AXESS reklamı adamı izlerken yoruyor. Bu reklamı izlerken kendimi ‘‘Gönderilmemiş Mektuplar’’ filmini ikinci kez izliyormuşum gibi hissediyorum.
Reklamdaki öykü baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Kız markette kayboluyor, adam anneyi almaya gidiyor, bu sefer adam kayboluyor, devreye trafik polisi giriyor, direksiyonda cep telefonuyla konuştuğu için adama ceza yazıyor.
Sonra bu kez anne kayboluyor, anneannenin ise kaybolacağı falan yok, o zangoç gibi Varan'ın üzerinde Axess'in faydalarını anlatıyor.
Öykü o kadar karmaşık ki, bir ara öykü ekrana dar geliyor, bu yüzden ekran ikiye bölünüyor, son karede yine birşeyler yetmeyince ekran bu kez dörde bölünüyor.
Varan Varan olalı bu kadar ekranda görünmemişti. Bu nedenle bu reklamdan en fazla yararlanan Varan oluyor. McDonald's, market (niye Migros değil), BP markalarını da arka arkaya görünce tabii hemen aklımıza ‘‘Axess her yerde geçer!’’ mesajı kazınıyor.
Reklam bu anlamda sorunlu değil zaten. Sorunlu olan kısımlar şunlar: Anlayabilmek için fazla çaba gerektirmesi, sevimsiz olması, sevimsizliğin tahriş etmesi ve kabak gibi uygulama...
Bir de söyler misiniz daha 2001 yılında piyasaya çıkmış bir ürünün logosunu ve kart tasarımını değiştirmenin amacı ne olabilir? Değiştirmesek ne kaybedecektik?
Hálá Axess'in en iyi işleri 2001'deki ilk reklamları. Hani diğer kartlar makasla kesiliyor ve sonra bütün iyi özellikleri Axess'de birleşiyordu ya. Ondan sonra bir daha Axess'in reklamları kendine gelemedi. Kart satışları, doğru satış destek hizmetleriyle artıyor, bir de reklam bu etkinlikleri desteklese, Bonus Card titreyip şöyle bir kendine dönecek. (Reklam Ajansı: Alice/BBDO, Rating: * *)
Düzeltme: Gene hafta Toyota Avensis filminin ajansını Leo Burnett olarak yazmıştık. Bu bilgi doğru değilmiş. Toyota Avensis filmi Toyota Motor Marketing Europe tarafından Avrupa lansmanı için yaptırılmış, filmi RPM Radar Türkçe alt yazı ekleyerek yayınlatmış.
Keşke sorunumuz lider sorunu olsaydı
AKP'nin ya da Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ya da bu hükümetin Türkiye'ye yapabileceği birşey yok. AKP'liler farklarını ‘‘müslüman söylemle’’ yarattı, ‘‘türban’’ı el altından kaşıdı ve ‘‘alternatif’’ oldu.
Ne kadar deneyimsiz, ne kadar vizyonsuz, ne kadar ‘‘aklı karışık’’ olduklarını görmek içinse 5 ay yetti. (Gerçi ben biliyordum ama bilmeyenlere beş ay yetti) ‘‘Müslüman söylem’’ altlarından çekilince AKP'liler kağıttan kale gibi çöktüler. ‘‘Iraktaki kanlı para’’ söylemiyle de gelecek için umut vaad ettikleri söylenemez.
Peki Türkiye'nin önünü kimler açabilir, kimler ‘‘dibe vuran’’ Türkiye'yi düzlüğe çıkarabilir? Partilerde, devlet kurumlarında, üniversitelerde, özel sektörde bulunan bir avuç insan dışında hiç kimse. Bu nedenle sorunumuz parti sorunu değil, lider sorunu değil genel bir ‘‘kafa’’ sorunu ‘‘kafa’’...
Sağcımız, solcumuz, dincimiz, dinsizimiz, milliyetçimiz, dinci solcumuz, ikinci Cumhuriyetçimiz aslında tabanda birbirimize benziyoruz. Hastalıklarımız hep aynı.
Nedir hastalığımız. Basit: Bilimsel yöntemi uygulamaya kafamız basmıyor. Siz ABD'nin Irak'ı silahla mı ele geçirdiğini sanıyorsunuz? O teknolojiyi, o savaş planlarını hangi düşünce sistemi yarattı acaba?
Bildiniz. Bilimsel düşünce sistemi yarattı. Yani planlamak, uygulamak, sonuç almak, ölçümleyip hedefe ulaşıldı mı bakmak, sonuçlara göre başa dönüp, yeniden planları düzeltmek.. Bizde olmayan ne? Sonuçları kontrol etmek, başa dönmek. Yok böyle bir alışkanlığımız.
Nedir ikinci hastalığımız? O da basit: Hiçbir şeyin kurumsallaşmasına izin vermiyoruz, iletişim yoluyla çatışma çözemiyoruz, aksine iletişimi kutuplaşmak için kullanıyoruz. Hemen ‘‘AKP'nin nasıl devlet içinde kadrolaştığından söz ediyor’’ demeyin. Aynı şeyi CHP, ANAP, DYP, MHP yapmadı mı? Diğer kurumlarımız farklı mı? Yeni Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Halim Sözbilir 19 Mart'ta atanır atanmaz, üç rektör yardımcısını değiştirdi ve şu atamaları yaptı:
Uygulama Ve Araştırma Hast anesi Başhekimliği'ne Prof.Dr. O. Nuri Dilek, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanlığına Vekaleten Prof. Dr. Kemalettin Çonkar, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne Doç. Dr. M. Ali Özdemir.
Sağlık Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne Doç. Dr. Yüksel Arıkan, Devlet Konservatuarı Müdürlüğüne Yard. Doç. Dr. Mehmet Erkan, Sağlık Yüksek Okulu Müdürlüğüne Doç. Dr. Vural Kavuncu, Banaz MYO Müdürlüğüne Yard. Doç. Dr. M. Kemal KaramanSivaslı, MYO Müdürlüğüne Yard. Doç. Dr. Cevdet Uğuz, Uşak MYO Müdürlüğüne Öğr. Gör. Dr. Osman Tekir, Enformatik Bölüm Başkanlığı'na Doç.Dr. Hasan Çimen, Türk Dili Bölüm Başkanlığına Yard. Doç. Dr. Erdoğan Boz, Beden Eğitimi Bölümü Başkanlığına Okt. Özer Çelik.
Yasalara aykırı birşey yok. Rektör yetkisini kullanmış. Ama yönetimleriyle de örnek kurumlar olmaları gereken üniversitelerde bile ‘‘seçim’’ anında bir kadrolaşma harekatını da beraberinde getiriyorsa, sorarım size bu nice okumaktır? Ve söyler misiniz bizim Asiye nasıl kurtulacaktır?
Not: Afyon Kocatepe örneğini taze bir örnek diye veriyorum. Birçok kurumda aynı olayların yaşandığını söyleyebiliriz. Örneğin devlet hastaneleri. Her başhekim değişikliğinde kadrolar yaz boz tahtası... Afyon Kocatepe örneği YÖK'ü günah keçisi yapanları düşündürtmeli. Hangi üniversitede YÖK, bir rektöre üniversiteni çağdaş yönetim değerlerine uygun yönetme diyor allahaşkına!
Başbakan kimi kucakladı?
23MART 2003 günü Başbakan Tayyip Erdoğan ilk ‘‘ulusa sesleniş’’ konuşmasını yaptı. Aynı zamanda o gün Çorum'da bir yerlerde belediye başkanlığı seçimleri vardı ve seçimi AKP aldı.
‘‘Ulusa sesleniş’’ konuşmasının amacı Türk halkını hemen yanıbaşımızda olan savaş ve etkileri konusunda bilgilendirmek, endişeleri azaltmaktı.
‘‘Ulusa sesleniş’’ konuşması ne demek? Türk halkının tamamını kucaklayan konuşma demek. Başbakan Erdoğan ne yaptı? Konuşmasını şuna benzer bir cümleyle bitirdi: ‘‘Bugün Çorum seçimlerinde olduğu gibi bize (AKP'ye) desteğinizi sürdürürseniz Türkiye iyi günler görecektir.’’
Yani kucaklananlar biraz AKP'liler oldu.
Şimdi de kalkmış aynı Başbakan Erdoğan diyor ki ‘‘Medya savaş esnasında ulusal birliği bozmak için elinden geleni yaptı.’’ Sen kalk, savaş kapımızdayken, çok ama çok kritik bir ‘‘ulusa sesleniş’’ konuşmasında, AKP'ye oy iste, sonra da medyayı ulusal birliği bozmakla suçla! Konuşmadan önce bir aynaya bakılsa iyi olmaz mı?
Kutlanması gereken kim?
DUA etsin AKP ‘‘ordu’’nun uyumlu tutumu sayesinde savaş ortamından bu kadar az yara bere ile kurtuldu. Eğer asker sağduyusunu yitirse ve oturulan masalarda hükümetle çatışmaya girseydi AKP bu işten daha fazla yara alırdı.
Şunu da söyleyeyim, savaş sırasındaki ‘‘durumdan vazife çıkaran’’ manevraları nedeniyle Türk ordusunu kutlamak gerek. Bence, savaş öncesinde ve esnasında yaşadığımız ‘‘ABD ile ilişkiler’’ krizinin yönetilmesinde gerçekten kutlanması gereken bir kurum varsa o da ‘‘ordu’’dur.
Düşünün bir kere ‘‘Ben değiştim acaip laik oldum, Atatürk'e karşı değilim, onun emaneti orduya karşı değilim, şeriat devleti istemiyorum’’ diyen yeni bir hükümet gelmiş, daha iddia ettiği söylemi kanıtlamadan onunla birlikte ABD'ye karşı savaş masasında pazarlık yapıyorsun?
Yanındaki ‘‘kurt mu kuzu mu?’’ tartmaya çalışırken, bir anda ‘‘kurt’’ olduğu ortaya çıkınca, soğukkanlılığını yitirmeden, ‘‘yerinde manevralarla’’ ulusal birliği korumaya, Türkiye'nin köklü askeri stratejilerinin devamlılığını sürdürmeye çalışıyorsun. Siyasetin sana oynamak için bıraktığı dar alanlarda da kısa paslaşmalar yapıp, geleceği ucundan yakalayabilmemiz için kapıların hiç olmazsa aralık kalmasını sağlıyorsun. Kutlanmaz mı böyle bir ‘‘kriz yönetimi’’ anlayışı. Sizi bilemem ama ben kutluyorum.
Tylol-Hot'a rakip geldi: Aferin-Hot
GEÇEN pazar ‘‘soğuk algınlığı’’ ilaçları ilgili marka ligini verip, niye reçetesiz ilaç reklamları serbest bırakılmalı onu açıklamaya çalıştım. Aynı gün gazetelerde Aferin-Hot'un çıktığını haber veren duyurular vardı. Ne şanslıyım!
‘‘Hani reklam yasaktı?’’ demeyin. Bir ilaç piyasaya sürülürken, bir defaya mahsus olarak Sağlık Bakanlığı ‘‘Sayın Doktorlarımıza ve Eczacılarımıza’’ başlığıyla ilacın kuru bir duyurusunun yapılmasına izin veriyor, o kadar.
Örneğin, Aferin-Hot tatlandırıcı kullanılarak üretilmiş, 10 poşetlik kutularda satılıyor, bileşiminde ise uyku veren antihistaminik yok, fiyatı da 4 milyon 344 bin lira. 10'lu poşet olmasına rağmen, Tylol-Hot'dan ucuz anlayacağınız.
Aferin-Hot bu ucuzluğu reklamlarında duyuramıyor ama. Sadece içindeki maddeleri yazabiliyor, 10 poşet olduğunu söyleyebiliyor. ‘‘İşte sen ucuz olduğunu yazdın, daha ne istiyorsun’’ diyorsunuz değil mi? Doğru, Aferin-Hot'la ilgili haber yapmak serbest ama reklam yasak! Haber daha etkili bir iletişim biçimi değil mi? Peki o zaman reklamın suçu ne?