İlaçların efendileri diyor ki

TIP Kurumu Başkanı Dr. Mehmet Altınok ve Genel Sekreteri Dr. Ali Rıza Üçer gönderdikleri e-postada geçen hafta yer verdiğim "antiacid" marka ligine itiraz ediyorlar:

"Birinci itirazımız mide yanması ile Pamuk ve Aşkın davalarını ilintilendirmenizedir. Ancak Antiasidler ile antiasid olmayıp ülser ilacı olan diğer ilaçlarda reklamı savunan biri böyle bir ilinti kurulabilir. Zira AB’li küresel efendilerimiz gözümüzün içine baka baka Orhan Pamuk davasında Türkiye’ye gözdağları ve tehditler savurmaktadır. Aynı küresel efendiler ilaçta reklamın serbest olmasını ve raf üstü ilaçların (OTC) süpermarketlerde pazarlanmasını ısrarla istemektedir. Siz bu reklam pastasından pay alacak olan medya kuruluşunun çok okunan bir yazarısınız aynı zamanda. Küresel efendilerin çıkarlarıyla savunduğunuz görüşlerin uyumlu olması bu nedenle de şaşırtıcı değildir. Yazınızda belirttiğiniz Antiacid Marka Ligi (İlk 10) yanlışlıklarla doludur. Bu 10 ilacın yalnızca 5’i antiasid, 1’i dispepsi ve gastroözofagal reflü hastalığı için diğer ilaçlar grubunda 4’ü de H2 reseptör antagonistleri ve proton pompa inhibitörleri gibi ülser ilaçları grubundadır. Dolayısıyla elmalarla armutları, armutlarla da kestaneleri toplamış durumdasınız. Özellikle ülser ilaçları hastanın reklama göre karar verip süpermarketlerin raflarından alacağı ve kasaya ödeme yapacağı türden ilaçlar değildir. Böyle bir tutumun yaygınlaşması toplum sağlığı açısından büyük risk yaratır."

Yorum:
Gördüğünüz gibi Tıp Kurumu Başkanı ve Genel Sekreteri kendi ağızlarıyla yakalanıyorlar: "Özellikle ülser ilaçları reklama göre karar verilecek ilaçlar değildir!" Yani diyorlar ki "antiacid"lerin reklamı yapılabilir. Ben de aynı şeyi söylüyorum zaten. "Antiacid" say deyince halk dispepsisini, reseptörünü, proton pompasını sıradan sayıyor. Büyük karmaşa var. Eğer "antiacid" gibi tezgah üstü ilaç reklamlarına izin verilirse hangisi "antiacid" hangisi değil kolayca anlaşılır, ilaç tüketicisi kendine en uygun "antiacid"i alır. Anlayacağınız görüşüm tek çıkarla uyumludur o da ilaç tüketicisinin çıkarı. 70 milyonun çıkarı 23 bin Eczacı’nın çıkarından üstün daha önemli değil midir? Yoksa değil midir?

Jeep’in Porsche’a ettiği

BİZİM yazıişleri’nin önemli sorunu sayfa tasarımını yaparken reklamları görememeleri...

Saatlerce uğraşıp, didinip mükemmel bir sayfa yapıyorlar sonra bir de bakıyorlar ki sayfadaki reklamın rengi, yazısı, fotoğrafı yaptıkları sayfanın grafik dengesini bozmuş... Mükemmel sayfa olmuş sana sıradan bir sayfa...

Çözüm ne peki? Ajansların reklam teslimini son dakikaya bırakmaması... Yazıişleri haklı olarak defalarca bu konuyu gündeme getirmemi söyledi. Kısmet bugüneymiş. İşte getiriyorum. Ama biraz farklı bir yönüyle.

Konuya dikkatimi çeken de Zeyno Cerrahoğlu isimli okurum. Cuma günü Hürriyet’in yedinci sayfasında yarım sayfa "Bir timsahı evlat edinir miydiniz?" başlıklı jilet gibi bir Porsche Caymen S reklamı vardı.

Hemen sayfayı çevirdiğinizde ise tam karşınızda bir Cherokee Jeep reklamı. Yine yarım sayfa, başlığı aynen şöyle: "Bazı hayaller daha kolay gerçekleşir!"

Sanki Jeep, Porsche’nin reklamını görüp de reklam vermiş gibi. İki reklam arka arkaya gelince Jeep reklamı anlamına anlam katmış: "Porsche almak hayal, siz gerçekleşmesi daha kolay bir hayalin, Jeep’in peşinden gidin!"

Sevimli bir tesadüf... Ama her tesadüf bu kadar sevimli olmayabiliyor. Dediğim gibi çözüm reklamların gazeteye erken teslimi... Erken teslim kanser önler. Ajanslarınızı uyarın!

Psikolojik savaş mı dediniz

GENELKURMAY, kendisinin nasıl yıpratıldığını teşhis etmiş: "İnternette psikolojik harp" yoluyla... Yani dedikoduya, iftiraya, saptırılmış habere dayalı ikna yoluyla...

Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl yıpratıldığını teşhis edebilen var mı?

Yücel Aşkın, rektör, içerde can çekişiyor... Orhan Pamuk, yazar, içeri girmek üzere... Erdoğan Teziç, YÖK Başkanı, savcılıkta... Mustafa Koç, işadamı, savcılıkta... Hrant Dink, yazar, yeni bir dava açıldı...

Dedikodu yok, yalan yok, iftira yok... Gerçek savaş var. Teşhis edebilen var mı?

Organize pazarlama işler

ORGANİZE İşler’in lansman kampanyası da, galası da kusursuzdu. Sinemaya gitme potansiyeli olup da Organize İşler’den haberdar olmayan, meraklanmayan, güdülenmeyen kalmadı... "Gitmezsem önemli bir şey kaçırırım" duygusu sinema meraklılarının akıllarına işlendi.

Peki Organize İşler’e gitmezseniz gerçekten bir şey kaçırır mısınız?

Kesinlikle... Tolga Çevik’in, Özgü Namal’ın, Cem Yılmaz’ın mükemmel oyunlarını... İstanbul’un muhteşem görüntülerini, Yılmaz Erdoğan’ın kara mizah öyküsü çıkarma ve anlatmadaki başarısını kaçırırsınız...

İstanbul’un nasıl kapkaççı çetelerine, mafyaya teslim olduğunu canlı canlı hissetme şansını kaçırırsınız.

Doğuş Holding, Organize İşler’in ana sponsoru. Bonus, NTV ve Garanti Bankası o kadar "doğal" bir şekilde filmin içine gömülmüş ki, böylesine mükemmel bir ürün yerleştirmesini görmezseniz çok şey kaçırırsınız.

Başka? Daha ne olsun... BKM, biletlerin efendisi Biletix’te Fenerbahçe’den sonra en çok bileti satılan eğlence sektörü markası. Film pazarlamasında da ne kadar ustalaştığını "Organize İşler"le bir kez daha kanıtladı. Organize pazarlama her zaman işler, görecekseniz Organize İşler’de de işleyecek!

Korkunun BSA’ya faydası var

BSA’nın (Business Software Alliance) korsan yazılımlar konusunda bilinçlendirme kampanyaları devam ediyor. Üçüncü reklamında da BSA korsan yazılım kullananları tehdit ediyor. Tehdit etmekte de haklı! Biz Türkler bu gibi konularda korkutulmadığımız sürece davranış değiştirmeyiz!

İşte korsan CD, korsan DVD, işte sigara kanunları, işte vergi kaçakları, işte trafik kuralları, işte uygulanmayan televizyon kanunları... Kurallar var ama "tehdit" eden olmadığı sürece uyan sayısı belli.

BSA Türkiye’de "korkutmanın" işe yaradığını deneyerek öğrenenlerden. İlk kampanyalarını anımsayın...

BSA’dan öğrendiğimize göre "tehditkar" ilk reklamlar çok işe yaramış, korsan yazılım oranını düşürmüş... Ama "doğuştan rahatsızlar" tarafından da çokça eleştirilmiş..

BSA’cılar sosyal baskılara boyun eğip ikinci filmde suya sabuna dokunmaya kibar reklam yapmışlar. Ama o dönemde korsa yazılım oranı da değişmemiş, hatta artmış. Bu nedenle de BSA’cılar üçüncü filmde yeniden tehdit etmeye karar vermişler...

Peki edebilmişler mi? İşin doğrusu yeni film biraz Türk filmi gibi... Asansördeki adam yakalanacağını bile bile niye hálá aynı katta iniyor? Yakalanınca niye "Küçük Emrah" kıvamında üzülüyor?

Üçüncü film ilk fil kadar etkili değil. Türk filmi tadı ikna ediciliği azaltmış. Türkler kibar tehditten ne anlar!

Sallandırılırken gösterecen iki korsan yazılımcıyı Taksim’in ortasında, bak bir daha korsan yazılım kullanan kalıyor mu? Ciddi söylüyorum...

Çekirgelik

Eğer yalan söylemek çıkarına ise insan neden doğruyu söylesin ki?

(Wittgenstein)
Yazarın Tüm Yazıları