Kadınları kitap okuyarak anlamak mümkün mü?

Tek yanıt var: Asla! Belki her kadının hayatı ayrı ayrı 'örnek olay' olarak çalışılabilir ama bütün kadınları aynı anda açıklayabilen bir kitap bulmak öyle kolay değil.

Bence her kadının reçetesi ayrı. Reçeteyi çözmek için de uygulama şart. Bunun eğitim kitaplarındaki adı 'yaşayarak öğrenme'.

Bunları yazmamın nedeni (umarım hafif espri yaptığımı anlamışsınızdır) okumakta olduğum, ODTÜ psikoloji bölümü mezunu Ozanser Uğurlu’nun (27) 'Kadınlar' isimli kitabı.

Uğurlu, kitabının girişinde şöyle demeye getiriyor: 'Ortalıkta bir sürü ne dediği anlaşılmaz, sıkıcı, teknik bilgilerle dolu psikoloji kitabı var, üstelik çoğu da taraflı, ben yazayım da okunulur psikoloji kitabı nasıl olur görsünler!' Kitabın kapağında 'Aşk, Güzellik, Mutlu Bir Hayat' gibi bir tanımlama var ama kitapta anlatılanları bu 'mit' sözcüklerle tanımlamak biraz zor. Uğurlu daha çok Türk erkek toplumunun nasıl bir kadın tipi biçimlendirdiğini anlatıyor. Bazen erkeklerin evrensel aptallıklarına da göndermeler yapmıyor değil.

DUYGUSUZ SEKS SPOR YERİNE GEÇER

Örneğin kitabın içinde bir yerlerde diyor ki Uğurlu: 'Kadınların mükemmel vücut peşinde koşmalarının nedeni, erkeklerin de kadınları özellikle vücutlarının yapısına bakarak sınıflandırmasıdır aslında. Bu güzel kadın, bu da çirkin kadın söyleminin altında yatan ilk, belki de tek kriter kadının vücududur. Oysa mükemmel vücutla insanların diğer özellikleri arasında hiçbir bağlantı yoktur. Örneğin, mükemmel diye nitelendirilen bir vücudun sahibinin kişiliği, konuşması, yaşam felsefesi vs. özellikleri, beklenenin aksi yönde çıkabilir. Bu duruma cinsel yaşam da dahildir. (Yazar ben ne aptal sarışın bombalar gördüm demek istiyor tercüme edeyim) Mükemmel vücudu olan kadınların mükemmel bir hayatı vardır diye düşünmek çok yanlıştır. Nasıl bir vücudunuz olursa olsun, önemli olan beyninizle sevişmenizdir. Sekste vücut sadece bir araçtır, duygular olmadan yapılan seks sadece spor yerine geçer!'

Müthiş ifadeler değil mi? Tartışma götürür mü? Hem de ne biçim. Kitapta böyle su götürür çok ifadeler var. Çaktırmadan da insana 'zihinsel magandalık' testi yaptırıyor haberiniz olmuyor. Size önerim bu hafta sonu Uğurlu'nun kitabını alıp kendinizi bu gibi konularda sınamanız. (Kadınlar, Ozanser Uğurlu, Remzi Kitabevi, 2002, 151 sayfa)

Ferhan Şensoy'u izlerken sağlığını sorun yaptım

'Tiyatro öldü hadi gömelim!' tartışmalarına kulak tıkayıp geçen Cuma gecesi Ferhan Şensoy'un yeni oyunu 'Biri Bizi Dikizliyor(BBD)'un galasına gittim. Ferhan Şensoy bu oyunda özel hayatı, insan onurunu ayaklar altına alan 'Biri Bizi Gözetliyor' türü televizyon programlarıyla dalga geçmeye çalışıyor. Çalışıyor diyorum, çünkü BBG'yi sahneye taşıma fikri güzel ama bu fikir çok iyi işlenmemiş. Özellikle ikinci kişi de evden ayrıldıktan sonra birden finale geçmek büyük bir kopukluğa yol açıyor.

Ferhan Şensoy'un dil cambazlıklarına gülmemek mümkün değil. Ancak sahnedeki sağlıksız görüntüsü insanı üzüyor. Dört kere de dili sürçünce bazen oyuna mı güleyim, Ferhan Şensoy'un sağlığını mı düşüneyim, duygusal açıdan iki arada bir derede oyun izliyorsun. Diyebilirsiniz ki; ilk oyun, o kadar hata kadı kızında da olur.

Evet ilk oyun ama izlediğimiz de Ferhan Şensoy'un dünya prömiyeri! Oyunun yıldızı 'Enişte' rolündeki Rasim Öztekin. Öztekin o kadar başarılı bir 'Enişte' karakteri çiziyor ki anlatamam. 'Unutkan Enişte' yi görmek için gidilir bu oyun izlenir.

Oyunda 'Az sonra...' esprilerinden sonra gerçek reklamlar izlettiriliyor. Bu da izleyicinin kısa süre de olsa çok sevdiği (!) reklamlarla yeniden yüzyüze gelip, geçmiş deneyimlerini yeniden yaşamasını sağlıyor. Reklamlar Unilever'den. Hatta Cif ve Domestos oyun boyunca aynı yerde kalıp izleyicileri selamlıyorlar. Tabii ki 'Enişte' miz Domestos'u çorba sanıp içmeye kalkana kadar...

BBD'yi kim mi kazanıyor? Ya 'Unutkan Enişte' ya da Ferhan Şensoy. İkisinden biri. Tayyip Erdoğan seçimi kazandığına göre BBD'yi kim kazanmış olabilir? Yanıt oyunda...

Poyrazoğlu çok abartılı oynadığı için insana batıyor

Geçen hafta hem senaryosu Ümit Ünal tarafından yazılan hem de yine Ünal tarafından yönetilen 9'u izledim. Filmde polis olduğunu tahmin ettiğimiz kişiler çapraz sorgulama tekniğiyle altı kişiyi sorgulayarak bir cinayeti çözmeye çalışıyorlar. Filmin neredeyse tamamı Amerikan filmlerinde görmeye alışık olduğumuz, bir tarafından bakınca diğer tarafı görünmeyen aynalı sorgulama odasında geçiyor.

Filmin neredeyse tamamında da yakın çekim hakim. İşin doğrusu filmi sıkıcı kılan da, ilginç kılan da bu nokta. Zaman zaman polis kamerasına geçiliyor, zaman zaman aynalı odanın arkasından görüntü veriliyor, zaman zaman da fotoğrafçı Firuz'un (Ali Poyrazoğlu) amatör kamera görüntüleriyle geri dönüşler yapılıyor. Ama bütün bunlar anlatımı söze dayalı olmaktan, bazen ilginç bazen de 'sıkıcı' olmaktan kurtaramıyor.

Sorgulama ilerledikçe anlıyoruz ki, kimsesiz bir kız, başı taşla ezilerek öldürülmüş, polis kızın yaşadığı mahallede ilişkide olduğu kişileri sorguya almış, bu cinayeti çözmeye çalışıyor.

KANSIZ CİNAYETLER SORGUSU

Ünal'ın, çapraz sorgu sırasında ortaya çıkan ifade çelişkileri ve ifade tutarlılıklarıyla, zihinleri katilin kim olduğuna doğru yönlendirme çabası, filmin en beğendiğim yönü. Özellikle bu çelişkileri ve tutarlılıkları keşfetmek büyük keyif veriyor insana. Film ilerledikçe anlıyoruz ki, Ümit Ünal'ın aslında bize anlatmak istediği sadece basit bir 'Katil Kim?' oyunu değil, Ünal'ın asıl sorguladığı hergün günlük hayatımızda, önyargılarla işlediğimiz kansız cinayetler!

Ünal, kişilerin çıkarları uğruna gerçeği nasıl çarpıtabileceklerini ve 'iktidarın' isterse sadece gerçeğin işine gelen yönüyle yetinebileceğini anlatmak istiyor. Nitekim filmin sonunda 'otorite', 'Ya bu sorgu da çok uzadı kardeşim' deyip, Kaya'nın (Ozan Güven) ağzını burnunu dağıtıyor ve katilin kim olduğunu öğreniyor. Yani 9'un 6 olabilmesi tamamen kimin nerede durduğuna bağlı.

Ünal, mekandan soyutlanmış bir sorgulama yaptığını iddia ediyor ama bana daha çok Türkiye'yi sorguluyor gibi geldi. Özellikle de 'zorla cinayeti kabullendirme sahnesi', 'poliste işkence'den başka neyi anımsatabilir insana. Ali Poyrazoğlu dışında tüm oyuncular, rollerinin hakkını vermiş. Poyrazoğlu çok abartılı oynadığı için insana batıyor. Film müzikleri bence filmin derdini hiç anlatmıyor. Sanki başka bir dünyanın müziği gibi geldi bana. Son söz: Eğer sinemaya eğlence amacıyla gidiyorsanız, sıkılma olasılığınız yüksek. Ama elalemin amatör kamerayla çekilmiş hiçbir sanat değeri taşımayan on beş dakikalık 'Blair'in Cadısı' filmine bile gittiyseniz, 9'a haksızlık etmeyin, gidin. Oscar için Türkiye'nin adayı imiş. Bence Oscar'ı alması oldukça zor.

Flamenko değil turist sövüşlemenko

İki hafta önce ilk defa İspanya sınırlarından içeri girip Barcelona'da beş gün geçirdim. Barcelona'yı gerçekten çok sevdim. Caddeler geniş geniş, insanın içi açılıyor. Tek sorun caddeler geniş olduğu için trafik ışıklarının uzun yanması. Barcelona iklimiyle de gerçekten yaşanabilecek şehirlerden biri. Sadece çok yaşamak istiyorsan 'flamenko dans gösterisi' izlemeye gittiğinde yemek yemeyeceksin o kadar. Biz gittik, yedik az daha 'Barcelona Aile Mezarlığı'nda şöyle denize nazır bir yer ediniyorduk. Zaten Barcelona' da turistler için iki yerde flamenko gösterisi yapılıyor. Birinin adı Tablao De Carmen, diğerinin adı Cordobes. Biz Tablo De Carmen'e gittik. Biri 21.00 diğer 23.00'te iki gösteri vardı. Biz 21.00'i tercih ettik.

Yemekli kişi başı 51 euro, yemeksiz 27 euro idi. Yemekliyi seçtik. Gider gitmez de İspanyolca menüden üç kap yemek seçmek zorunda bırakıldık. İlk yarım saat için de ne idüğü belirsiz, birbirinden lezzetsiz (iğrenç demeye dilim varmıyor) yemekleri mideye indirince kıvrana kıvrana gösteriyi izlemek zorunda kaldık.

Gerçi gösteri de gösteri olsa bari. Üçüncü sınıf çadır tiyatrosu esprisi. Önce yarım saat iki gitar, iki ağıt yakıcı eşliğinde üvertür kızlar dans ediyor. Sonra biri kadın bir erkek hesapta 'star flamenkocular' sahne alıyor. Onların tek kişilik performansları arasında da birkaç gitar tıngırtısı...

Tek ilgimi çeken biri dans ederken diğerlerinin ayaklarıyla tempo vurup onun çıkardığı sesi güçlendirmeleri ve ellerini oğuştura oğuştura dansetmeleri oldu. İnsan flamenko dans deyince biraz güzel kadınlar, yakışıklı erkekler ve güzel kostümler bekliyor. Ben flamenkonun bizim izlediğimiz türüne daha çok turist sövüşlemenko diyorum. Yolunuz oralara düşerse beni düşünün sakın sövüşlemenkoyun!
Yazarın Tüm Yazıları