TÜRKİYE’deki "şeker kotası" sorununu bir süredir burada yazıyorum. Sorun Türkiye’deki kronik sorunlardan biri. Ufukta da çözüm görünmüyor.
Dünya değişiyor, küreselleşiyor, her şeyi daha ucuza daha kaliteli üretiyor. Biz elimizdeki avcumuzdaki kaynakları bu değişime ayak uyduracak şekilde yönetemiyoruz.
Türkiye’de 22’si devlete ait 33 şeker fabrikası var. Gübresiyle, tohumuyla, ilacıyla ekimiyle, biçimiyle yaklaşık 5 milyon kişinin pancara bağlı şeker üretiminden geçindiği tahmin ediliyor.
Ama gelin görün ki Türkiye şekeri, şeker pancarından tonu 1100 dolara üretiyor. Hemen yanımızda Avrupa’da şekerin tonu 550 dolar.
Yiyecek,içecek üreticileri ise hem maliyet hem üretim kolaylığı hem de "tat" sınırlamaları nedeniyle "nişasta bazlı şekeri" tercih ediyor. Devlet ise şeker pancarından üretilmiş şeker sektörünü koruyacağım diye "nişasta bazlı şekere" kota koyuyor.
Kasım 2005’e kadar, nişasta bazlı şeker üreten Cargill, Amilium, Tat, PNS, Sunar firmaları 950 bin ton kurulu kapasitelerine rağmen kota nedeniyle sadece 234 bin ton şeker üretip satabiliyorlardı.
Başbakan’ın ABD ziyaretinde Bush ricacı olunca Bakanlar Kurulu kararıyla Cargill için kota Kasım 2005’te % 50 arttırıldı. Bu arada Ülker, Cola-Turka üretiminde kullanmak üzere kendi nişasta bazlı şekerini "entegre" olarak üretmeye başlamıştı. Şeker Kurulu da Ülker’e "hayır bu kota ihlali" deyip bastı cezayı.
Temmuz 2006’da, sekiz ay sonra Danıştay kota artırımı kararını iptal etti. Ortalık toz duman. Çikolata sektöründe Ramazan öncesi büyük kaos yaşanacağa benziyor.
Peki böyle önemli bir konuda AKP hükümeti ne yapıyor dersiniz? Avrupa şekeri tonu 550 dolara üretirken Türkiye hala nasıl 1100 dolardan şeker üretebileceğini ve dünya piyasalarında rekabet edebileceğini düşünüyor?
Şeker pancarı sektöründeki 5 milyon kişinin en kısa 5 en uzun ise 10 yılda farklı sektörlere yönlendirilmelere gerektiği açık. Ne yapıyor Sanayi Bakanı Ali Coşkun?
Geçen hafta bir grup sendikacı Ali Coskun’u ziyaret etmişler. Söz dönmüş dolmuş şeker kotasına gelmiş. Ali Coşkun aynen şunları söylemiş:
"Amasya ve Kayseri fabrikalarını C kotası (ihracat) ihlali nedeniyle cezalandırdık. ABD elçisi bu odaya iki kere geldi. Bush Başbakan’dan ricacı oldu. Sabri Ülker baba dostu olmasına rağmen Ülker’e de kotayı ihlal ettiği için verdik cezayı..."
Anlayacağınız Bush taaa Amerikalardan bizim şeker kotası sorunumuzu çözmek kafa patlatıyor biz ise kendi insanımızın kafasını patlatalım derken sorunlarımızı çözemiyoruz. Nasıl ama?
Tatlıcılar reklamı keşfetti
HACI Seyid, Özsüt, Bolulu Hasan Usta, Güllüoğlu, Tatlıcı Tombak, Mado, hatta Saray ve Süt-iş dersem aklınıza ne gelir?
Tatlı değil mi? Aynen öyle. Türkiye’nin "tatlı" düşkünlüğü ve son yıllarda "tatlıcı"lığı farklı bir boyuta taşıdı. Mağaza sayısı 100’lere varan tatlıcı zincirleri ortaya çıktı. Başı çekenler Bolulu Hasan Usta ve Özsüt.
İzmir Kemeraltı’ndaki küçük dükkanlarından Türkiye’ye taşan iki zincir arasındaki rekabet geçen hafta başlayan reklam kampanyaları ile farklı bir boyuta taşındı. "Nedir organize tatlı sektöründeki pazar büyüklüğü ki, reklama başladılar?" diye soruyorsunuz değil mi? Ne yazık ki çoğu sektörde olduğu gibi organize tatlı sektöründe pazar büyüklüğünü bilmek zor.
Tahmin edebiliriz. 2005 yılı reklam yatırımlarına baktığımızda "tatlıcılarda" yaklaşık 500 bin dolarlık bir yatırım görülüyor.
2006’da ise Bolulu Hasan Usta ve Özsüt’ün şu ana kadar yaklaşık bir milyon dolar reklam yatırımına doğru gittiklerini söyleyebiliriz. Demek ki her iki marka bir KOBi için büyüme sınırı olan yıllık 10-15 milyon dolar ciro sınırına gelmişler. Çok ilginç bir gelişme.
Hem Bolulu Hasan Usta’yı hem de Özsüt’ü markalaşma ve zincir olma çabaları için kutlamak istiyorum. Buraya kadar gelmelerindeki en önemli nedeni pazarlamanın üç P’siyle (Ürün, fiyat ve dağıtım) ilgili uygulamaları başarıyla yeri getirmeleri...
Şimdi sıra iletişimde. Bu konuda daha yolun başındalar. Yapacakları çok iş var. Doğru iletişimi yaparlarsa büyürler yoksa yerlerinde sayarlar. Şu anda ikisi de kısıtlı bütçeyle daha çok "markaya maruz bırakma (exposure)" etkisi yaratmaya çalışıyorlar.
Bolulu Hasan Usta’nın reklamında dikkatimi çeken bir noktaya değinmek istiyorum.
Yukarıda da yazdığım üzere Bolulu Hasan Usta "Boludan" değil İzmirden doğan bir marka. "Bolu"ya özgü "lezzet" çağrışımından yararlanıyor. Sadece "Süt tatlılarına" odaklanıyor. Reklamında oynayan yaşlı oyuncu da "Bolulu Hasan Usta"nın İzmirli gerçek sahibi değil sadece oyuncu. Yaşlı kişiyle "Hasan Usta"ya "yıllanmışlık" algısı kazandırılıyor.
Düşünüyorum da Türkiye’de böyle ürün konumlandırma dahileri varken Türkiye niye doğru dürüst dünya markası çıkaramıyor!
Gerçekleri ’Zaman’a bırakmayalım
ZAMAN Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın Ayşe Arman’a verdiği ropörtajdan öğrendik ki Zaman Gazetesi bir cemaat gazetesi değilmiş, Fetullahçılıkla da ilgisi yokmuş. Sadece Fetullah Gülen’i severlermiş, Fethullah Gülen’le Zaman’ın sahipleri sadece arkadaşmış. Türkiye’de de tek propaganda gazetesi varmış, o da Cumhuriyet!
Bu yanıt karşısında Ekrem Dumanlı kusura bakmasın ama "ayıp oluyor" demek istiyorum. Hem "Zaman’la gerçekler anlaşılır" deyip hem de gerçekleri gizlemek gerçekten biraz ayıp oluyor.
Zaman gazetesi bir cemaat, bir misyon gazetesidir. Ancak böyle göründüğü zaman "yaygınlaşma" sorunu yaşadığı için bu bilgiyi örtmeye çalışır. Raftan satışı 40 ile 48 bin arası değişir. Geri kalan abone usulü ile satılır ve parasız olarak dağıtılır. Hatta bu dağıtımda yıllardır emniyet, milli eğitim, bakanlıklar, yurtlar gibi Türkiye’deki stratejik kurumlara öncelik tanınır.
BİAK’ölçümlerindeki okur sayısı ve erkek okur ağırlığı Zaman’ın nasıl bir abonelik yapısına sahip olduğunu gösterir. Okur sayısının da söylenen tiraja denk gelmediğini. Ekrem Dumanlı "söylediklerim gerçek" diyorsa" bana abonelerinin tam listesini versin, aralarından on bin tesadüfi örnek seçeyim, tezlerimi sorgulayayım. Sonuçları da köşede yayınlayayım. Gerçekleri zamana bırakmayalım. Var mısınız Sayın Dumanlı?