Dorsay’ın kavuğunu isteyen kim?

Geçen hafta elektronik postama bir öğrencim ‘‘Hocam gördünüz mü?’’ diye bir mesaj atmış.

Açıp baktım, Radikal'in ele avuca sığmaz yazarı Oray Eğin'in Atilla Dorsay'la yaptığı röportajdan bir bölüm. Görmemiştim. Eğin'in sorduğu iki soru ve aldığı yanıtlar şöyle:

O.E: Var mı sizin de kavuğunuzu devredeceğiniz biri?

A.D: Vallahi yeni arkadaşlardan, Sinema dergisinden Engin Ertan'ı, Burçin Yalçın'ı beğeniyorum. Radikal'de yazan Yeşim Tabak'ı beğeniyorum. Her ne kadar son zamanlarda yazmıyorsa da, Tuna Erdem ilginç bir yazar. Bu yeni kuşak beni mutlu ediyor.

O.E: Mirasçınız Ali Atıf Bir değil ama?

A.D: Ali Atıf Bir, Hıncal Uluç'luğa oynuyor. Ama onun daha yeni bir yazar olarak filmler ve başka şeyler konusunda bu kadar keskin ve kesin yargılar kullanmaması lazım. Bir şeyi sevmiyor ve hemen ayağının altına alıyor. Hıncal da bunu yapıyor ama müsaade edilsin, onun 30 yıllık bir geçmişi var. Ama medyada şöyle bir şey yaygınlaştı. Ne kadar sert girersen olaya, o kadar saygı görürsün, korkarlar senden. Yok böyle bir şey. Önce kimliğini, bilgini kabul ettir...

Gelen mesajdan röportajın ne zaman yapıldığını anlamadım. Sanırım çok eski değil. Gerçi ne zaman yapıldığı da çok önemli değil, yeni öğrendim, cevap hakkım doğdu. Atilla Dorsay'ın söylediklerini garipsedim. Çünkü 31 Ocak 2003'te Atilla Dorsay, bir yazıma yanıt olarak, aşağıdaki elektronik postayı göndermişti:

‘‘Bugünkü yazınızda SİYAD ödüllerini ‘‘Her alanda verilen abuk sabuk ödüller’’den ayırdığınız ve ‘‘önemsediğiniz’’ görüşlerinize kendim ve de temsil ettiğim 40 küsur sinema yazarı adına çok sevindim. Bu tam da bizim yapmak istemediğimiz şey: Bir sürü abuk sabuk ödülün verildiği ve hatta yerleşmiş festivallerin ödüllerinde bile numaralar dönmesinin doğal sayıldığı ülkemizde, sinemaya midesiyle değil kalbiyle bağlı olan 40 küsur sinema yazarının olabildiğince objektif bakışıyla bakıp, ödül veren bir sistemi oturtmaya çalışmak... Ali Poyrazoğlu'nun gerçekten değerli bir oyuncu olduğu ve de ayrıca bu yılki düşük film sayısının kimi dallarda adaylıkları biraz tartışılır hale getirdiği söylenebilir. Ama elbette tarihe kalan ve hatırlanan adaylıklar değil, asıl ödüller olacak... Gelecek yıl sizi de aramızda görmeyi umarak...’’

Ne diyeyim şimdi? Dorsay'ın bendeniz ‘‘sert yazar’’dan çok da korkmadığı ortada. Ama böyle bir yaptığını diğer söylediği yalanlayacaksa lütfen önce kendinden korksun. Eğer kimliğime ve bilgime güvenilmiyorsa niye beni SİYAD'a davet eden bir mesaj gönderiliyor?

Otoriter gelenekçi yani ‘‘Babam öyle diyo...’’ mantığıyla hareket eden toplumlarda, insanların otura otura yumurtlama özelliği kazanacağı sanılır. Bilimsel düşüncenin hakim olduğu toplumlarda önem verilen geçen yıllar değil akıl ve bilgidir.

Türkiye'de sinema yazarlarının kaçı, bırakalım sinema eğitimini, köklü bir iletişim eğitiminden geçmiştir merak ederim. Sanmayın ki, sinema yazarı olmak için mutlaka resmi bir eğitimden geçilmesi gerektiğini iddia ediyorum. Ama yapılan haksızlıklar karşısında da insanın bazı şeyleri hatırlatası geliyor işte!

Eğer gerçekleri görmezden gelip, 20 yıldır iletişim hatmetmiş birine ‘‘Daha bilgisini kanıtlayacak’’ gibi gereksiz bir saldırıda bulunursanız, o da size, kısa süre önce yazdığınız mesajı anımsatıp ‘‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?’’ deme hakkını kendinde görmez mi?

Not: Yeri gelmişken, Atilla Dorsay'ın ‘şubat ayında çıkan ‘‘Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar’’ kitabını mutlaka okuyun, göreceksiniz bir şeyi iyi yapabilmek için o konuda 30 yıllık geçmişiniz olması gerekmiyor.

Vah Türkiyem vah!

Üç hafta önce benim küçük himini ile birlikte Eskişehirspor-Bursa Merinosspor maçına gittik. İkinci Lig B Grubu'nda bir maç. Eskişehirspor'un hali harap, neredeyse üçüncü lige düşecek. Eğer böyle devam ederse de evdeki tek Eskişehirsporlu Ecmel yönetime girmeye hazır. Bence de iyi olur, kadınların eli değerse bir zamanların efsanevi takımı Eskişehirspor, belki bu utanç verici durumdan kurtulur.

Neyse, küçük himini ile geçtik kapalı tribüne oturduk. Eskişehirspor taraftarı takımına küstüğü için tribünlerde az sayıda taraftar var. Bizim oturduğumuz bölümde de elli kişi ya var ya yok. Elli kişinin onu da polis, başlarında da onları yöneten kadın bir komiser var.

Maç başladı. Başlar başlamaz hem hakeme, hem rakip takımın antrenörüne bizim bulunduğumuz bölümden küfürler yağmaya başladı. Hele bir tane genç var ki, anlatamam. Maç başlamadan önce uslu uslu otururken, maç başlayınca adeta canavara dönüştü, polislerin gözünün içine bakarak sahaya birbirinden yakası açılmadık küfürleri sallamaya başladı. Ve maç boyunca susmadı. Küçük himini de soruları sıralamaya başladı, 'Baba ...bne ne demek, baba ...veren ne veriyor, ...veren niye veriyor?'

İçimden ‘‘Acaba himinileri çok mu fanus ortamında yetiştiriyoruz?’’ diye düşünürken tam arkamda oturan polis imdadıma yetişti ve küfretmeye devam eden gence 'Hişşşt birader baksana...' diye seslendi. 'Tamam' dedim genç şimdi hak ettiği dersi alıyor. Polis arkasından ekledi: 'Sabahtan beri kulağımızı ...ktin be. Yeter'.

Bilmem anlatabiliyor muyum? Durum çok vahim, Nouma kararından sonra Türkiye, Beşiktaş'ı doğrudan şampiyon ilan etse yeri.

En büyük Beşiktaş...

Nouma'nın, çoluk çocuk yüzbinlerin önünde yaptığı 'tombala' hareketini Beşiktaş menajeri Sinan Engin ‘‘Abartmayın adam seviniyor!’’ diye savunmuş. Emin olun, o konuşmayı TV'den izledim, fark etmedim, çünkü dikkatimi vermedim. Neden? Bu tür olaylar Türkiye'de o kadar sıradan şeyler halini aldı ki, niye dikkat edeyim?

Beklentim iki, üç Beşiktaşlı yöneticinin çıkıp ‘‘Kardeşim bu hareket Türkiye'de milli bir harekettir, adam sürekli orada burada ‘tombala’ çekenleri görünce iyi bir şey sanmış’’ diye olayı örtbas etmek isteyeceği yolunda idi.

Nitekim ilk başta bu tür ‘‘örtbas’’ çabaları olmuş. Ama sonra Beşiktaş yönetimi gerçek anlamıyla tarihi kararını verip Nouma'nın sözleşmesini feshetti. Ben, bu haberle irkildim, çünkü bu haber ‘‘nehrin yatağını’’ değiştiren bir haber.

Beşiktaş, şampiyonluğa oynuyor, önünde birbirinden zor altı maç var. Beşiktaş taraftarı yılların özlemiyle 'şampiyonluk da şampiyonluk' diye yanıp tutuşuyor. Beşiktaş'ın gol yollarında Nouma'ya çok ihtiyacı var. Ve Beşiktaş Nouma'yla gözünü kırpmadan sözleşmesini feshediyor. Çok ama çok önemli bir ders!

Ahlaki değerler konusunda zıvanadan çıkmış Türkiye'ye bir tokat adeta. Sonuca ulaşmak için her yol geçerlidir sayanların yüzünde şaklayan bir tokat!

Teşekkürler Beşiktaş, teşekkürler Serdar Bilgili! Belki bilmiyorsunuz ama bu satırların yazarı bir Galatasaraylı. Nouma kararına kadar da Beşiktaş şampiyon olursa 'üzülürüm' diye düşünüyordu. Şimdi, bu kararından vazgeçti. Beşiktaş şampiyon olursa bu şampiyonluk ona çok yakışacak. Şimdiden helal olsun!

Not: Bu hafta nerede olursanız olun Elazığ-Beşiktaş ve Galatasaray - Adana maçlarını kaçırmayın, iki maç da nefesleri kesecek.

Cuma Alıntısı

Dostunuzu sık sık ziyaret ediniz çünkü, üzerinde yürünmeyen yollar diken ve çalılarla kaplıdır.

(Hint Atasözü)

Cuma Takıntısı

Bu hafta bu şaraba takıyorum. Size de öneriyorum: Kavaklıdere Cabarnet Sauvignon Carignan, Ege, 1999. Bazı marketlerde indirimde, haberiniz olsun.
Yazarın Tüm Yazıları