TÜRKİYE’nin önünde onca sorun dururken uğraştığımız şeylere bakın... Türban, imam hatip, kuran kursları...
‘Ulusa Sesleniş’ programının dekorundaki Atatürk resminin kaldırılıp, yerine cami ve anıtkabir sembollerinin konması... Cami önde ve ışıklı... Anıtkabir daha geride ve sönük..Hürriyet dışında önemseyen çıkmadı ama denmek isteyen çok açık: ‘Bizim kılavuzumuz camidir, birileri istiyor diye de oraya Anıtkabir’i sıkıştırdık işte!’
AKP üç yılda Atatürk portresinden ‘Cami ve Anıtkabir’ ayrımına geldi... Gelecek üç yılda de neyi tercih etmek istediği belli.. Türkiye’nin küreselleşen ekonomide üstünlüğü ele geçirmek için stratejiler geliştirmesi gerekirken AKP’nin kafayı taktığı ‘sembol’ konuları içler acısı..Türban... İzinsiz Kuran Kursları... İmam Hatiplilerin geleceği ve Ulusa Sesleniş’in dekoru..
Cumartesi Günü Ertuğrul Özkök ‘sembol fetişizmi’ ile Türkiye’nin bir yere gidemeyeceği üzerine mükemmel bir yazı yazdı. Başbakan’ı da ‘Milli Görüş’ten gelen baykuş seslerine karşı kulaklarına tıkaması için uyardı..
Peki Tayyip Erdoğan ‘Milli Görüş’e kulaklarını tıkaması mümkün mü?’... Gelin Kurtuluş Savaşı günlerine dönelim ve bu sorunun yanıtını arayalım:
‘1922’nin Mayıs Ayı..Büyük Taarruza hazırlık günleri... İstanbul yönetiminin pek çok sorunu var... Maliyesi iflas etmiş, ekonomisi ölü, halk hayat pahalılığı altında eziliyor. Yoksulluk ahlakı ve sağlığı kemiriyor. Göçmenler cami avlusunda, yangın kalıntılatında, yarı aç. Yoksulluk yüzünden bilinen Müslüman fahişe sayısı 774’e çıkmış. Hükümet işgal güçlerinin şamar oğlanı durumunda. Saray, hükümet, memurlar, aydınlar, bilim adamları çalışsalar, tartışsalar, araştırsalar sorunların çözebilirler...
Ama anlaşılan şu idi ki Osmanlı erkekleri için Müslüman kadınların nasıl giyinmeleri gerektiği konusu her konudan daha önemliydi. Sırf bu konuyla ilgilenmek üzere bir bir cemiyet kuruldu. Amacı Müslüman kadınlar için hem din kurallarına hem de zamanın zevkine uygun bir giyim modeli belirlemekti. Padişahın emriyle Şeriye ve Maarif Nezaretleri de konuyla ilgilendirildi. Yetkililer, görevliler, ilgililer, uzmanlar, danışmanlar, devletin (Osmanlı’nın) tarihten silineceği güne kadar sık sık toplanacak, bu konuyu tartışacak, görüşmeler gazetelere yansıyacaktı..’
Kaynak: (Saruhan Zeki 1982-1996, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 4c.s.482-494. ‘aktaran’ Özakman Turgut (2005). Çılgın Türkler, Bilgi Yayınevi, s. 565-566.).
Ama artık takıntı sadece giyim kuşam da değil. İmam Hatip ve Kuran Kursları da ‘takılacaklar’ listesine eklenmiş durumda. Türkiye küresel dünyada yerini alacakmış, Türkiye ‘ye yabancı sermaye gerekiyormuş kimin umurunda! Ne dersiniz? Erdoğan bu kadar çok ‘takıntı’ karşısında kulaklarını tıkayabilir mi?.. Hiç sanmıyorum..AKP’yi tarihten silene kadar ‘sembol fetişizmine’ devam..
Sana öyküsüne devam
BİR marka bir ulusun gönlüne bu kadar işleyebilir... Ortaya ‘Sana Türk markası mı değil mi?’ diye bir konu attım. Üç haftadır aldığım e-posta sayısı dosyaları doldurdu. Ne çok Sana öyküsü olan varmış. Ferhat Şenatalar’ın yazdıkları ilginç,
Sana’nın ilk çıktığı günlere ışık tutacak nitelikte:
‘Sana tartışmanız beni 1950’yılların başlarına götürdü. İstanbul Sultanahmet Ticaret Lisesi’nde 10. ya da 11. sınıf öğrencisi idim. Okul müdürümüz rahmetli Adil Erdener bize ünlü kişileri konuşmacı olarak davet eder ve okulun konferans salonunda konferanslar verdirirdi. Davetlilerden biri 78’lik plaklar ve kitaplarıyla birlikte yabancı dil öğreten Linguafon firması sahibi Vitali Bilen’di. Vitali Bilen o sıralar reklamcılık işleri de yapıyordu. Vitali Bey bize Sana olayını anlattı..
Vita ve Sana ortaya çıktığında yoğun reklamlar yapmıştı. Daha önceleri piyasaya hakim olan Urfa ve Trabzon yağı ve tereyağı satıcılarının satışlarında gün geçtikçe azalma vardı. O zamanlar bu yağ satıcıları şimdiki İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin karşısında bulunan (şu anda yok) yağ kapanı bölgesindeydi. Bu satıcılar Vitali Bilen Bey’e gelmişler ve biz bu Vita ve Sana’nın reklamlarından çok zarar görüyoruz ve satışlarımız azalıyor. Bize bunun için bir çare bulun. Biz bu iş için 50.000(ellibin) TL’yi gözden çıkardık demişler. O zamanlar bu para ile 2-3 katlı 3-4 ev alınabiliyordu.
Sana’nın kitabını görmedim. Ancak 1950’li yıllarda sana reklamları böyle bir etki yaratmıştı..’
Değişim böyle bir şey... Her yenilik, kendini yenilemeyeni öldürüyor, duran düşüyor... Tarihten ders almayanlara duyurulur..