Uzun süredir pazar yazılarımda okur mektubu yayınlamıyordum. Bugün izninizle uzun bir okur mektubuna yer vereceğim.
Medya yöneticileri, marka yöneticileri, reklamcılar, köşe yazarlarının aklında hep aynı soru vardır: ‘Hedef kitlem kim? Ne istiyor?’. Az da olsa bu soruların yanıtları sayısal ya da sayısal olmayan araştırma teknikleri ile öğrenilmeye çalışılır ama çoğu zaman resmin tamamından emin olunmaz. Önce mektubu okuyalım:
‘Sevgili Ali Atif;
Size ‘Bey’ diye hitap etmiyorum zira siz günlük yaşantımızın bir parçası olduğunuzdan biz okurlarınız o gerekli nezaket hitap mesafesini koyamıyoruz...
Bugün Hürriyet Cuma’da çıkan ‘O Şimdi Mahkûm’ eleştirinize yönelik bir şeyler söylemek istiyorum.
Aslında bugüne kadar çıkan tüm film/dizi eleştirinizi ailece seviyoruz.
İnsan bu kadar mı bam telini ıskalamadan, kısa net, özlü sözler ile bir ‘şeyi’ tarif edebilir? Yazdıklarınızın her satırına can-ı gönülden katılıyoruz. Ellerine sağlık. Kaleminizle övgüde ve yergide en doğru (ve üstelik kafa şişirmeden; herkes tarafından anlaşılabilir bir üslup ile) kelimeleri aktarmakta ustasınız.
Dün de Kelebek’teki yazınızda kendi kendinize hayıflanıyorsunuz (Niye ben Başbakan’ın gezilerine gidemiyorum... Beni de başbakan veya Dışişleri Bakanı bir Malezya gezisine çağırsın v.s) diyorsunuz.
İyi ki çağrılmıyorsunuz. İyi ki gitmiyorsunuz. Kaleminizi oraya, siyasi platformun çetrefilli dünyasına, biz okurlarınız; kurban vermek istemiyoruz.
Hayatın içindeki tüm renkleri ve olguları, yersiz yergilerden veya ağdalı övgülerden uzak, samimi merceğinizin altına yatırabilme yeteneğinizi bizler çok seviyoruz. Hiç kimse ile salt polemik başlatmak amaçlı söylemlerde bulunduğunuza tanık olmadık.
Evvelsi gün yapılan ‘O Şimdi Mahkûm’ filmin galasına ben, eşim ve kızlarım ve kaynım ile birlikte gitmiştik. Film, bunaltıcı sosyal içerikli söylemlerden uzak bizlere 1.5 saat boyunca espri anlayışının çıtası bir hayli yükseklerde seyreden, keyifli bir gece geçirtmişti.
Meslektaşınız Sayın Hıncal Uluç BEY’in, yazılarına mukabil yeni bir ‘Yılmaz Güney’ göreceğimizi umut ederek gitmiştik ama sadece kendi megaloman mizacını birebir beyaz perdeye aktarmakta zorlanmayan bir Burhan Öçal izledik. Hayal kırıklığına uğradık mı? Hayır. Onu izlemek de keyifliydi. Sonuçta kendisi gerçekten müzik alanında muazzam bir perküsyonist. Ama oyuncu mu? Hayır...
Bizi ailece, bu filmde ciddi anlamda şaşkına uğratan Fadik Hanım oldu. Kimdir bu bayan? O nasıl müthiş bir performans öyle? Biz ailece onu film boyunca bir Rus asıllı oyuncu olduğunu varsayarak izledik! Samimi söylüyorum; çok etkilendik.
Yurdumda sadece mankelerin ‘uzun’ bacaklarıyla ilgili işlerin yapılmadığının en somut örneklerinden birine tanık olmak bizleri ne kadar memnun etti; tahmin edebilirsiniz.
Sevgili Ali Atıf, ben 4 çocuk annesi, ortaokul mezunu bir ev hanımıyım, ama gündemin (özellikle sanat gündemin) sıkı takipçilerindenim. Sinema ise ailece tutkumuz. Bu ülkede eli yüzü düzgün filmlerin de yapılması beni acayip mutlu ediyor. Hele böylesi umut vaat eden yeni pırıl pırıl oyunculara tanık olabilmek. Bu nedenle, size iki satır yazabilme cesaretini buldum kendimde.
Lütfen, lütfen, lütfen siyasi sahaların koşucusu olmayın. Siz hep böyle hayatın uçsuz bucaksız deryasında pupa yelken seyreyleyin. Kaleminize okyanus mavisi çok yakışıyor. Sevgiler. Burçin Aksoy.’
Okurum Burçin Aksoy’un samimi duyguları sanırım karşımızdaki ‘hedef’in ne istediğini çok iyi özetliyor. Lütfen Aksoy’un mektubunu çok iyi okuyun. Derdim yaptığı övgüler değil, onun ‘samimi’ istekleri, bu istekleri anlayan markalar ve medyalar. Burçin Aksoy’lara ulaşmada başarılı oluyor anlamayanlar, bir süre ‘mış’ gibi yapıyor, sonra yok olup gidiyor..
Yazımı bitirmeden bir şey daha söyleyeyim. Aksoy ortaokul mezunu, kullandığı dil yapısına ve akıl kurgusuna bakar mısınız! Öğrenme artık sadece okulla olmuyor. İnsanlar televizyondan, gazeteden, internetten yaşam boyu öğrenebiliyor. Bizi yönetenler ise bu gerçeği anlayamıyor..
Bir millet savaşıyor
Kia, Hyundai, Samsung; Kore Cumhuriyeti’nin dünya devleriyle savaşan markaları. Kore Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Roh Moo-Hyun Türkiye’yi ziyaret ediyor. Kore Cumhuriyeti Hürriyet’le birlikte özel ek veriyor. Kore Cumhuriyeti’ni anlatıyor, Kore Cumhuriyeti’nin gelişmişlik düzeyi ile ilgili ikna kampanyası yürütüyor. Kia, Hyundai, Samsung da gazete reklamlarıyla Cumhurbaşkanlarına ‘hoş geldiniz’ diyorlar, bu arada markalarının gücünü vurguyorlar.
Anlayacağınız, Kore Cumhuriyeti bir yandan, Cumhurbaşkanı Roh Moo-Hyun bir yandan, Kia, Hyundai, Samsung bir yandan el birliğiyle ülke prestijlerini arttırmak için canla başla uğraş veriyorlar. Neden? Bilinen tüm pazarlama araştırmaları hangi markayı tükettiğimizle ve ‘ülke orijini’ arasında kesin bir bağlantı olduğunu ortaya koyuyor da o yüzden. Bir markanın ‘orijinini’ gördüğünüzde dudak büküp almadığınız oluyor da o yüzden. 10 yıl önce Kia, Hyundai, Samsung deyince ‘Kore malı’ diye dudak büküyordunuz. Ya şimdi? İşte bir ülke insanlarının markaları adına topyekûn savaşması bu. Cumhurbaşkanımıza duyurulur.
Deniz Akkaya... Taş!
Bonus yine ‘marka vaadini’ çok iyi anlatan mükemmel bir reklamla karşımızda. 1919 yılı dünya güzeli Aysel Gürel burun estetiği yaptırmak üzere doktora gidiyor. Doktor ve Aysel Gürel arasında esprili sahneler. Doktor olayı anlıyor ve Gürel bıçak altına yatıyor. Aman Allah’ım o ne! 1919 model Aysel Gürel 2005 model Deniz Akkaya oluyor. Taş! Gürel’in o kadar çok ‘Bonus’u birikmiş ki doktoru dayanamayıp; Gürel’i baştan yaratmış. Reklam dikkat çekici mi? Evet. İnandırıcı mı? Hayır ama eğlenceli. Tekrar izlenme değeri yüksek. Bonus’u olanları ‘beğenilirlik’ algısını arttıran harika bir reklam. Reklamın ikna ediciliği mizahında. Banka kartları arasında büyük somut farklar kalmadığına göre bir banka kartı reklamından başka ne bekleyebiliriz ki?
DYH de savaşıyor, fark yaratıyor
Doğan Yayın Holding, Mehmet Ali Yalçındağ başkanlığında yeni dönemde marka gerçeğini vurgulamak, reklamın değerini artırmak için çok önemli işlere imza atıyor.
İşte ‘Reklamda Fark Yaratmak’ seminerleri. İlki yarın Conrad Otel’de. Çok önemli dört konuşmacı var; Almanya’dan ARBO Medya AG’nin Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Bronislav Kvasnicka, İtalya’dan Mediaset Uluslararası Pazarlama Direktörü Giuliana Allegrini, Fransa’dan Interdeco Expert Pazar Araştırma Direktörü Sonia Rossignol ve İspanya’dan Publipress Media’nın Ulusal Reklam Direktörü Joaguin Urquijo Zapardiel. Başarı öykülerinin anlatıldığı seminerin moderatörü Nilüfer Yılmaz.
Daha sonra üç ayrı oturum var. Konular şöyle: Gazete reklamcılığında yeni satış modelleri, dergi reklamcılığında yeni medya planlama aracı: ‘cross rating’ ve reklamyeri satışında mediaset taktikleri.
İşte Anadolu’daki Avrupa Toplantıları. Doğan Yayın Holding çatısı altındaki yazarlar, yayıncılar, yöneticiler ‘Anadolu’dan dünya markaları çıkarmak’ amacıyla dere tepe düz gidip, markanın ve reklamın önemini anlatıyorlar. Bu çarşamba Samsun’dalar.
Samsun Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Adnan Sakoğlu ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen açılış konuşması yapıyor, Reklamcılar Derneği ve Reklamcılık Vakfı Genel Müdürü Ayşegül Molu ‘Marka Nasıl Güce Dönüşür’ onu anlatıyor. Peşinden Turkcell’in başarılı Genel Müdürü Muzaffer Akpınar, Turkcell’in markalaşma öyküsünü özetliyor. Ertuğrul Özkök sosyolog gözüyle Türkiye’de Marka Bilinci’ni sorguluyor. Daha sonra da Nuri Çolakoğlu başkanlığında Taha Akyol, Fatih Altaylı, İsmet Berkan ve Sedat Ergin’in katıldığı ‘Yeni ekonomik politikaların ışığında ve AB eşiğinde şirketleri neler bekliyor?’ konulu panel var. Kadro sağlam..
Neydi yazımızın başlığı? ‘DYH fark yaratıyor.’ Yaratmıyor muymuş. Herkes DYH kadar işine sahip çıksa Türkiye marka cenneti olmaz mı? Olur. Mehmet Ali Yalçındağ ve ekibini kutlarım.
Enflasyon pompası bitti şimdi ‘Akıl Devri’
Enflasyon rakamları neredeyse tek haneli rakamlara inmek üzere. Artık Türkiye’de iş yapmanın kuralları değişti. Eskiden ‘Abi şimdi al, nasıl olsa fiyatlar artacak, kazanırsın’ söylemiyle mallar bayilere ittirilirdi. Toptancı ve bayi de malın kendini satmasını beklerdi. Şimdi mallar durdukça kazanmıyor, çılgın rekabet ortamında kendini de satamıyor. Artık satmak için ciddi ‘akıl’ gerekiyor, ciddi ‘çaba’ gerekiyor,
Akıl? Yani ‘strateji’, yani marka, yani reklam, yani promosyon, yani halkla ilişkiler.
Çaba? Yani savaşan toptancı, yani savaşan bayi. Türkiye’nin küçüklü büyüklü tüm firmalarına sesleniyorum. Tüm yöneticilerinizi, elemanlarınızı, tüm toptancılarınızı, bayilerinizi yeniden gözden geçirin. Pazarlamaya, reklama, diğer satış çabalarına inananları tutun, diğerlerini gözden çıkarın. Tüketicileri anlayanlarla, sizin için savaşanlarla birlikte omuz omuza yürüyün. Yoksa? İşiniz zor. Deniz bitti.
Çekirgelik
Gerçek şu ki okuyucuya istediği şeyi vermezseniz o başka yerde aradığını bulacaktır.