ULUSLARARASI Reklamcılar Derneği'nin (IAA) 38'inci Dünya Kongresi geçen hafta Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta yapıldı. Kongereye ben de katıldım.
Anlayacağınız bugün ‘‘Atıf Hoca Beyrut'tan bildiriyor’’ durumu söz konusu . Bu nedenle de bu hafta reklam yıldızlamak yok. Çevreye verdiğimiz ‘‘yokluk’’ hissinden dolayı da özür dilerim. Ama hiç olmazsa benden mahrum kalmayın diye Beyrut anılarımı yazdım, bilmem anlatabiliyor muyum?
Kongrede dünya ekonomisi ve dünya reklam sektörü ile ilgili biribirinden ilginç konuşmalar yapıldı, reklam örnekleri gösterildi, 72 milletten reklamcılar birbirleriyle ‘‘ne olacak bu dünyanın hali?’’ konusunu tartışma fırsatı elde ettiler. İki yıl önce Londra'da yapılan kongreye Türk reklam sektörü büyük ilgi göstermişti. Beyrut'taki toplantıya sadece Pınar Kılıç (Pars McCann), Meral Akyel (Leo Burnett) ve Cahit Düzel (Philip Morris) katıldı.
Oysa Beyrut'un hálá ‘‘Ortadoğu'nun Paris'i’’ olma potansiyeli var. Böyle olduğu bilinse eminim Türkiye'den daha fazla katılım olurdu. Tamam Beyrut'ta Soho bölgesi yok, ama 125 tane bar ve gece kulübünün bir arada olduğu Monot Street var, ne var yani? Harrods yok, ama Osmanlı evleriyle ünlü Tripoli'si, Roma kalıntılarıyla ünlü Baalbeck'i var. Belki alışveriş olanakları sınırlı ama bazen insan reklamcı da olsa farklı şeyler görmeli canım...
(Şaka yapıyorum, hemen ‘sen bizim imajımız’ diye başlamayın lütfen. Türkiye'de zaten yeterince okuduğunu anlamayan ‘düzokur’ var, bir de iletişimcilerle iletişim kazası yaşamayalım!)
Dünya reklamcıları Türk öğrencileri alkışladı
ULUSLARARASI Reklamcılar Derneği'nin (IAA) Türkiye Şubesi beş yıldır ilgili fakülteler arasında reklam yarışması düzenliyor ve bu yarışmada birinci gelen öğrencileri ilk yapılacak IAA dünya kongresine götürüyor. Bu nedenle Beyrut'taki kongreye Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden, bu yıl ve geçen yıl birinci olan on öğrenci de katıldı. Katıldıkları yetmedi, bir de kalktılar dünyanın ünlü reklamcılarının bulunduğu genel kurulda yarışmada birinci gelen kampanyalarını sundular.
Öğrenciler tarafından çekilen ‘‘Denizleri Koruyalım’’ konseptli televizyon filmini izleyen reklamcılar film biter bitmez büyük bir coşkuyla öğrencileri alkışlamaya başladılar. O salonda Türkiye'den kim olsa göğsü kabarırdı ki, bir de öğrencilerimizi düşünün ne deneyim değil mi?
Reklam filminde kuyumcular çarşısında kuyumcular arasında bir balıkçı dükkanı görülüyor. Kırmızı kurdela bağlanmış çeşitli balıklar vitrini süslüyor. Vitrine merakla bakan çocuğu babası çekiştirip oradan hızla uzaklaştırıyor. Slogan: ‘‘Denizlerin Değerini Bilin!’’
Ben de diyorum ki tüm meslek kuruluşları bu yarışmayı örnek alsın, gençlerin dünyaya açılmalarını sağlasın, onları geleceğe hazırlasın, yani‘‘Gençlerin değerini bilsin.’’
İstanbul'un yanında Beyrut'un lafı mı olur?
ULUSLARARASI Reklamcılar Derneği'nin 38'inci Dünya Kongresinin Lübnan'da ne işi var diyorsunuz değil mi? Hem de Lübnan Cumhurbaşkanının himayelerinde... Alt tarafı reklam yatırımları 90 milyon dolar olan bir ülkede dünya reklamcıları niye toplanıyor?
Doğru ilk bakışta böyle... Eğer 1991 Taif anlaşmasından sonra Lübnan'ın yeniden ‘‘Ortadoğu'nun Paris’’i olma çabalarını bilirseniz sorunun yanıtını da kolayca verirsiniz. Beyrut hálá yeniden inşa ediliyor. Ülkenin tek içteki gelir kaynağı inşaat sektörü, dışarda ise turizm gelirlerine bel bağlanmış durumda. Ancak Lübnan'ın burnunun ucundaki savaş ülkeyi en azından algısal olarak riskli hale getiriyor (Ben bu durumu bir yerlerden anımsıyorum).
O halde ne yapmak lazım? Mümkün olduğunca her fırsatta kendini tanıtma fırsatlarını değerlendirmek, hiçbir fırsatı kaçırmamak... Lübnan'ın yaptığı da bu. Söyler misiniz bir ülkeyi tanıtmak için dünyanın medyaya en yakın, iletişimi en iyi bilen insanlarını o ülkeye çekmek çok akıllıca değil mi? 2004'teki kongre Çin'de yapılacak.
2005 ya da 2006 için ise henüz aday ülke yok. Türkiye mutlaka 39'uncu Kongre için aday ülke olmalı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in himayelerinde Uluslararası Reklamcılar Derneği, Reklamcılar Derneği ve Reklamcılık Vakfı bir araya gelmeli ve bu büyük organizasyonu gerçekleştirmek için koları sıvamalı.
Beyrut'taki genel kurulda, daha önce iki dönem üst üste Uluslararası Reklamcılar Derneği Avrupa Başkanlığı'na seçilen Pınar Kılıç, bu kez 48 oyun 37'sini alarak, Derneğin Genel Sekreteri oldu. Bu Türkiye için büyük şans. Bu şansı kaçırmamalı İstanbul'un yanında, Beyrut'u bırakın, Paris'in lafının bile edilemeyeceğini dünya reklamcılarına göstermeliyiz.
İş aramak için televizyona bakan var mı?
BEYRUT'taki kongrenin ilk konuşmacısı Dünya Gazeteciler Birliği Başkanı Roger Parkinson'du. Parkinson konuşmasında, ilginçtir, başka kongre ya da konferanslarda görülmeyecek bir şekilde, gazete ve dergilerin reklam taşımada diğer medyalara oranla daha üstün olduğunu şiddetli bir şekilde savundu. Gazete-dergileri, daha eğitimli, harcama potansiyeli olan insanlara ulaşmanın güvenilir, dinamik, ikna edici ve de en önemlisi taşınabilir reklam ortamları olduğunu söyledi. Parkinson, değişik ülkelerde, hızlı tüketim malları dahil, çeşitli reklam kampanyaları üzerine yapılmış çok sayıda araştırmadan örnekler vererek, basının, içerik üstünlüğü ve içerik özellikleri nedeniyle daha akılda kalıcı bir ortam, dolayısıyla güçlü bir marka yapılandırıcı olduğunun altını çizdi. Sonra da sözü ‘‘Siz hiç insanların iş, otomobil, kiralık ev aramak için televizyona baktığını gördünüz mü? Çoğu insan TV'deki reklamlardan kaçarken gazetelere reklam okumak için para veriyorlar. İnsanların sadece % 5'i gazete-dergi reklamlarını itici buluyorlar. Bu oran TV reklamları için % 50'den daha fazla’’ demeye getirdi.
Aynı oturumdaki diğer konuşmacı Future TV Başkanı Nadim Mounla ise Parkinson'a şiddetle karşı çıkarak basın ve televizyonun birbirini tamamladığını ve ikisinin birlikte yarattığı etkiden yararlanılması gerektiğini belirtti. Mounla, ‘‘Dünyaya bakıldığında da tüm reklam yatırımlarının % 56’sı televizyona, % 42'si ise basına gidiyor. Ancak İngiltere, Almanya gibi ülkelerde ve ilginçtir Araplar’da da basın reklamları daha fazla’’ dedi.
Parkinson ise Mounla'nın itirazlarına gülmekle yetindi. İlk oturumun tartışma kısmında ‘‘internet reklamları da var’’ gibi birkaç ses duyuldu ama önümüzdeki on yıl içinde bana sorarsanız basın ve televizyonun reklam yatırımlarından pay alma savaşı daha da hızlanacakmış gibi görünüyor. Basın şimdiden bıçakları bilemiş durumda, benden televizyonculara söylemesi... Ama unutmasınlar ‘‘televizyon daha iyi’’ demek için basılı bir ortama mutlaka gereksinimleri var.
İlerdeyiz ama...
ULUSLARARASI Reklamcılar Derneği 38. Dünya Kongresi'nde yapılan tartışmalardan anlamış bulunuyorum ki, birçok alanda olduğu gibi reklam alanında da Arap ülkelerinden çok çok ilerideyiz. Kongrenin tartışma bölümlerinde orta doğu ülkerinden reklamcıların sordukları sorular o kadar sığ o kadar sığdı ki neredeyse bazen oturduğum yerden alın üstü yere çakılıyordum.
Örneğin, Türkiye’de televizyon ölçümleri Avrupa'da bile örnek gösterilen ülkelerden. Arap ülkelerindeki reklamcılar ise hálá ‘‘zapping de ölçülür mü’’, diye tartışıyorlar. Ama bir çelişkiyi de görmeden edemiyorum. Daha iyi iletişimcilerimiz varken reklam yatırımında 4 milyon nüfuslu Lübnan kadar olamıyoruz. 90 milyon dolar reklam yatırımları var. Kişi başına 25 dolar düşüyor.
Biz en iyi dönemimizde 1 milyar dolara çıktık, reklam yatırımımız taş çatlasa kişi başına 15 dolar. Çelişki değil mi? Aslında değil. Çünkü sorun reklama inanmayan, doğru süreçlerle reklam yapmayan, ürün kalitesine verdiği önem kadar iletişim kalitesine önem vermeyen şirket yönetimlerinde, patronlarda.