2012’nin sonlarına doğru herkes şu meşhur 21.12.2012’de ne olacağını merak ediyordu. Kimine göre kıyamet kopacak, kimine göre Marduk dünyaya çarpacaktı.
Dünya karanlığa gömülecek, elektrik kesilecek, pek çok kişi aklını kaçıracak ve her şeyin normale dönmesi aylar sürecek, yanardağlar patlayacak, yer yarılacak, bir gezegen çarpacak dünyanın sonu gelecek iddiaları dolaşıyordu.
Ama bir de bu tarihin insanoğlunun varoluşunu kökten değiştirecek milat olduğunu savunanlar vardı. İnsanoğlu yeni bir bilinç seviyesine yükselecek, bundan sonra her şey daha iyi olacaktı.
* Deneme kabinleri önündeki sıra
* Yaz sıcağında kabine girip daracık pantolonlardan denemek
* Kapıdan girer girmez peşine takılan satış görevlisi
* Kasadaki uzuuuunnn sıra. Acelen varsa önündekilerden en az biri ürün değişimi için gelmiştir ve dünyanın en ağır kanlı kasiyerine rastlarsın (bkz: Murphy Yasası)
Para: Devletçe bastırılan, üzerinde değeri yazılı kâğıt veya metalden ödeme aracı, nakit (TDK sözlüğü)
“Mülkiyet olmadığını hayal edin. Merak ediyorum başarabilir misiniz?” der John Lennon, marş haline geline şarkısı “Imagine”de. Bugün dünya üzerinde pek çok kişi, bunun mümkün olduğunu ispat ediyor. Bazıları bir yıllığına bırakıyor alışverişi, bazıları daha uzun süre. Rekor ise hayatı film olan, Alman Heidemarie Schwermer’de. 71 yaşındaki Schwermer, tam 17 yıldır para kullanmadan yaşıyor, başkalarına da ilham oluyor.
Bir haftadır bu köşeyi yazmak içimden gelmiyor, elim gitmiyor.
Cuma günü yazının yenilenmiş olması gerekiyordu. Yapamadım. Elim kalkmadı. Pek çok şey yazabilirdim ama ‘alışveriş’ değil.
Dün bu sayfanın yenilenmiş olması gerekiyordu, yine elim gitmedi. Öncelikler başkaydı, alışveriş değil.
Sonunda yazabildiğim tek şey bu; yazamadığım. Ama en azından neden yazamadığımı yazmalıydım.
Eminönü ve Tahtakale, İstanbul’un en eski, en büyük, en oyuncaklı pazar yeri. Tüm alışveriş cadılarının oyun alanı.
Ama burada alışveriş yapmaktan zevk almak için AVM tipi değil, çarşı-pazar tipi alışverişçi olmak gerekir. Şöyle Salı Pazarı’nın altını üstüne getiren tiplerden biri olmak...
ABD nüfusun yaklaşık yüzde 6’sının hayatının bir döneminde saplantılı biçimde alışveriş yaptığı bildiriliyor. Yine ABD’de tedavi için başvuranların yüzde 80’i kadın. Ancak bu, popüler adı ‘alışveriş bağımlılığı’ olan şeyin sadece kadınların başına geldiği anlamı taşımıyor.
Alışveriş Yapıyorum Öyleyse Varım: Kompülsiv Satın Alma ve Kendini Arayış adlı kitabın yazarı, psikolog April Benson; çalışmak yerine sürekli internetten alışveriş yaptığı için işten atılan hastaları olduğunu söylüyor. Bu nedenle bozulan evlilikler var. Erkeklerde alışveriş bağımlılığı genellikle koleksiyonerlik şeklinde tezahür ediyor.
Türkiye’de aşırıya kaçan, saplantılı alışveriş tutkusu, yaygın rastlanan bir durum. Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi Uzman Klinik Psikoloğu Merve Büyükkucak, alışverişin eskiden fiziki ihtiyaçların giderilmesi anlamına geldiğini, fakat günümüzde bir takım duygusal ihtiyaçların giderilmesinde başvurulan bir yöntem olduğunu söylüyor. “Yeni bir şey satın almak birçok insana kendini iyi hissettiren ve hayatın birçok alanında kolaylıkla hissedemediğimiz bir güç hissi verebiliyor. Satın alınan şeyden çok satın almanın yarattığı tatmin ön plana geçiyor aslında.”
Birçok araştırma alışveriş yapmanın sinir ve öfkeyi değil ancak o an için üzüntüyü hafifletici etkisi olduğunu gösteriyor. Sinir daha çok kontrol hissi ile ilişkilendirilen bir duygu ama üzüntü öyle değil. Üzüntü belki birçok duygudan daha da fazla olarak kontrol hissinin kaybı ile eşleştirebiliyor. Çünkü üzüntü yaşayan insanlar genelde üzüntülerin kaynağını başkalarıyla ya da şansla açıklamaya daha meyilli oluyorlar. Bu nedenle alışveriş de bu kaybedilen kontrol hissini onarma amacıyla kullanılabiliyor. Çünkü alışveriş nerede alışveriş edeceğiniz, hangi mağazadan satın alacağınız ve ne alacağınız gibi birçok kişisel seçimi ve dolayısıyla kişisel kontrolü içinde barındıran bir aktivite.
İnsanlık tarihi sanat akımlarına göre sınıflandırılsaydı ve sihirli bir değnekle seçtiğim döneme gidecek olsaydım, kesinlikle Art Deco derdim. Etkisi daha ziyade dekorasyon ve mimaride görülmüş olsa da bana göre en rafine dönemlerden biridir. Subjektif bir görüş elbette. önemli örneklerini Paris, Viyana ve New York’ta veren bir dönem. Ankara Garı’nın da bu dönemin iyi bir örneği olduğunu biliyor muydunuz?
1920’ler tüm dünyada ekonomik, politik ve sosyal değişim dönemiydi. Birinci Dünya Savaşı sonrası bir çılgınlık hali. Modaya ve alışverişe şekil vermiş bir dönem. Reklamcılığın tomurcuklandığı, ilk zincir mağazaların çıktığı, insanların bugün bildiğimiz anlamda ‘moda olanın’ peşine düştüğü zamanlar. Sinemanın yeşerdiği, izleyicinin ekranda gördüğü idollere benzemeye çalıştığı günler. O vakitler biz daha çok bir ülke yaratmakla meşguldük tabii.
F. Scott Fitzgerald’ın romanı Muhteşem Gatsby tüm bunların merkezinde geçer. Zaten ilk basım tarihi de 1925’tir. Şimdi Buz Luhrmann imzasıyla yeniden beyazperdede.
Muhteşem Gatsby, son iki yıldır gündemimizi meşgul ediyor. Tam bir pazarlama ürününe dönüştü. Daha gösterime girmeden geçen yıl modayı etkilemeye başladı. Ve işte nihayet karşımızda. Bundan sonra da bir süre gardroplar üzerinde etkili olacağı kesin. İşte Muhteşem Gatsby ile alışveriş listemize girmesi muhtemel parçalar...
İŞTE ALIŞVERİŞ LİSTESİ (Kadınlar ve erkekler için yapılmıştır)
24 Nisan’da, Bangladeş tarihinin en ölümcül endüstriyel kazası yaşandı. Dakka’da, içinde konfeksiyon atölyeleri bulunan 8 katlı Rana Plaza çöktüğünde içinde 3 binden fazla işçi çalışıyordu. Binden fazlası hayatını kaybetti. Aralarında hala kimlik tespiti yapılamayanlar var. Tarihi kazayla birlikte, ülkedeki 20 milyon dolarlık konfeksiyon sektörü ve fabrikalardaki kötü çalışma koşulları yeniden gündeme geldi.
Bu “Bana ne, dünyanın öbür ucunda olmuş bir şey. Sorumluluğum yok” diyerek sırtınızı dönebileceğiniz bir konu değil. Çünkü o ölen işçilerin ürettiği tişörtlerden biri şu anda sizin sırtınızda olabilir.
Dünyanın gözden çıkarılabilir, fakir Doğu’sunda Batı için üretim yapan fabrikaların, o fabrikalarda çalışan işçilerin içinde bulunduğu ortamın sağlıksız koşulları ilk kez duyduğumuz bir şey değil. Uluslararası zincir markalar, koleksiyonlarını ucuza üreten fabrikaların koşullarını bal gibi biliyor. Her zaman o koşullarda çalışan işçiler ölüyor. 2005’ten bu yana en az 1800 tekstil işçisi Bangladeş’te hayatını kaybetti. Bu konuda sorumluluk alan, şeffaf davranan markalar kadar, Zara gibi Greenpeace’in önünde kamp kurduğu markalar da var. Ama bu kadar çok ölümlü bir kazayı saklamak, görmezden gelmek mümkün olmadığından sonunda kendilerini topluca hareket etmek zorunda hissettiler.
Sektörün en büyükleri, bir kaç gün önce Bangladeş’teki fabrikalarda güvenliğin sağlanması için türünün tek örneği bir birlik oluşturdu.