Gülüm'de insanlığınızın farkına varıyorsunuz

Gülüm'ü Acıbadem taraflarındaki Tepe Cinemaxx'da izledim. Hem de hemen Tehlikeli Aklın İtirafları'ndan hemen sonra. O kötü filmde, sinema tıka basa dolu iken, Gülüm'de sağdan say on kişi, soldan say on bir kişi vardı. Arada da anons ettiler, Tehlikeli Aklın İtirafları'nın bir sonraki seansına da bilet yokmuş. Çıldırmak işten bile değil!İki filmin liglerinin farklı olduğunu kabul ediyorum. (Biri en azından Amerikan. Clooney de ünlü yönetmen ya, nasıl kaçırırız!) Gülüm bütçe kısıtlılığı içinde dar mekanlara sıkışmış, insan odaklı, ilişkilere dayalı bir film. Aynı Güle Güle gibi.Haksızlık etmeyelim. Biraz da teknoloji var. Filmin konusunun odak noktası olan cep telefonu mesajları ve ‘‘virüs’’ yazan bir bilgisayar ekranı... Zaten hayatımızda da teknoloji bu kadar yer tutmuyor mu? Türk sineması ne yapsın!Gülüm'ün konusu da öyle bir konu işte! Belki biraz Türkiye'deki toplumsal değişimi, nesiller arasındaki düşünce farklarını hissedebiliyorsunuz ama yine de konu ‘‘vay be’’ dedirten cinsten değil. Tarık Akan'ın kızı Gül ölmüş, karısı terketmiş, oğlu Okan Bayülgen'in de karısıyla ‘‘uçkur’’ sorunu yüzünden arası açık. Tarık Akan ve dünürü Rutkay Aziz de torun falan bekliyorlar. Sonra ilişkiler, çatışmalar...Rutkay Aziz ve Tarık Akan çok iyi ikili olmuşlar. Birlikte oynadıkları sahneler keyif veriyor. Okan Bayülgen'i hiç yadırgamadım. Çok da iyi oynamış. Asıl kutlanması gereken de, Bayülgen'in karısı rolündeki İdil Fırat. Oyunculuğu hiç batmıyor, üstelik birçok sahnede Bayülgen'den daha iyi bile oynamış denebilir. Filmin en ‘‘tahriş’’ edici sahneleri Bayülgen'in ‘‘mutluluk dersleri’’ verdiği sahneler. Eski Türk filmlerinin acemiliğinde, komik sahneler bunlar. Türk yönetmenleri kalabalıkları yönetemiyor. O da yakında olur inşallah. Bir de bu sahnelerde niye herkes mini etek giymek zorunda anlamak zor. Konu sıradan, oyunculukla, klişe mekan görüntüleriyle kurtarıyoruz falan ama, emin olun filmi başından sonuna merakla ve keyifle sıkılmadan izliyorsunuz. Gülüm'den çıktığınızda da şu sıralarda oynayan hiçbir filmde hissetmediğiniz birşeyi hissediyorsunuz. İnsan olduğunuzu... İşte bu Zeki Ökten farkı. Bu konuda Clooney'e on basar. Zeki Ökten'e haksızlık etmeyin, Gülüm'ü görün, görün ki daha iyi Zeki Ökten filmleri izleyelim. Bakın elin oyunculuktan bozma yönetmeni Clooney sayenizde ikinci filmini çekmek üzere. Utanın!Tehlikeli Aklın İtirafları ‘‘R Rated’’. Kim biliyor?Filmleri sınıflandırma ve aileleri bilgilendirme sistemini bir an önce kurmalıyız. Tehlikeli Aklın İtirafları resmen Amerikan Sinema Derneği tarafından ‘‘R’’ olarak sınıflandırılmış. Yani 17 yaşın altı için aile onayı gerektiren ya da aile yanında izlenmesi gereken bir film. Çünkü seks ve şiddet ögeleri içeriyor. Amerika'daki film sınıflandırma sistemi gönüllü bir sistem. Filmler bir grup aile tarafından izlenip G (herkes izleyebilir), PG (Az şiddet ya da seks içeriyor, aile kılavuzluğunda izlense iyi olur), PG 13 (13 yaşın altına uygun değil), R (17 yaş altı için aile kılavuzluğu şart) ya da NC 17 (17 yaş ve altı kesinlikle giremez) diye sınıflanıyor. İsteyen sinema yapımcısı sorumluluk gereği bu sınıflandırmayı tanıtımına taşıyor, aileleri uyarıyor. ABD'de bu iş gönüllü olmasına rağmen herkes sınıflamaları duyurma işine sıkı sıkıya bağlı. Biraz da kendi bindikleri dalı kesmek istemiyorlar. Biz de ise böyle bir sistem yok. Örneğin Gülüm bana göre Amerikan sınıflamasına göre PG 13 diye sınıflanması gereken bir film. Çünkü bol bol küfür içeriyor. Hadi Türkiye'de böyle bir sistem yok, takan da yok diyelim, peki niye sevgili film dağıtıcıları yurtdışında yapılmış sınıflamalardan aileleri haberdar etmiyorlar? Ne bu sorumsuzluk? Bu işe el atıyorum, yakında bu sinemada...Clooney'e 'sıkıyorsun' demek az, daral getiriyor Berlin Film Festivali'nde, George Clooney, başrolünü oynadığı ‘‘Solaris’’ isimli filme ‘‘sıkıcı’’ diyen Radikal film eleştirmeni Ahmet Boyacıoğlu'na açmış ağzını yummuş gözünü: ‘‘Aptal herif sen önce film çek, sonra karşımıza gel!’’Aferin George Clooney'ye özü sözü bir adammış. Boyacığlu'nun yüzüne ne düşünüyorsa dan, dan söylemiş. Bizdeki korkaklar gibi yüze gülüp, daha sonra arkadan sinsi sinsi şerefsiz tetikçilere orada burada yazı yazdırmaya kalkmamış...Clooney haklı mı? Tabii ki haksız. Eğer bir şey üretip ortaya çıktıysan her türlü eleştiriye de açık olacak, sinirlenmeyeceksin. Tabii ki, özgüvenin varsa, yaptığın işten eminsen. Sana ‘‘Basın toplantısına katıl!’’ diyen mi var? Sinirleneceksen yapma o zaman. Herkes oynadığın her şeyi beğenmek zorunda mı? Eleştiri, insan olmanın gereği. Düşünen değil, eleştirebilen insandır. ‘‘Sen kim oluyorsun da eleştiriyorsun’’ diyen ise, hayvanın pardon sosyal hayvanın ta kendisidir. Aklın varsa sen de eleştirenin eleştirisini eleştir. İçeriğini ama, eleştiriş şeklini değil...Nerede Clooney'de o akıl! Ben de ‘‘Tehlikeli Aklın İtirafları’’nda bir sıkıldım ki sormayın. Daral geldi daral... Filmde Chuck Barris'in tehlikeli aklını, Clooney'nin ise aklını görene aşk olsun!Film 1960'lı yıllarda TV yarışmaları ile ünlenen Chuck Barris'in 1981'de yayınlanan ama doğru olup olmadığı kanıtlanmayan anılarına dayanıyor. Bir yandan Barris'in nasıl TV işinde ünlendiğini, diğer yandan nasıl hayatındaki kadınlara hayatı zindan ettiğini, diğer yandan ise CIA'in sözleşmeli ajanı olup otuz üç kişiyi öldürdüğünü anlatıyor. Konu ilginç ama Tersyüz (Adaptation) ve John Malkovich Olmak’tan (Being John Malkovich) saygı duyduğumuz ünlü senaristimiz Charlie Kaufman bu kez Barris'in hayatının içinden çıkamamış, ayrıntılarda boğulmuş. George Clooney de ilk yönetmenlik denemesinde işi yüzüne gözüne bulaştırmış. Bazı yerlerde ritim öyle düşüyor ki, öykü öylesine paramparça oluyor ki, şeytan diyor ki kalk git! Bu zorlama senaryoyu filme çekmek için stili olan bir yönetmene gereksinim varmış, Clooney'de olmayan da bu. Zaten kendisi de birkaç ropörtajında bunu itiraf etmiş: ‘‘Sevdiğim bazı yönetmenlerin, bazı sevdiğim sahnelerine sadık kaldım!’’Kimse kendini zorlayıp, bu filme iyi demeye falan kalkmasın. Barris'i oynayan Sam Rockwell ile sevgilisi Penny'yi oynayan Drew Barrymore'un oyunculukları dışında dişe dokunur bir şey yok. Julia Roberts'ın hayır işi için oynadığı belli. George Clooney de kendi filmi olmasa ‘‘Ajan hamisi’’ rolünü hayatta kabul etmezmiş. Ortada oynanacak bir rol yok çünkü. Özeti, gitmeyin, zamanınıza yazık.Bu haftasonu önerim Safran Eskiden Çapa Ailesi’nin işlettiği Liman Lokantası'nı Aslı Altan aldı, Safran yaptı, yazmayan kalmadı. Şunu söyleyeyim, benim öyle ‘‘daha önce yazıldı gitmeyeyim, eskidi yazmayayım’’ diye bir takıntım yok. Giderim, görürüm, izlerim, okurum, yerim, içerim, değerse ya da bir hata görürsem yazarım. Yeter ki kullanma tarihi geçmemiş olsun!Safran'ı sevdim. Hele ‘‘arka oda’’ konsepti müthiş. Aslı Altan'a aferin... Eski Liman'ı almış, hoş bir buluşma noktası yapmış. Ben gittiğimde tenha idi ama cuma, cumartesi iğne atsan yere düşmediği söyleniyor. Mönüde Müzeyyen Senar'ın kızı Feraye Hanım'ın parmağı var. Mutfak'ta ise Hasan ve Mevlut ustalar. Bulgur salatasını yerken az daha parmaklarımı yiyordum. Aynı şekilde patlıcan sufle için yiyecek bir yerim kalmamıştı. Borani ve patlıcanlı mantarı da mutlaka ama mutlaka denemelisiniz. Ana yemeklerden köfte ve pirzolayı denedim. Mezeler kadar parlak bulmadım. Kötü değiller ama bir özellikleri de yok. Daha iyileri mönüde vardır belki. Denemek lazım... Gecenin geç saatlerinde ise aynalı duvardan ‘‘arka odaya’’ süzülmeyi unutmayın. İsmi iç gıcıklayıcı ama sandığınız gibi değil arka odada club müziği var. İçkini alıyorsun, rahat koltuklara oturuyorsun, müzik dinliyorsun, manzaranı seyrediyorsun, daha Altan'dan ne istiyorsun! DJ'lik yapmasını mı? Sorun bakalım belki sizi kırmaz. Ama benim söylediğimi söylemeyin, şansınıza Müslüm Baba bile çıkabilir, espri diye canııım, sorumluluk da kabul etmem. Tel: 0212 292 39 92Buda değil Suda ÖğretileriEvdeki (!) baskılara rağmen Pakize Suda yazımı yazmaya karar verdim. Üstelik baskılar geçen hafta yazdığım yazıdan sonra daha da arttı. Pakize Suda'ya ayıp etmişim, onunla alıp veremediğim varmış, yazmak zorunda mıymışım, düzüşmek lafı hiç bana yakışıyor muymuş, yazmasam ölür müymüşüm, aslında inadına yapıyor muşum... falan filan. Evliyken yazarlık yapmak da ne zor şeymiş ya! Bekara yazı yazması kolay. Ohh, salla babam, salla... Onu seviyorum, buna aşığım, kedimle yatıyorum, köpeğimle kalkıyorum. Ya evliler? IMF denetlemiş, Saddam haketmiş, gelir dağılımı uçurumu artmış, Tayyip azıtmış... Bir yığın ipe sapa gelmez, dostlar ciddi erkek sansın yazısı. İşte en yakın örnek: ‘‘Seviyorum ya seviyorum... Var mı diyeceğiniz? Ben Pakize Suda'nın yazılarını kadınlar kadar seviyorum’’ diyeceğim yanlış anlaşılır diye iki haftadır söyleyemiyorum. (Bakın yanlış anladınız işte! Yazılarını seviyoruuuuum) Hatta Pakize Suda'nın insan ilişkilerini bazı kişilerarası iletişimcilerden, bazı sosyal psikologlardan bile daha iyi çözümleyip, bize yalın bir dille ilettiğini düşünüyorum. Bir sosyal psikologla konuşsanız, onun ilaç prospektüsünden hallice laf kalabalığına getireceği durumu Pakize Suda berrak berrak anlatıyor işte. Siz de keyiften dört köşe. Ben Suda'nın bu berrak berrak anlattığı şeylere ‘‘Buda öğretilerinden’’ yola çıkarak ‘‘Suda Öğretileri’’ diyorum. Bu öğretileri ne kadar içselleştirdiğinizi ortaya çıkarmaya çalışan bir de test hazırladım. Ama önce ‘‘Ağız Tadıyla Sevişemedik’’ kitabını okumanız lazım. Okuyun, haftaya, eğer sağ kalırsam, testiniz burada! Cuma Alıntısıİçinde bulunduğunuz sorunların felsefi boyutlarını kavramadıkça, hayatın anlamını bulamazsınız (Doğan Cüceloğlu, Savaşçı, s.30)Cuma TakıntısıECM New Series'den Eleni Karaindrou, Trojen Women, biraz pahalı bir albüm ama dinleyince paranın karşılığı olduğunu göreceksiniz. Ney seviyorsanız tam sizin için...
Yazarın Tüm Yazıları