Şimdi de fındık yağı krizi!

dost sağolsun ‘‘Laminat parke kriziniz geçti mi?’’ diye soruyorlar. Geçti. Parkecimiz Sacit aradı ve ‘‘Elimizde kapı gibi E1 sertifikamız var. Parkeleriniz fason mason değil. Avrupa'da satılan en iyi marka. İki gözüm önüme aksın minimum formaldehit emisyonuna sahip. İnanmıyorsanız girin internete bakın.’’ dedi, parke krizimiz çözüldü.

Bu ‘‘çözüm hali’’ ne kadar sürdü dersiniz? Bir gün, iki gün, üç gün. Bir hafta? Bilemediniz. Sadece bir saat sürdü. Bir saat sonra kapı çaldı. Açtım. Ecmel elindeki bir litrelik yağ şişesini burnuma dayadı: ‘‘Aradım taradım, fındık yağı niyetine bir bunu bulabildim. Çotanak... Duydun mu böyle bir marka?’’

Ben ‘‘Çotanak mı? Buyur? Fındığın yağını çıkarmışlar da bir de şişeye mi koymuşlar, kabuklarını sobada mı yakmışlar...’’ şeklinde saçmalarken Ecmel bir yandan anlatıyordu: ‘‘Geçenlerde bir yerde okudum, fındık yağı çok sağlıklıymış, yanmıyormuş, E vitamini falan çokmuş. Daha kesin bir şey yok ama. Araştırıyorum.’’

O an bir yerime inme inecek diye çok korktum. Daha parke krizini çözmemizin keyfini çıkarmadan nurtopu gibi bir ‘‘fındık yağı’’ krizimiz olmuştu! Bana kalsa paşa paşa gider aynı yağı, aynı raftan, fiyatına bakmadan 40 yıl daha alırım. Şimdi işin yoksa sabah akşam fındık yağını araştır, fındık yağıyla yapılan yemekleri dene, gece yatana kadar fındık yağı konuş, uykuda dürtüklenip fındık yağı anıları dinle.

Niye kadınlar hayatı bu kadar zorlaştırırlar, niye sürekli karar seçeneklerini artırırlar anlamam. Daha ayçiçeği mi, zeytinyağı mı, mısırözü mü karar verememişiz, bir de fındık yağını düşünmeye başlamak niye? Bu hayatı zorlaştırmak değil de ne! Güzelleştirmek mi? Bu mümkün mü?

NOT: Üç hafta önce laminant diye yazım hatası yapmışım doğrusu laminat olacak. Yine üç hafta önce ‘‘Çupra’’ yazmıştım. Doğrusu Çipura ama bence ‘‘Çupra’’ daha çok yakışıyor. Omo reklamındaki balık ‘‘Çupra’’ değil Karagöz'müş. Reklamın yaratıcı yönetmeni Mehmet Günsur bizi düzeltti.Günsur'a ‘‘Karagöz Karadeniz'den çıksa da Karadeniz'le anılan balık değil’’ dedim. Günsur bana katılmadı. Pakpen'in ajansı MedinaTurgul değil Güzel Sanatlar'mış. Bir daha olmaz.


Çevir kazı yanmasın devir bu devir!


ON
gün önce aramıştı Ali Saydam. Sahibi olduğu Bersay halkla ilişkiler şirketinin düzenlediği ‘‘iletişim sohbetleri’’ toplantısına çağırmıştı. ‘‘Aman gel, sensiz olmaz hoca’’ demeyi de unutmamıştı. Daha sonra programa baktım, toplantıda bir de konuk konuşmacı vardı. Turizm ve Kültür Bakanı Erkan Mumcu. Böyle bir toplantıda Mumcu'nun ne işi olduğunu düşünmediysem ne olayım. Herhalde dedim, toplantıya çekicilik katmak için, AKP Milletvekili Zeynep Karahan Uslu'ya rica etti, (Uslu'nun eşi Ali Saydam tarafından siyasi danışman olarak çalıştırılmaktadır) Mumcu da Uslu'yu kıramadı geldi! Ne safım!

Nereden bilebilirdim Ali Saydam'ın Turizm Bakanlığı'nın ‘‘İstanbul'u marka yapma’’ projesine göz diktiğini. Nereden bilirdim bu projeden yola çıkarak AKP'nin de stratejik iletişim projelerini üstlenmek istediğini. Bunda ne var diyeceksiniz? Bir şey yok. Bersay ticari bir kuruluş tabii ki böyle projeler peşinde olacak... Ama böyle projeler alınacak diye de altmış kişi figüran olarak kullanılmaz ki!

Çok sevdiğim arabam yolda kalınca çekici mekici peşinde koşuşturmaktan yetişemedim ve geçen cumartesi akşamı Bersay'ın toplantısına gidemedim. İyi ki gidememişim. Pazar günü ne göreyim! Ali Saydam, Sabah'taki köşesini olduğu gibi bana ayırmış. Önce sandım ki ‘‘medya planlaması konusunda reklamverenin tek ölçüsü izleyici, dinleyici ve okuyucu araştırmalarıdır’’ dememi eleştiriyor, ‘‘kalite ratingi de var’’ falan demeye çalışıyor (araştırma dediğimde her iki araştırmadan söz ettiğimi anlamayacak kadar araştırmaya uzak olduğu için de resmen çam deviriyor!). Ne safım!

Nereden bilirdim Ali Saydam'ın baş danışmanı olduğu Turgay Ciner'in yolunu açmak için Ergun Babahan'a göz dağı vermek isteyebileceğini. Ne bilirdim Ali Saydam'ın Dinç Bilgin ve Ergun Babahan ekibini tasfiye edip Sabah yazı işlerini kontrol altına almak istediğini. Nereden bilirdim halkla ilişkiler hizmeti verdiği ‘‘dindar medyanın’’ yazarlarını Sabah'a monte edip AKP ile Sabah'ın arasını bulmaya çalıştığını. Nereden bilirdim Ali Saydam'ın daha bir yıl önceye kadar Hürriyet'te de bir proje için yola çıkıp, tavırlarıyla önüne geleni kendine düşman ettiğini ve daha bu projenin dumanı tütmekteyken Turgay Ciner'in danışmanı olarak aynı projeyi Sabah'a hatta Cumhuriyet'e uygulamaya çalıştığını..

Nereden bilebilirdim? Bilsem, kafasında böylesi onlarca tilki dolaşan Ali Saydam'la nasıl aynı ligde olduğumu düşünebilirdim?

Bunları öğrendim, Saydam'ın benimle ilgili yazdığı yazıyı yeniden okudum ve birden aklıma bir zamanlar DYO reklamlarında DYO renklerini taklit etmeye çalışan sevimli bir bukalemun vardı, o geldi. Bu bukalemun ıkınıyor sıkılıyor bir türlü DYO renklerini taklit edemiyordu. Ali Saydam'ın durumu da böyle. Ikına sıkıla beni taklit etmeye çalışıyor ama işin gerçeği enerjisini boşuna harcadığının farkında değil. Aşmış beni Ali Saydam! Onun liginde oynamam mümkün değil! Ne yazarsa yazsın, ne desin beni asla bulunduğu ligde oynatamaz. Benim onun liginde oynamaya rengim yetmez!


Sanırım davullar ‘şey’ diyor


YENİ
Ford Kargo reklamı bana bir yıl önce yayınlanan bir Petrol Ofisi reklamını anımsattı. O reklamda da ağır vasıta sürücüleri kamyonun, otobüsün üstüne çıkıyor ve ‘‘Bu aracı ben yaptım’’ diye övünüyorlardı. Ford Kargo reklamını Petrol Ofisi reklamının biraz daha gelişmişi olarak görebiliriz. Reklam kamyon şoförlerinin yaptığı konuşmalardan alıntılarla başlıyor, sonra Kargo bu görüşlere göre simgesel olarak üretiliyor, daha sonra kamyon’un üretimine aracı olan şoförler Kargo'nun üstünde keyiften dört köşe adeta dans ediyorlar. Bu arada da (sanırım) Ford teknolojisi de Kargo'nun verdiği tatmine davul çalarak ortak oluyor. Dikkat çekici bir reklam, metalik renkler kalite algısı yaratıyor, belirli bir coşku duygusunun geçtiğini ve bir Ford Kargo bilincinin yaratıldığını söyleyebilirim. Basın reklamı da kalite algısını güçlendiriyor. TV'den akla takılanlara yanıt veriyor. Ve insanı acaba bu özelliklerden biri üzerine gidilse daha iyi olmaz mıydı diye de düşündürüyor.

( Reklam ajansı: Ogilvy Mather

Rating: * * * )



Cumhurbaşkanı ve ‘medya tekeli’ anlayışı


CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer
, fırsat buldu mu konuşmasının arasına‘‘medyada tekelleşme tehlikelidir’’ mesajları sıkıştırıyor, ‘‘Tekelleşme demokrasinin yozlaşmasına neden olur, haber alma özgürlüğü kısıtlanır’’ gibi her duyanın hoşuna gidecek kitabi sözler söylüyor.

Bunun aksini iddia eden olabilir mi? Bu basit gerçeği herhangi bir iletişim fakültesi birinci sınıf öğrencisine sorun o bile size söyler. Eğer Cumhurbaşkanı Sezer daha fazla bir şeyler söylemek istiyorsa bunu tekelleşmeyi kanıtlarıyla ortaya koyarak yapmalı.

Medya sisteminde tekelden ne anladığını da, hangi kategoride nasıl ‘‘yoğunlaşmalar’’ meydana geldiğini de devletin, trilyonlarca bütçesi olan dört televizyon kanalı varken Türkiye'de doğru haber almanın niye sorun olduğunu da kamuoyuna bir bir anlatmalı...

Tabii ki sayın Cumhurbaşkanı Türkiye'nin medya dengeleri içinde TRT gibi çok önemli bir kurumu niye aylardır belirsizlikler içinde bıraktığını da, Şenol Demiröz'ü niye atamadığını da kamuoyuna iyi açıklamalı. Hem TRT'nin özel kanallara karşı önünü kesip hem de medya tekellerinden söz etmek biraz garip kaçmıyor mu?


Bonissimo İngiltere'ye gol mü atacak?


FUTBOL
Fedarasyonu Bonus Card'a dava açmakta haklı. Bonus'un ‘‘İngiltere'ye ne kadar gol atarsak o kadar Bonus’’ kampanyası doğrudan Milli Takım'la ilişkilendirilmiş ve Milli Takım'ın sırtından para kazandıracak olan bir kampanya. Milli Takım'ın hakkı mutlaka verilmeli. Bırakalım yasaları Garanti Bankası'nın taşıdığı değerlere böyle bedavacılık yakışmaz. Eğer İngiltere'ye gol atacak olan Bonissimo değilse tabii ki..


Çekirgelik

Yetişkinler aslında para kazanan çocuklardır!

(Kenneth Branagh)
Yazarın Tüm Yazıları