonları başındaki milyarlarca insan keyif alır..
I need ticket
BİLETLER seyahat acentaları aracılığıyla satılıyor.. Maça gelenler 3 günlük paketlere 2-3 bin Euro ödeyebilecek derecede zengin insanlar artık. Gerçek futbolsever, futbolu futbol olarak seyreden kitle çok az.. Trenlerle gelip istasyonlarda yerlere yatarak uyuyanlar, yani işin cefasını çekenler var..
Her maçta ellerinde "I need ticket", "Bilet arıyorum" yazılı onlarca taraftara rastlıyorsunuz. Meksika-Arjantin maçına giderken bir Amerikalı’yla tanıştım. Bilet işi yapıyormuş. İngiltere’deki bir firmayla 60 final bileti için tanesi 2 bin Euro’dan anlaşmış. Ancak ilerleyen günlerde biletlere talep iyice artınca, özellikle İngiltere fiyatları yukarı çekince biletlerin tanesine 4 bin Euro istemiş..
Karaborsaya önlem arttıkça karşı girişimler de artıyor. Şimdiye kadar en çok ilgi gören ve en pahalıya satılan biletler İngiltere-İsveç maçına aitti. Bu maça bilet arayanlar telefonla irtibat kurdukları karaborsacılarla genellikle tren istasyonlarında ya da barlarda buluşup biletlerini alıyorlarmış..
Bir Bülent lazım
TÜRK Milli Takımı’nın Dünya Kupası’nda oynamaması ne kadar büyük kayıp olduğunu İsviçre-Ukrayna maçında bir kez daha gördük. İki takımdan da eksik iki yönümüz var.. Savunma ve oyun disiplini.. Ukrayna 120 dakika boyunca savunmayı hiç boş bırakmadı. Rakibinin üzerine hiç gitmedi. Hiç gol yemeden elenen İsviçre de öyle.. Biz ise hem Ukrayna hem İsviçre maçlarını kaybederken maçın daha başında savunmayı orta alana kurmakla işi kaybettik.. Buna bir de ağır savunma adamlarımız eklenince Almanya biletini onlara hediye ettik.
Şimdi takımı yeniden kuruyoruz. Hücumda, orta alanda ve kalede alternatifimiz çok. Ama savunmada bir Bülent Korkmaz gibi lider, savaşçı, yorulmayan ve çabuk bir oyuncuya ihtiyacımız var.. Yoksa işimiz 2008 elemelerinde de kolay olmayacak..