HANGİ kanalı açsam, hangi gazete sayfası çevirsem ‘‘Bir portakal kabuğu’’ lafı almış başını gidiyor.
‘‘Niye bu adam selülit kremi reklamlarına dikkat ediyor ki? Yoksa erkeklerde de mi selülit sorunu var?’’ diye düşüneceğinizi biliyorum. Yok öyle bir şey! Biliyorsunuz erkekler doğuştan ‘‘tef’’ gibi gergin yaratılmışlardır ve ölene kadar da bu ‘‘tef’’ durumu devam eder!
Benimki mesleki deformasyon sonucu oluşan zorunlu bir ilgi!
Gerçekten, neredeydi bu selülit kremleri daha önce allahaşkına. Ya da bu kremler yeni keşfedildi de biz mi atladık?
Tamam, yaz geldi, mayo giyilecek, şort giyilecek, selülitler de hoş olmayan görüntüler ortaya çıkarıyor ama söyler misiniz reklamlarda 20'lik kızların ‘‘sıkı sıkı’’ vücutlarını gösterip, 35 yaş üstü kadınlarımızı bunalıma sürüklemenin bir anlamı var mı?
Biraz daha bu kampanyalar devam ederse 35 sonrası kadınlar arasında kitle halinde intiharlar başlayacak haberiniz olsun!
Onlar intihar etmesin de kim etsin söyler misiniz?
20'liklerin oynadığı reklamlara maruz kalanlar sanıyorlar ki selülit giderici krem kullanan her kadın ‘‘ütülenmiş çarşaf’’ gibi pürüzsüz bir cilde kavuşuyor!
Var mı ‘‘ütülenmiş’’ gibi cilde kavuşan? Ben size ‘‘ütü’’ etkisi oluyor mu olmuyor mu bir iki haftaya bildiririm. Çünkü bizim hane halkı da ‘‘selülit kremi kürü’’ furyasından etkilendi. Geçen gün mutfakta, masanın üzerinde bir ‘‘Vichy D-Stock’’ kutusu gördüm.
Ecmel'e ‘‘Ne iş?’’ diye sordum. ‘‘Yok bir şey, küçük noktalar falan, bir arkadaşın eczanesine uğramıştım, öylesine aldım’’ diye geçiştirdi. ‘‘Niye bu marka?’’ dedim. Yanıt çok netti: ‘‘Eczanede satılıyor ya, daha güvenilir geldi, hani ilaç gibi falan.’’
Gördüğünüz iş reklam yapmakla bitmiyor, ürünün nerede, hangi koşullarda satılacağı da çok önemli.
Ve kadınlara ‘‘umut’’ satıyorsanız, güven duygusu yaratmanız ilk şart! Aksi takdirde ağzınızla kuş tutsanız kadınları sıkılaştırmazsınız, pardon yumuşatamazsınız...
NOT: Haftaya ‘‘Atıf Hoca hastaneden bildiriyor’’ başlığıyla karşınızda olma ihtimalim çok yüksek!
Suskun kalmanın maliyetini birileri ödemeli!
İNTERNETİN derinliklerinde, bazı dergilerde ve gazetelerde hakkımda adice yakıştırmalar, aşağılamalar yapılıyor, dayanağı olmayan iftiralar atılıyor.
Hürriyet öyle bir gazete ki, herkesi muhatap alamıyorsunuz. Çünkü bir ‘‘değeri’’ olmadığı için Hürriyet'te asla yer alamayacak bir kişiyi, sadece size sataştığı için, yanlışıyla, ayıbıyla yazsanız bile muhatabınız hak etmediği bir üne kavuşuyor.
O yüzden susuyor, görmezden geliyorsunuz. Üstelik daha önce de söyledim. Benim tek derdim var. İşimi iyi yapmak. ‘‘İyi atışma yapmayı’’ bir iş olarak görmüyorum. Bıçak kemiğe dayanmadıkça da bu köşeyi kesinlikle ‘‘atışma alanı’’ olarak kullanmayacağım.
Ama şunu da söyleyeyim, suskun kalmanın, her Hürriyet yazarına bir maliyeti olduğu gibi bana da bir maliyeti var. İletişim akademisyeni olarak bu ‘‘maliyeti’’ çok iyi biliyorum. Bugüne kadar aldırmadım ama bazıları işi iyice azıttı. ‘‘Suskun kalmamın maliyetini’’ o maliyete neden olanlara yüklemenin zamanı geldi diye düşünüyorum. Bundan sonra hakkımdaki en ufak karalamaya ‘‘ağır’’ tazminat davaları açacağım. Duyurulur.
İlhan Cavcav mı Aziz Yıldırım mı?
MAZHAR Alanson’un oynadığı son Bonus Card reklamının Bonus Card'ın ‘‘Alsak alsak bedavaya ne alsak’’ genel söylemini desteklemediğini yazmıştım.
Futbolu ‘‘zoka’’ olarak kullanan yeni ‘‘Bonissimo’’ reklamı ise neredeyse dibine kadar bu söylemi destekliyor.
‘‘Bir zenci oyuncuya küçük bir zenci oyuncu bedava’’ esprisi sadece espri değil, bu espri markanın temel vaadini ileten bir araç. Reklamı harika yapan özellik de bu.
Bunun yanısıra reklam o kadar çok şeye gönderme yapıyor ki, reklamın içine girip bu ‘‘göndermeleri’’ tartışmamak mümkün değil? Bu tartışmalar da reklamın konuşulmasını, mesajının insandan insana yeniden üretilmesini sağlıyor.
Örneğin, Zeki Alasya siyahi oyuncuları ucuza kapatmasıyla ünlü İlhan Cavcav'ı oynuyor olabilir mi? Ya da Alasya'nın ‘‘yukarı bakma’’ hareketleriyle Aziz Yıldırım'ı taklit ettiği söylenebilir mi?
Karşı takım mor mor ortalarda dolaşıyor. Yoksa Bonus Card en yakın rakibini World Card olarak mı görüyor? Eğer öyleyse atılan gol ‘‘Bir baba hindi hey allah, World Card'a bindi’’ anlamına mı geliyor?
Yanıtlar size kalmış. Aynı Matrix gibi. Bir ‘‘deli’’ kuyuya taş atıyor, çıkarabilene aşkolsun. Reklamın uygulaması da çok iyi. Zeki Alasya süper oynamış. (Reklam Ajansı: Young &Rubicam/Reklamevi, Rating: * * * * *)
E-leştirmek vizyon ister
İKİ hafta önce Emniyet Genel Müdürlüğü'nde çalışan Hakan Yıldırım aradı. Emniyet Müdürlüğü'nün değişik bilgi işlem birimlerinde çalışan üç arkadaşı ile birlikte ‘‘E-yaşam ve E-devlet’’ konusunda bir kitap yazmışlar.
Kitap baskıya girmek üzereymiş ama kitabın ismi ve kapağı konusunda tereddütleri varmış. Bu nedenle hakem olarak ‘‘güvendikleri bir uzmana’’ başvurmak istemişler.
Hakan Yıldırım ve arkadaşlarının ‘‘hakemlik’’ teklifini kabul ettim, buluşup kitabın ismini ve kapak tasarımını netleştirdik.
Hakan ve arkadaşları ‘‘söylediklerinizi yapacağız’’ deyip ayrıldılar. Geçen cuma kitap elime ulaştı. Söylediklerimi yapmışlar. Çok hoş bir kitap ortaya çıkmış, ismi: Herşeyi E-leştirdik.
Hakan Yıldırım, Volkan Kaplan, Tuncay Çakmak ve Cem Cihangir Üstün gerçekten de, çalışmalarında e-yaşam ve e-devlete ait olan ne yanlış varsa üstüne basa basa eleştiriyor, aklımızdaki birçok soruya da yanıt veriyorlar.
İşte kitapta yanıt bulacağınız bazı sorular:
Türkiye bilgi çağını ıskalıyor mu?
Biri cep telefonunuzdan birini tehdit ederse durumunuz ne olur?
Sanal alemde mahkeme olur mu?
Biri bizi internetten gözetleyebilir mi?
Para ortadan kalacak mı?
Hakan ve arkadaşları 30'lu yaşların başlarındalar. Elektronik yaşam ve elektronik devlet konularına siyaset üstü ve eleştirel olarak yaklaşmaları, değişimden, liberalleşmeden yana olmaları beni çok etkiledi.
Örneğin diyorlar ki, ‘‘Hálá devlet elektronik dünyanın üstesinden gelmeyi ‘kendini koruma amaçlı önlemler paketi' olarak algılıyor. Oysa elektronikleşen dünyada asıl korunması gereken birey ve özel hayatı.’’
Sanırım bazen ‘‘Türk kamu yönetimindeki’’, ‘‘tutucu-devletçi’’ zihniyet engellerinden söz ederken aşırı genelleme yapıyoruz.
Kamu yönetiminin değişik aşamalarında gümbür gümbür gelen pırlanta gibi de bir nesil var. Ancak ormanın önündeki ağaçlar o kadar heybetli duruyorlar ki, arkadaki fidanları göremiyoruz. (Meraklıları kitabı PK 13 PTT Bakanlıklar Merkezi Müdürlüğü 06581 Ankara adresinden edinebilirler)
Çekirgelik
Eğer evde yangın çıkarsa porselenleri, gümüşleri ve düğün fotoğraflarını unut. Rolex'i kurtar!